Bolvadin'in Temel Taşları

 

GUNDURACI MAHMUT   (MAHMUT KIZILTOPRAK)

Gunduracı Mahmut, 1912’de Bolvadin’in Yenice Mahallesi’nde dünyaya geliyor. Çiftçilik yapan babasının adı Hüseyin’dir. “Arzoğulları” lâkabıyla bilinirler. Bolvadin’in meşhur kunduracılarındandır. Kunduracılık, bez dokumacılık, lastik ayakkabı imalatı ve motorlu taşıtların lastik tamir-bakım işleriyle uğraşmıştır.

   Mahmut Kızıltoprak, kendisini mesleğine adamış; saygın, dürüst, ileri görüşlü, kültürlü bir kişi olarak bilinir. İşlerinde devamlı yenilik peşinde olmuştur. Bolvadin’de ilk olarak lastik ayakkabı imalatında öncülük eden kişidir. İşine titiz olup, eğitime çok önem vermiştir. Çocuklarının hepsini de, en az ortaokul mezunu yapmıştır. Eli açık olup, hiç para tutmamıştır.

GENÇLİK  YILLARI

Mahmut Usta üç kardeş olup, kız kardeşi iki yaşında iken, ağabeysi Vahap ise 1917 yılında yirmi yaşında iken, askerliği sırasında cephede şehit olmuştur. 1919’da, yedi yaşında annesini kaybediyor. Bir ay sonra da babası vefat ediyor. Küçücük yaşta iken hem öksüz, hem yetim kalınca, KÜRDAVLAR’dan olan teyzesinin oğlu, bunu yanına alıp yetiştiriyor. İlkokul yıllarında kunduracının yanına çırak olarak giriyor. Çalışkanlığı ve zekâsı sayesinde kısa zamanda ustalaşıyor. “kimsesi yok” düşüncesiyle, akrabaları bunu on yedi yaşında iken “elini koynuna kuyuyorlar”. Evliliğinden üçü kız, sekiz çocuğu oluyor. Kunduracılık yapan büyük oğlu Hasan Hüseyin, otuz altı yaşında trafik kazası sonucu vefat etti. Hafız olan diğer oğlu Vahap (Ülfet) de, plastik terlik ve ayakkabı atölyesi çalıştırırdı, vefat etti. Öğretmen olan oğlu İhsan, bakanlık müfettişliğinden emekli oldu. Kunduracılık ve şoförlük mesleklerini yapan Mehmet de vefat etti. En küçük oğlu olan Mustafa da bankadan emekli oldu.

   BOLVADİN’DE  KUNDURACILIK

İnsanoğlu var olduğu günden beri ayakkabıya ihtiyaç duymuştur. Bolvadin tarihindeki meslek çeşitleri içerisinde, en çok iş yeri olan esnafların; kunduracılar, çarıkçılar, yemeniciler olduğunu görüyoruz. Bolvadin’e bağlı köylerin çok olması, çevre kasaba ve ilçelerin buradan alış-veriş yapması, bu sanatın ve sanatkârın gelişmesine neden olmuştur. Her bütçeye uygun ayakkabı imalatı vardı. Bu giyeceklere toplumumuzda en çok, Farsça “babıç” (pabuç) sözcüğü kullanılır.

Toplumun bütçesine uyacak şekilde, çeşitli ayakkabılar üretilirdi. Maddi durumu zayıf olan kişiler “gön çarık” denilen ayakkabıyı tercih ederlerdi. Bu çarığın altında koruyucu bir şey olmazdı. İşlenmiş sığır derisi ayakkabı haline getirilir, üstten bağcıkla bağlanırdı. Alt kısmı sade deri olduğu için, sert cisme bastığın zaman ayağını acıtırdı. Ayrıca, ıslandıktan sonra sıcak görürse iyice kavrar, ayağa eziyet verirdi. Ne yapsın vatandaş, mecburen giyerdi. Bir de kamyon tekeri eski lastiğinin, ayakkabının alt kısmına yapıldığı çarıklar vardı. Gön çarığa göre bu daha iyiydi. Ayrıca altı kösele, üstü yumuşak deri olan hafif ayakkabılar vardı. Bunlara “yemeni” denirdi. “kunduracı” diye adlandırılan kişilerin yaptığı ayakkabılar; altı kösele, üstü deriden ve metal çivi kullanılmadan tahta çivilerle yapılan ayakkabılardı. Bunların giyimi rahat ve ömrü uzundu. Hâli vakti yerinde olan kişiler, bu ayakkabıyı tercih ederlerdi. Ayrıca; o gün için lüks sayılacak olan “potin, iskarpin, gelin mesti” dediğimiz ayakkabı çeşitleri vardı. “iskarpin” denilen el yapımı kadın ayakkabıları, sadece düğün eşyası satılan dükkanlarda satılırdı. Bu tür ayakkabılar gündeliğe giyilmez; düğüne, yabana, misafirliğe giderken giyilirdi. Genellikle kadınların gündeliğe giydikleri ayakkabı ise, “guldur” (çok eskimiş) lastik ayakkabı olurdu.

KUNDURACILIĞA  BAŞLAMA

Mesleğinde ustalaşan Mahmut Usta, Kamil Bilgin’le birlikte Emirdağ’ında bir kundura atölyesi açar. İki sene burada çalıştıktan sonra, buradaki atölyelerini Bolvadin’e taşırlar. Bedesten içerisinde bir müddet beraber çalışırlar. Tek başına iş yapma isteğiyle, ortaklıktan ayrılır ve Zafer Caddesi’nde kendisi bir atölye açar. Yanında en az sekiz-on kişi çalışmaktadır. Süleyman Tabak, Mevlüt Babalık, Ö.Lütfü Turan yanında kalfa olarak çalışırlar. Burada işleri çok iyi gider. Afyon’dan ve çevre ilçelerden ayakkabı diktirmek için gelenler olmaktadır. On beş sene burada kunduracılık yapar. Kunduranın üst deri kısmına “saya” denir. Bu yumuşak deriden olan üst kısmını yapan ustalar vardır. Zamanla sayacı ustası kalmayınca, kunduracılığı bırakır. 1952’de aynı dükkanında dokuma işine girer. Bursa tarafından üç tane bez dokuma tezgâhıyla birlikte, halı dokuma tezgâhı da getirir. Bez tezgâhlarını dükkana, halı tezgahını ise evine kurar. Dışarıdan getirdiği usta, dokuma şekillerini öğretir. Evinde çocukları, sadece kendileri için halı dokurlar. Dükkanda ise, Mahmut Usta ve çocukları tezgahın başına geçip, pamuklu çarşaf ve peştamal dokumaya başlarlar. Dükkan çalışanları, her gün omzuna attıkları çarşafları mahalle mahalle dolaştırarak satarlar.

   LASTİK  AYAKKABI  FABRİKASI  

Dokumacılık işinde bir yılını doldurunca, Dahancı Rüştü (Özsoy), lastik ayakkabı fabrikası kurmayı teklif eder. Bu teklif cazip gelir ve kunduracılığı bırakarak, ortağına şimdiki hükümet binası karşısında bir arsa satın alırlar. Diğer sermayeler Dahancı’dan olacaktır. Bu tür ayakkabılara Bolvadin ağzıyla “ırastık” denir.

Mahmut Usta, fabrika inşaatı başlayınca, İstanbul’da bulunan lastik fabrikalarını araştırmak ve nasıl yapıldığını öğrenmek için gider. Altı ay boyunca oradaki lastik ayakkabı fabrikalarını gezer inceler, bir müddet de çalışır. Makinelerin anlaşmasını yapar ve lastik ayakkabı yapımıyla ilgili bütün malzemeleri, inşaatı bitmiş olan fabrikaya dört usta ile birlikte getirir. Makineler yerlerine monte edilir.

O gün için toplumun çoğunluğu, kauçuktan yapılan lastik ayakkabı giymektedir. Bu ayakkabı genellikle mestle birlikte giyilmektedir. Mest diktirecek parası olmayanlar, yün çorapla birlikte düz olarak giyerlerdi. Bu ayakkabılar, yazın yakar, kışın dondururdu. En çabuk yırtılan yeri, arka kısmı olurdu. Bu yüzden eskiciler (ayakkabı tamircileri) en çok lastik ayakkabının arkasına yama koyup tamir ederlerdi. Herkesin lastik ayakkabısı siyah renk olduğu için; camide, davette, ayakkabılar karışırdı. Bazı kişiler lastik ayakkabısı karışmasın veya kaybolmasın diye, içine ya mendillerini koyarlar veya üzerine bir işaret yaparlardı.

Makinelerin montajı yapılıp çalışır hale getirilince, sıra fabrikaya bir ad bulmaya gelir. O zaman Gıslaved (Cızlavet) ve Derby marka lastik ayakkabılar meşhurdur. Onların armasında at kafası ve aslan resmi bulunmaktadır. Mahmut Usta düşünür ve Türk’e bu yakışır diyerek, “Bozkurt” armasını seçer. Kendi eliyle bir yuvarlak dünya haritasının sağ ve sol kısımlarına şaha kalkmış, ön ayağının birisi havada, birisi ise Türkiye’yi gösteren bozkurtların olduğu bir sembol çizer. Bu, fabrikanın arması olmuştur. İsmini de “Bozkurt Lastik Fabrikası” koyarak, fabrikanın ön cephesine büyük harflerle yazdırır.

Lastiğin hammaddesi olan kauçuğu ve içinin bezi, İstanbul’dan trenlerle gelmektedir. Kısa süre sonra bu marka çevrede meşhur hale gelir. En az yirmi eleman çalışmaktadır. Diğer markalara göre de fiyatı ucuzdur. Devamlı şekilde Afyon, Konya, Erzurum ve diğer Doğu illerine elli çiftlik sandıklar halinde gönderilir. Burada bir yıl çalıştıktan sonra, ayrılmaya karar verir ve daha önce boşaltmadığı eski kunduracı dükkanına geri döner. Kunduracılığa devam ederken, hazır ayakkabılar üretilmeye başlanır. İşlerin biraz zayıfladığını görünce, farklı bir meslek yapmak ister. Çevrede motorlu taşıt çoğalmaktadır. Araba lastiği kaplama ve bakım işlerine girer. Bir müddet bunu da devam ettirir. Araba lastiği çoğalınca bunun işleri azalır ve bu işi de bırakır.

   KÖYLÜ  BABICI

Yaşı 60’ın üzerinde olanlar bilirler, çocukluk dönemlerinde, çocukların çoğunluğu yazın ayakkabı giymezdi. Yokluktan giyemezlerdi. Giyenler de “köylü babıcı” dediğimiz, kauçuktan yapılan ve ucuz bir fiyata alınan lastik ayakkabı giyerlerdi. Bu ayakkabılar çok sağlıksız olup, ayağı terletir ve yiril yiril kokuturdu. Daha sonra “laylon babıç” dediğimiz, yazlık naylon ayakkabılar çıktı. Naylondan yapılan ve birkaç renk çeşidi bulunan bu ayakkabıların üstünde kemeri olup, zile ile kenardan sıkıştırılırdı. Bu tür ayakkabısı olan çocuk, kendisini şanslı hissederdi. Eskiyen naylon ayakkabılar atılmaz, seyyar satıcı Tokalı’ya verilir ve yerine harıp, iğde, gılik, alınırdı.

Devamlı yenilik peşinde olan Kunduracı Mahmut Usta, deri ve köseleden yapılan ayakkabıların yanı sıra, bu sefer de lastikten yapılan köylü ayakkabısı imal etmeye karar verir. Bulunduğu dükkana, lastik ayakkabı yapımında kullanılan gerekli malzemeleri alır. Daha önceki tecrübelerinden yola çıkarak “köylü ayakkabısı” imal etmeye başlar. Bu ayakkabılar Anadolu’nun kırsal kesimlerinde çok giyildiği için, her tarafa gönderir. Bolvadin’deki pazarcı esnafına verir. Vefat edinceye kadar da, bu işini sürdürür. Vefatından sonra oğulları babalarının bıraktığı yerden devam ederler.

KÜLTÜRLÜ  KUNDURACILAR

Mahmut Kızıltoprak’ın önemli özelliklerinden birisi de, disiplinli olmanın yanı sıra; okumaya, okutmaya, bilime, araştırmaya meraklı olmasıdır. Mum olmak kolay değil; ışık saçmak için önce yanmak gerekir. O gün için gazete abonesi olan kişilerin içinde, o da vardır. Dükkanına günlük gazete girerdi. Dükkanda çalışan işçilere, çay ve dinlenme molası sırasında, gazetenin önemli yerlerini bir kalfasına okutturur; kalfalara, çıraklara yorumunu yaptırırdı. Bu atölye âdeta bir mektep ve fikir üretme merkezi durumundaydı. Kendisi, vatan ve millet sevgisiyle dolu bir kişi idi. Necip Fazıl’ın çıkardığı “Büyük Doğu” ve “Türkeli” dergilerine abone idi. Bu dergiler belli bir sayıya ulaşınca, ciltlenerek dükkanındaki kitaplıkta yerini alırdı. Pazar günleri oğlu Mustafa’yı yanına alıp dükkana gider, sigarasıyla birlikte sade kahvesini içerken makinelerin sessizliğini dinler, yeni haftanın programını yapardı.

Çocuklarına karşı sevgi ve şefkatin yanı sıra, disiplinli de davranırdı. Hiçbir oğlunun akşam 10.00’dan sonra eve girmesine razı olmazdı. Cumartesi günleri akşamleyin, çocuklarına haftalıklarını verirdi. Sekiz odalı olan evlerinde evli-bekâr bütün çocuklarıyla beraber kalırdı. Torunlarıyla birlikte kalabalık bir aile olurdu. Sık sık akşamları eve gelirken; leblebi, kuru üzüm, fıstık, fındık alır; bunlar evde karıştırılıp herkese birer çay bardağı dolusu dağıtılırdı. Bu toplanma sırasında, bütün aileyi bir arada bulundurur; dertler, neşeler birlikte paylaşılırdı. Kazancını ailesiyle, eşiyle-dostuyla yemeyi severdi. “İnsanın kazandığı paradan değil; paranın kazandığı insandan korkulur.”

   ÇIBLAK  TESETTÜR

Türkiye’nin her bölgesindeki giyim-kuşam, birbirinden farklılıklar gösterir. Anadolu’da kadınlar, genellikle dînin ve kültürün etkisiyle kapalı giyinirler. Küçüklüğümüzdeki Bolvadin kadınları da, başka bölgelere göre ufak-tefek farklılıklarla aynı giyinirlerdi. Sokağa çıkarken, mutlaka altları şalvarlı çıkarlardı. Buna çoğunluk “ağlıdon” derdi. Diğer bölgelere göre bizdeki şalvarın ağ kısmı biraz daha geniş olurdu. Şalvarlar, bele gelen kısımdaki “uçkur” denen bir iple bağlanan geniş pantolonlardı. Şalvarlar da, yazlık ve kışlık olarak ayrılırdı. Çeşit olarak: “Çuha”, “Iravancığlu”, “Kaşıksapı”, “Ezzalı”, “Bademli ” adı verilen renk renk şalvarlıklar vardı. Bu şalvarlar hem tesettür için, hem de rahat etmek için tercih edilirdi. Günümüzde artık, üç-beş yaşlı kadının haricinde şalvar giyen kalmadı.

Şalvarın üzerine ön kısma; sadece belden aşağısını, önünü kapatan bir metre uzunluğunda “önücek” dediğimiz önlük bağlarlardı. Elleri öpülesi, münevver, hayâ ve ahlak sahibi annelerimiz, sokağa önüceksiz çıkmazlardı. Önücekler de genelde iki renk ve desende olurdu. Kadınlar; düğüne, doğuma, sünnete hediye olarak “önüceklik kumaş” götürürlerdi. Geçen gün bir büyüğüm: “Önücek kalktı; şimdi hanımların sözü geçiyor.” demişti.

Sokağa çıkarken, şalvarın üzerine mutlaka “atkı” ve “ahmediye – çar” dediğimiz örtüler örtünürlerdi. Bazı hali-vakti yerinde olan kadınlar, başlarına önü altınlı fes giyer; onun üzerine örtü örterlerdi. Atkı genellikle kışın, soğuktan korunmak üzere baş kısmından başlayıp, bel altına kadar inen pamuklu örtülerdi. Yazın ise “çar”  örtünülürdü. Çar, atkı uzunluğunda olup, genellikle hafif desenli beyaz renkte olan örtülerdi. Bolvadinli kadınların diğer yörelerdeki atkı veya çar örtünen kadınlardan farkı, tek gözlerini göstermeleriydi. Kadınlar: “Ayşe Ana’mız, bize bir göz yeter.” dedi diye, sokakta “tekgöz” dediğimiz, sadece bir gözü açık bir şekilde gezerlerdi. Yani, dünyaya tek gözle bakarlardı. Bazı kadınlar “tekgöz” ile gezmezler, atkılarını veya çarlarını iki gözü açık halde, ağız hizasından kapatırlardı. Atkıyı çenesinin altında tutan kadın görülürse: “Yüzünü ablak gibi açagomuş!” der, kınanırdı. Bazen, Arap kültürünü İslamiyet zannettiğimiz zamanlar olmuştur.

Gelelim günümüze…Dünyada her şey çok çabuk değişiyor. Teknoloji hızla ilerliyor, sınırlar değişiyor, yaşantılar değişiyor, kültürler değişiyor. Bu kültür değişimine Bolvadin de ayak uyduruyor. Mukaddes dinimiz İslamiyet örtünmeyi emrediyor. İsteyen örtünür, isteyen açılır, kimsenin kimseye müdahale etme hakkı yoktur. Örtünme konusunda Bolvadin’de de büyük değişiklikler olmuştur. Bugün için şalvar giyip atkı örtünen çok az kişi kalmıştır. Bunların yerini, pardesü ve eşarp almıştır. Kadınlarımız, kızlarımız tesettüre uygun bir şekilde giyinmektedirler. Yalnız, bazı sözde tesettürlü bir kısım, bu kurallara uymamaktadır. Bayan başını örtmüş amma diğer vücut hatları meydanda…Bayan başını örtmüş amma sıktığı parfümün kokusu yedi sokak ilerisinden hissediliyor…Bayan başını örtmüş amma yüzünde bir kilo boya…Bayan başını örtmüş amma sokakta, markette, dolmuşta telefonla gürül gürül konuşup herkesi rahatsız ediyor…Eskiden tesettür konuşulurdu, şimdi ise modası konuşuluyor. Eskiden başörtüsü sorunu vardı; şimdi ise başı örtülüler sorunu: sadece başları örtülü…Allah örtüsü olmayan kişiyi, başörtüsü dindar yapmaz!

ÖLÜMLÜ DÜNYA

Eskiler: “Dünya ölümlü, gün batımlı.” derlerdi. Bir gün doğup, bir gün batıyor insan… 20 Ocak 1968 Cumartesi…Büyük usta Kunduracı Mahmut da, gerisinde hayırlı evlatlar, sanatkârlar bırakarak sonsuzluğa batıp gider. Allah gani gani rahmet eylesin…Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ