Bolvadin'in Temel Taşları

 

HELVACI YAKIP  (YÂKUP AKALIN)

Yâkup Akalın 1929’da Bolvadin’in Kaymas Mahallesi’nde dünyaya geliyor. Çiftçilik yapan babasının adı Mevlüt’dür. Kardeşi ve iş ortağı olan Fahri vefat etmiştir. Bir de kız kardeşi vardır. “Hacıefendioğulları” veya “Yakıplar” olarak bilinirler. Küçük yaşta ticarete atılmıştır. İki dönem ticaret odası başkanlığı, belediye meclis üyeliği, Bolvadin Taşıyıcılar Kooperatifi Başkanlığı ve mahalle muhtarlığı görevlerinde bulunmuştur. Başka şehirlere; peynir, turşu, kaymak, sucuk toptan satışı yaparak, şehrin ekonomisinin gelişmesine yardımcı olmuştur. İlk olarak, kolalı içeceklerin başbayiliğini almıştır. Ticaret hayatına helva satarak başladığı için “Helvacı Yakıp” olarak ünlenmiştir.

Helvacı Yâkup; uzuna yakın boylu, gözlüklü birisi idi. Ticari yönden kendisini geliştirmiş olup, girişimci, atılgan bir ruha sahipti. Dürüst, ilkeli, yardımsever kişiliğinden dolayı itibarlı bir kişi olarak yaşadı. Arabalarının arkasına “Bitmeyen servet itibardır.” yazdırırdı.

   TİCARETE  GİRİŞ

Kurbanlık koyun yetiştiren kişiler yol ve araç sıkıntısından dolayı, kurbanlıklarını yaya olarak İstanbul’a satmaya götürüyorlar. Kurbanlıklar hem yürüyor hem de otlanıyorlar. 1942 yılının Kasım ayı…Yakup Akalın’ın babası Mevlüt Ağa da, kurbanlık beslemiş ve bunu İstanbul’a götürüp satacaktır. Ramazan bayramının üçüncü günü hazırlıklar yapılır. Eşeklerin heybelerine yiyecekler konur, kepenekler alınır ve yanına da iki çoban alarak yola çıkarlar. Kurban bayramına kadar varmaları gerekmektedir. Yola çıkalı bir ay olmuştur. Aralık ayıdır, Bilecik taraflarına geldiklerinde akşam olmaktadır ve hava çok soğuk olup, tipi başlar. Yakınlarda köy dahi görünmemektedir. Bir ağacın altına bütün koyunları toplarlar, eşeklerin üzerine çul atarlar. Mevlüt Ağa ve iki çoban oturup sırt sırta vererek kepeneklerine bürünür, tipinin dinmesini beklerler. Karlar, kepeneklerinin üzerlerini örtmüştür, donmamak için birbirlerini dürterek uyumazlar. Tipi ve şiddetli soğuk sabaha kadar devam eder. Sabaha doğru tipi diner ve gün ortalığı aydınlatmaya başlayınca, üzerlerindeki karları temizleyip kalkarlar. Bütün koyunlar birbirlerine yaslalı şekilde durmakta ve kımıldamamakta, âdeta taş kesilmiş haldedir. Büyük emeklerle yetiştirdiği, çoğunu borçla aldığı koyunların hepsi donarak telef olmuştur. O manzarayı gören Mevlüt Ağa, olduğu yere karların üzerine yığılır kalır. Üzüntüsü ve perişanlığı son safhadadır. Eşekler dayanıklı olduklarından donmamıştır. Büyük çaresizlik ve üzüntü içerisinde Bolvadin’e geri dönerler, iflas etmiştir.

Mevlüt Ağa bu kızgınlıkla evde bulunan, çiftçilikte kullandığı bütün tarım âletlerini satar. Çocuklarının çiftçi, hayvancı olmasını istemez ve ticarete girmelerini teşvik eder. Her işte bir hayır vardır. Böylece, çocukları topluma faydalı birer iş adamı olacaklardır. Önce oğlunun eline bir sepet ve çizi şeker vererek mahallelerde sattırır. Bu şekerleri; yumurta, para, yün kırığı karşılığı satar. Çizi şekerle başlayan ticarete giriş, diğer gıda maddeleriyle devam eder gider. Babası, Kaymas’ta bulunan evlerinin bir odasının önünü yıkar, bir camekân takar ve henüz gençlik çağında olan iki oğluna buraya bakkal dükkanı açar. Ayrıca, ticarete iyice alışsın esnaf olsun diye, Kunduracı Derviş Aynacı’nın yanına çırak olarak verir. Yetişkin duruma gelince amelelik de yapmaya başlar, PTT binasının yapım inşaatında çalışır. Askere gitmeden evlenir. Üç oğlu, iki kızı olur. Dört çocuğu da küçük yaşta vefat eder. Oğullarında Metin ticaretle uğraşıyor, Mevlüt vefat etti, Fatih ise öğretmen emeklisidir.

KORE  HARBİ

1950 yılında, Sovyetler Birliği ve Çin destekli Kuzey Kore askerleri, Güney Kore’yi işgal etmeye başladı. Amerika ve Birleşmiş Milletler askerleri bu işgale karşı çıkmak için asker gönderdi. Türkiye de, Birleşmiş Milletlere üye olduğu için, asker göndermek zorunda kaldı.

Kore Savaşı çıktığı zaman Yakup Akalın İzmir’de askerdedir. Gönüllü olarak Kore’ye savaşa gitmek isteyenleri seçerler, o da katılır. Bunlara bir hafta izin verirler. Bolvadin’e gelir, çocuğu-çoluğuyla hasret giderdikten sonra, kendisine büyük muhabbet beslediği, Emirdağ’da bulunun Bediuzzaman’ı ziyaret edip hayır duasını almak ister. Emirdağ’daki evine gider. İçeriye girdiğinde, başıyla oturmasını işaret eder. Biraz sonra: “Hoş geldin, Bayram (Yüksel) ile Kore’ye gidiyormuşsun. Güle güle gidin. Bayram’da emanetler var, onu yerine ulaştırın.” der. Sonradan bu emanetin Kırım Türklerine gönderilen “Risâle-i Nur” kitapları olduğunu öğrenir. Emanetler yerine ulaştırılır.

Gemi yoluyla yirmi iki günde Kore’ye varırlar. “topçu plâncı çavuşu” olarak kendisini savaşın içinde bulur. İsabetli atış yerleri tespit ettiği için madalya verirler. Savaş sırasında, yanında bulunan kamyonun benzin deposuna mermi isabet etmesi sonucu patlama olur ve bunun da yüzünün bir kısmı yanar. Hastanede revirde yatarken hastalara “Baharın gülleri açtı, yine mahzundur bu gönlüm” şarkısını dinlettirirler. Koreliler, Türklere karşı sevgiden dolayı ilkokullarda çocuklarına: “Ankara Ankara güzel Ankara” şarkısını ezberlettirirler. Bu Yakup Akalın’ın çok hoşuna gider. Savaş bitiminde ülkesine dönerken “Gazilik Madalyası” ile taltif edilir.

ŞEKER  PANCARI

Askerden gelen Yakup Akalın, tren istasyonunda pancar yükleme işlerinde çalışmaya başlar. Pancar söküm ve taşıma işleri şimdiki gibi makine ile değildi. En az üç-dört ay sürerdi. “pancar beli” ile tek tek sökülen pancarların üzerindeki yaprakları kesilir, toprakları ayıklanır, araba veya iki öküzün çektiği kağnılara yüklenir, istasyona götürülürdü. Bir araba ne kadar pancar alacak!…Çiftçi, tarlasının pancarını günlerce İstasyona çekerdi. Bu konuda bir darb-ı mesel de anlatılır. Kibritin dahi zor bulunduğu yıllarda kişiler, sigaralarını yakmak için kav ve çakmak taşı kullanırlar. Kav, ağacın çürümüş bölgelerinden alınan, çabuk tutuşan bir madde. Düvenlerin altına çakılan, birbirlerinin keskin yerlerine vurulduğunda cıngı “kıvılcım” çıkaran taşlar vardı. Kavın yanında bu taşlar birbirlerine vurularak çıkan kıvılcımdan kavın yanması sağlanırdı. Yanan kavla, ateş veya sigara yakılırdı. Adam, söktüğü pancarları öküz arabasına tek tek sıra halinde yükleyip üzerine bir çul atmış ve kendisi de üzerine binip istasyona doğru yola çıkmış. Vakit geçsin, düşüncesiyle belindeki kuşağının arasında bulunan sigara tabakasını çıkararak bir sigara sarmış. Sigarayı yakmak için cebinden kavı ve çakmak taşını çıkararak birbirine vurmaya başlamış. Develi’yi geçip, istasyona yaklaşırken kav ateş alınca neşeyle: “Vay yavrum vay! Barut mu oldun mübarek barut!…” demiş. Adamdaki sabıra bak! Yakup Akalın, gelen pancarları Eskişehir Şeker Fabrikası’na gidecek olan yük vagonlarına yükler ve burada iki sene çalışır.

HELVACI  DÜKKANI

Yakup Akalın’ın arkadaşları genellikle esnaf gurubundan oluşuyor. Yıl 1962…Buna, çarşıda dükkan açmasını teklif ederler. Kabul eder fakat elinde sermayesi yoktur. Arkadaşları borç para verirler. Dükkan açacağını duyan ve mahalle komşuları olan Daşgafaların Hecâzı (Hicazı Yıldız), istediği zaman geri ödeme yapması şartıyla 90 lira borç verir. Şu anki “Nur Pastanesi” nin olduğu yerde sütçülük yapan Şerafet Kantar dükkanını kapatıyor. Çarşı ortasındaki bu dükkanı kiralar. Hemen bir tezgah yapıyor ve Helvacı Kamil’in Mehmet’ten bir tec tahin helvası, bir tec kırmızı renkli irmik helvası, üç bakırcanın içerisine de dahan (tahin), kestirme (şerbet), gül reçeli koyup satışa başlıyor. Arka tarafa da iki tahta masa ve sandalye koyuyor. O dönemlerde lokanta pek bilinmediği için, şehre gelen köylü ve esnafın bir kısmı öğleyin karnını bu helvacılarda doyururdu. Bazısı helva-pide, bazısı, tahin kardırıp pide ile yerdi.

Helvacı Yakup, gece-gündüz çalışır ve arkadaşlarına olan borcunu öder. Sıra, Daşgafaların Hecazı’nın borcunu ödemeye gelmiştir. Fakat bir türlü parayı denk getiremez. Hicazı Ağa’yı gördükçe mahcubiyetinden kaçar. Bir gün öğleyin, dükkanından çıkıp evine giderken Hicazı Ağa’yı görür. Hemen koşarak evine girer ve yüklüğe saklanır. Halbuki adam, buna borcu süresiz vermiştir. Bu olay birkaç sefer tekrar edince anası: “Oğlum, şu kullanmadığımız el dokuma kilimi sat da borcunu öde bâri!” der. Helvacı Yakup kilimi satıp borcunu ödeyince, üzerinden büyük bir yükün kalktığını hisseder. Hayâ sahibi insanlar böyle yapar. Borçlu ise borcunu zamanında ödemek, verdiği söze sadık kalmak, doğruluk ve dürüstlük insan olmanın gereğidir. Maalesef günümüzde bunu pek göremiyoruz. Bazı art niyetli kişiler aldığını geri vermiyor ve iyi niyetli kişileri “nasıl çarparım” diye hesap yapıyor. Aldıktan sonra “Üttüm oynameycan” diyor. Düzenbazlık, vurgunculuk, müsriflik hat safhada…Halimiz itten beter, keyfimiz paşada yok.

ÖZKAYMAKÇI

Burada iki sene ticaret yapan Helvacı Yakup, içerisinde ticaret yapma ateşinin verdiği aşk ve güçle işini büyültmek ister. Kardeşi Fahri ve amcasının oğlu olan Veli Akalın’la ortaklık anlaşması yaparak karşılarında bulunan büyük dükkanı (Şimdiki Hanedan Kasabı’nın olduğu yer) kiralarlar. İsmini “ÖZKAYMAKÇI” koyarlar. Burada da yemek yedirmeye devam ederler. Önceki dükkanda satışını yaptığı yiyeceklerin yanı sıra; kaymak, bal, turşu, sucuk, peynir, zeytin gibi yiyecekler de bulundururlar. Dondurma makinesi ve üç tane de buzdolabı alırlar. Zamanla işi daha da genişleterek şehir dışına tenekelerle peynir ve turşu satışını gerçekleştirirler. Turşu kurma zamanı evlere gelen boş yağ tenekelerinin içleri, hanımları olan üç bayan tarafından yıkanıp turşular kurulur. Üç ay içerisinde dört bin teneke turşu kurulduğu zamanlar olur. Yıllık iki yüz teneke peynir yaparlar. Dükkanları 24 saat açık olurdu. Vardiyalı bir şekilde nöbete kalırlardı. Çarşı içerisinde gece gezip dolaşan eksik olmazdı. Komşusu olan “Konya Lezzet Lokantası” nın önüne Konya-İstanbul arası çalışan otobüsler durur; yolcular bunlardan sucuk, kaymak, pastırma, kaymaklı lokum alırlardı. Dükkanlarının gece açık olması, çarşıda bir hareketlilik sağlardı. Dükkan hiç kapanmazdı. Bir gün cenaze dolayısıyla dükkanı kapamak istediklerinde, yıllarca iş görmemiş kilit pastan dolayı çalışmamış. 1973 yılında; kola, gazoz, maden suyu bayiliğini alırlar ve bütün Afyon çevresine gazlı içecek satışını gerçekleştirirler. On dört yıl ortaklıktan sonra Veli Akalın vefat etti.

   PATLAK  LASTİK

İnsanlar, yaptıkları dini vecibelerin dışında, insanlığa da faydalı olmaları gerekir. Topluma faydalı olan, iyilikte yarışan insan iyi insandır. Bir kimse, bir kişinin dünya sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet gününde o kimsenin sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse bir kişini ayıbını örterse, Allah da onun ayıbını örter. Bir kimse darda kalana yardım ederse, Allah da ona yardım eder. İnsanlara yardım süreklilik arzetmelidir. Yardım ve iyilik sürekli oldukça, Allah’ın yardımı da kesilmeksizin devam eder. Bir kimse; nesebi, soyu-sopu sebebiyle cennete giremez. İnsanlığa yaptığı iyi işler ve ibadeti, cennete girmesine vesiledir.

1979 yılının Ocak ayı… Helvacı Yakup Taşıyıcılar Kooperatifi Başkanı…Yönetim kurulundan dört kişi ile birlikte iş için İzmir’e gitmek için sabah gün doğmadan yola çıkarlar. Yol sakin ve sessiz… Menemen’e yaklaşırken yol kenarında park etmiş bir kamyon ve kamyonun yanına oturup elini başına koymuş düşünen bir adam görürler. Yakup Ağabey hemen şoföre durmasını söyler. Arabayı kenara çekerler ve inip şoförün yanına vararak derdini sorar. Şoför, kamyonun yarılan arka iki lastiğini göstererek, yeni lastik alacak parasının olmadığını, yolda kaldığını söyler. Bunu teselli ederek arabalarına alır ve en yakın lastik satıcısında indirir. Eline de lastik alacak parayı verir. Kartını vererek kendini tanıtır, eline geçtiğinde borcunu ödemesini söyler. Şoför Bolvadin’den devamlı geçtiğini, parayı geri getireceğini bildirerek memnuniyetini belirtir. Borç vererek insanları sıkıntıdan kurtarmak fazilettir. Aradan bir aya yakın bir zaman geçer. Şoför, Bolvadin’den geçerken durur ve borcunu vermek için soruşturur ve bunların dükkanı bulur. Dükkanda büyük oğlu Metin vardır. Ona durumu anlatır ve borcunu vererek babasını sorar. Oğlu, babasını trafik kazasında kaybettiklerini söyleyince, adam neye uğradığını şaşırır ve dükkanın arka kısmına giderek hüngür hüngür ağlar.

SON  YOLCULUK

Balıkesir’e bağlı Susurluk ilçesinden, Taşıyıcılar Kooperatifine pancar istihkâkı alınması gerekiyor. Başkan Yakup Akalın, Eskişehir’deki ortak müteahhit Osman Ketenci ile buluşacak ve onunla birlikte Susurluk’a gidecekler. Nişanlı olan büyük oğlu Metin’in askerden gelmesine bir hafta var. Bütün hazırlıklar tamamlanmış ve gelince hemen düğünü edilecek. Evde hanımı, eşinin devamlı yolculuk etmesinden rahatsızdır. Artık gitmemesini, biraz da başkalarının uğraşmasını söyler. Yakup Ağabey de bu gidişinin son olduğunu, bir daha gitmeyeceğini belirtir.

Tarihler 13 Şubat 1979 Salı gününü gösteriyor. Gece 12.00’de eviyle vedalaşır ve yola çıkar. Eskişehir’de Osman Ketenci ile buluşur ve onun arabasıyla Susurluk’a doğru hareket ederler. Sabah erkenden orada olmaları gerekmektedir.  Hava soğuk ve puslu…Eskişehir’den çıkarken Osman Ketenci, buna arka koltuğa geçip biraz uyumasını söyler. Yakup Ağabey de, ona arkadaş olması gerektiğini belirterek arkaya geçmez. Yola çıkalı yarım saat olmuştur. Muhabbet ederek gitmektedirler. Sisten dolayı görüş mesafesi çok düşüktür. Kamyoncunun birisi, arızalanan kamyonunu hiçbir uyarı işareti koymadan yolun kenarına çekmiş duruyor.. Öndeki kamyonu son anda fark eden Ketenci, kurtarmak için direksiyonu sola kırar fakat yine de kamyona arkadan bindirir. Kaza anında Yakup Akalın orada vefat ederken Ketenci yaralanır, hastaneye kaldırılır. Ecel onu, hizmet için çıktığı yolda yakalamıştır.

Acı haber tez duyulur. Bolvadinlinin bağrına kor ateş düşmüş gibi olur. Bütün şoförler şehir çıkışındaki Eskişehir yoluna arabalarıyla sıralanıp cenazeyi beklerler. Cenaze geldiğinde bütün Bolvadinli oradadır. Çarşı Camii avlusu cemaatı almadığı için, cenaze namazı cami önündeki meydanda kılınır. İz bırakanlar hiçbir zaman unutulmazlar. Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ