GÂVECİ KEMAL (KEMAL DÖĞÜNCÜ)
Kahveci Kemal, 1920’de Bolvadin’in Kaymas Mahallesi’nde dünyaya geliyor. Kuru kahve dövücülüğü ve satıcılığını yapan babasının adı Süleyman’dır. O zamanlar, kahve kavurup döven kişilere “tahmis” deniyor. Henüz beş yaşında iken, daha ana özlemini gidermeden anası vefat ediyor. Arkasından, anasını arayan dört yaşındaki kız kardeşi de üzüntüden vefat ediyor. Babası bir daha evleniyor. Bu evlilikten Kadir ve Yusuf adlarını verdikleri kardeşleri dünyaya geliyor.
Kemal Döğüncü; ince uzun boylu, zayıf görünüşlü idi. Kibar ve düzgün giyinir, ceketinin altına mutlaka yelek giyerdi. Bazen sıkıldığı zamanlar “tik”i olduğu için, omuzlarını oynatırdı. İstanbul’a trenle mal almaya giderken, hırsıza haine karşı eski elbise ve paltosuyla gittiğini söylerdi. Tren kompartımanında “tik”inden dolayı omuzlarını oynattığını, diğer yolcuların onu bitli zannettikleri için kompartımanı boşalttıklarını, bu da yata yata İstanbul’a gittiğini anlatırdı. Müşteriye ve başkalarına karşı yumuşak huylu, çocuklarına karşı ise disiplinliydi. Namuslu ve dürüst kişiliğe sahipti. Helâle harama çok dikkat ederdi. Kahve koyduğu kesekâğıdını, kahve fiyatına dâhil etmezdi. Kesekâğıdıyla kahveyi tartarken, terazinin öbür kefesinin gramın altına, kesekâğıdı koyardı. Kahve satıcılığının yanı sıra; tuz, un, yağ, sabun satışı da yapardı.
Çocuklarına: “Paranız yoksa, cami önünde dilenin fakat bankaya girmeyin. Veresiye vermeyin, her sene veresiye yüzünden bir defter yakıyorum. Dükkanın kasasına başkasını koymayın, paranın yüzü sıcak olur, evliyayı bile bozar.” diye tavsiyelerde bulunur. İki defa da hacca vazifesini yerine getirmiştir.
KAHVECİ ÇIRAKLIĞI
Küçük Kemal ilkokulu bitirmiştir, okumak istemektedir fakat Afyon’a ortaokula kim gönderecek. Öğretmenleri, zekî olduğu için askeriyeye göndermek isterler fakat babası kabul etmez. Babasının da dükkanı-tezgahı olmadığı için, bunu bir yere çırak vermek ister. Eskiler: “Çocuğunun kabak çiçeği gibi açılmasını istiyorsan kahveci çıraklığına ver.” derlerdi. Dürük, içine kapanık çocuk, kahvehanede her türlü insanla muhatap olduğu için, kısa zamanda çok şey öğrenir ve sosyalleşir. Süleyman Ağa, kahvehanelere kurukahve verdiğinden dolayı, bütün kahvecileri tanımaktadır. Oğlu Kemal’i temiz bir kahveciye çırak olarak verir. Üç-dört sene kahvede çalışan küçük Kemal, bu mesleğin bir sanat olmadığını anlar ve aşçı olmaya karar verir. Şimdiki Rekor Market’in olduğu yerdeki “Aşcı Ali” nin aşevine girer. Testilerle çeşmeden su çekip bulaşıkları yıkar. Çıraklık-kalfalık derken, yemek yapmasını öğrenir. Burada askerlik zamanına kadar çalışır. Babası on üç sene askerlik yapıyor, bu ise Darıca’da üç sene topçu çavuşu olarak görev yaptıktan sonra memleketine dönüyor. Asker dönüşü zabıta olmak ister fakat babası buna da rıza göstermez, tekrar lokantada çalışmaya başlar. 1944’de babasının vefatından sonra evlenir ve evliliğinden Fatma ve Fevziye adlarında iki kızı, Süleyman adını verdiği bir de oğlu olur. Babasından kalan Alkaloid Fabrikası civarında üzüm bağları var. Bağın yaşlandığını görür ve Müftü Fehmi Efendi (Kantar) ye, yaşlı ağaçları söküp yerine fidan dikeceğini söyler. Ondan olumlu fikir aldıktan sonra zerdali fidanları diker. Hergün Kirlinin Kuyu’dan tenekelerle su çekip bu fidanları yetiştirir.
KAHVE TİRYAKİLİĞİ
Osmanlının ilk dönemlerinde mahalle odaları ve kıraathaneler (okuma evi) var. Halk, boş zamanlarında buralara gider, orada bulunan kitaplardan bilgiler edinir. Kahve maddesi Kanunu Sultan Süleyman döneminde Yemen Valisi Özdemir Paşa tarafında İstanbul’a getiriliyor. Kıraathanelerde kahve pişirilmeye başlanıyor. O günden sonra, bu kitap okuma evlerinin adı “kahvehane” olarak değişiyor. Zamanla kitap okuma alışkanlığı terk ediliyor. Daha sonra bazı kahvehaneler, kağıt oyunu salonu olarak kullanılmaya başlıyor. Çay bitkisi ise, Osmanlının son dönemlerinde Çin’den Hindistan’dan getirilirken, 1930’da Rize ve bölgesine dikim yapıp yetiştirilerek Anadolu’ya yayılıyor.
Kahve bitkisi, sıcak iklimlerde yetişen bir ağacın meyve çekirdeğidir. Türkiye’de yetişmez. Bu ağacın, kiraza benzeyen meyveleri vardır. Olgunlaştığında, koyu yeşil renkli, iki mercimek büyüklüğünde yassı, ortası yarık çekirdek çıkar. Bu çekirdekler toplanarak kahve içeceği olarak kullanılır. Yemekten sonra içilen kahve hazmı arttırır, nefesi açar, zihne uyanıklık ve canlılık verir. Devamlı içen kişide bağımlılık, tiryakilik yapar. Türkiye’de kahve; sade, orta şekerli ve şekerli olarak içilir. Bolvadinli genellikle “sade” olanını tercih eder.
TAHMİS (KAHVE DÖVÜCÜSÜ) SÜLEYMAN
Kemal Döğüncü’nün babası Süleyman Ağa, Bolvadin’in bilinen ilk kahve dövücülerindendir. Hacı Ata’nın Han’ın sağ tarafındaki dükkanların bitiminde, avlu kenarında dibek taşı varmış. Dibek taşı, içi oyularak hazırlanmış büyükçe bir taş…Fırında kavurduğu kahve çekirdeğini buradaki taşın içerisine döker, demirden yapılmış büyük bir topuz şeklindeki demiri bu taşın içerisindeki kahve çekirdeğine vurarak ezer, un haline getirir. Eledikten sonra irilerini tekrar ezer. Bu işlem kolay bir şey değildir. Günde bir veya iki kilo kadar dövüp hazırladığı kahveyi, kahvehane sahiplerine götürerek satar ve günlük nafakasını çıkartır.
KIRK YILLIK HATIR
Kemal Döğüncü, askerden geldikten sonra aşçı dükkanı açar. Sekiz yıl bu dükkanı çalıştırır. Daha sonra babasının mesleğine dönerek kurukahve satıcılığı yapmak ister. 1955 yılında, Şeytanlar’ın gömlekçi dükkanının yanındaki dükkanı kiralar ve buraya kahve çekme makinesi alır. Elektrikle çalışan bu makine büyük kolaylıklar sağlar. Şehirde, başka kahve çeken iş yeri yoktur. Burayı altı yıl çalıştırdıktan sonra, parayı biriktirir ve postane karşısına düşen aralıktaki Terzi Moda’nın dükkanının karşısından bir dükkan alıp buraya taşınır. Dükkanın adına da: “Meşhur Kurukahveci” adını verir. Kahve çekirdeklerini, her ay İstanbul’a giderek toptancısından satın alır ve ambara verir. Büyük çuvallarla gelen kahve çekirdeklerini dükkanının bir köşesine yığar.
Bu dükkanın yanında Ekmekçi Galip Bülbül’ün fırın var. Büyük teneke tavaların içerisine koyduğu kahveleri burada kendi kavurur. Kahve kavurması büyük ustalık ister. Az veya çok kavrulduğu zaman tadı değişir, kimse almaz. Daha sonraları dükkanına, kahve kavurma makinesi de alır. Üzerinde, kendi markası olan naylon poşetler bastırır ve şehir dışına da kahve göndermeye başlar. Dükkanı geniş olduğu için, başka gıda maddeleri de satmaya karar verir. Dükkanının bir köşesine çukur kazdırır ve Konya-Cihanbeyli’den kamyonla çekilmedik tuz getirtir. Ayrıca, tuz çekme makinesi de alır. Gelen tuzlar yaş ise kapısının önüne serdiği bir bezin üzerinde bunları kurutur.
Önceleri, halkımız genellikle yemeklerinde haşgeş yağı kullanırdı. Tarlası olmayan, haşhaş tohumunu satın alıp yağ çektirir veya yağcıdan satın alırdı. Bu yağların içerisine kasaptan, büyükbaş hayvanların yağlarından olan “donyağı” alır, bunu büyük tavada erittikten sonra haşhaş yağıyla karıştırıp kullanırdı. Bundan amaç, yağı daha ucuza getirmek içindi. Buna “gay etmek” denirdi. Bazı çiftçiler “avere” dediğimiz ayçiçeğini eker ve onun yağını çıkarttırırdı. Yağcılar, yağını çıkartma karşılığı olarak, haşhaşın veya ayçiçeğinin küspesini alırlardı. Bu küspeler, hayvanı etlendirip sütlendirdiği için, hayvan yetiştiricileri tarafından satın alınıp hayvanlarına yedirilirdi.Şimdiki gibi marketlerde, bakkallarda plastik veya teneke kaplarda satılan değişik kilodaki sıvı yağlar yoktu. Pamuk yağı hiç bilinmezdi.
Kahveci Kemal, dükkanında çiçek yağı satışı da yapmak ister ve yağ fabrikasıyla anlaşır. O gün için yağlar, büyük varillerin içerisinde gelmektedir. Bir kamyon çiçek yağı alarak bu işe girişir. Kamyondan, tahta rampa yoluyla indirilen variller, dükkanının dışarı kısmının yan tarafına üst üste yığılır. Buradan, yağ almak isteyenin kabına, el pompası yoluyla çekilen yağlar doldurulur. Evlerdeki yağ kapları, kişinin maddi durumuna göre değişirdi. Fukara ise, şişenin boğaz kısmına gelen yere bir ip bağlar; bu ipi, şişe düşmemesi için bileğine geçirip tutar ve yağ almak için yağcıya giderdi. Durumu biraz iyi olanlar ise, dışı “yağada”dan görünmeyen, saplı çinko bakırca götürüp yağını satın alırdı. Durumu çok iyi olanlar ise, tarlasından gelen avereyi yağ olarak çektirip, kilerdeki küplerine doldururdu. Köylüler ise genellikle bir boduç getirir, yağı doldurduktan sonra ağzına mekke eşiği tıkayıp köylerine götürürlerdi.
KAHVE İÇME FANTAZİLERİ
Bolvadin’de kahve içme alışkanlığı eskiden beri çok fazladır. Çok kişi evinde yemekten sonra kahve içer. Bazı evlerde kahve çekmek için el değirmeni de bulunurdu. Evin hanımı önce dığanda (tava) kahveyi kavurur, el değirmeninde çekip servis ederdi. Kahvenin geçerlisi köpüklü olanıdır. Bazen abartılır, “Üzerinden deve yürüyecek şekilde köpüklü olsun.” denirdi. Esnaf, dükkanına bir misafir geldiği zaman, dükkan sahibi o kişiye kahve ikram ettiyse, o misafire değer verdiği anlamı çıkarılır. Şimdi kahvenin yanındaki içecekler daha da zenginleşti. Kahveyle birlikte çikolata ve çeşitli şekerlemeler de ikram edilmeye başlandı.
Bir oğlan bir kıza sözlendiği zaman, kız evine “şerbet içme” ye gidilirdi. Bundan amaç, iki gencin mutluluğa ilk adım attıklarını duyurmak ve kız evine az da olsa maddi destek vermek içindi. Orada yapılan duadan sonra, lokum tutulur ve lokum tepsisine herkes gönlünden ne koparsa bir miktar para atardı. “şerbet içme”ye gelen kişilere, önce mutlaka kahve ikram edilirdi. Evlerde kahve içilirken, evin küçük erkek çocuğu da içmek isterse “ç.küne duru”; denir, kız çocuğu içmek isterse “bıyıkların çıkar” diye verilmezdi. Bazen de çocuk ısrarlı istediği zaman “Aman bi’ yeri şişer!”; denir ve fincan tabağına dökülen biraz kahve, çocuğa içirilirdi. Bir büyüğün yanında, ayak ayak üstüne atmak, sigara içmek nasıl ayıplanırsa, kahve içmek de o kadar ayıplanırdı. Bugün bile bir büyüğümün yanında kahve içeceğim zaman mahcubiyet duyarım. Zamâne çocuklarına bunları anlattığımızda masal gibi geliyor. Şimdiki çocuklar ve gençler: El el üstünde kimin eli var?.. İncirlop…İncirlop!
Bir de kahve falı olayı var. Fal veya kahve falı baktırmak İslam inancına ters düşer, haramdır. Bir kulun, bir başkasının geleceğiyle ilgili yorum yapması doğru değildir. Eskiden bu çok meşhurdu. Kadınlar misafirlikte eğlence olsun düşüncesiyle, kahve falı baktırırlardı. Fincanın tabanında biraz kalan kahve, tabağına ters çevrilir ve orada bulunan birisi fincan içindeki şekillerden anlamlar çıkarırdı. “Falın fallanmış…” diye başlar, “Neyse halın, çıksın falın” diye devam ederdi. Kimisini üç vakte kadar seveceği birine kavuşturur; kimisinin yüreğine ay doğar; kimisine yol görünür; kimisi sevinçli bir haber alır; kimisinin yüreği kabarır…Bu uydurma laflar uzar gider. Bozuk saatin bile günde iki kere doğruyu gösterdiği gibi, bu yorumları yapan kişinin söylediklerinden birisi çıkınca, o kişiye “bilge kişi” gözüyle bakılır.
EĞİTİM
Kemal Amca, okumaya ve bir şeyler öğrenmeye çok meraklı kişidir. Gençlik yıllarında lokantada çalışırken, biraz da üvey anne olduğu için geceleri evine gitmez, Hacıata’nın Han’da yatar. Günlük olarak halkevine gider, oradan aldığı kitabı ertesi gün geri verip başka kitap alır. Ayrıca hanı işleten Hancı Kadir ve oğlu Ahmet Özsoy’dan da kitap alır. Her gün hana giderken, yanında bir tane mum satın alıp götürür. Okuyamadığı, içerisinde bir ukde olarak kaldığı için çocuklarını okutur.
Allah’ın, yarattığı kullarına ilk emri “Oku!” olmuştur. Adam kendisini allâme zanneder, din konusunda zükkâr saçar fakat kızlarını okutmaz. Bu gelenek eskiden çok geçerli idi. Yangınına mektup yazar, diye kız çocuğunu ilkokula dahi göndermeyen babalar vardı. Okuma, yazma, imza bilmeyen kızları küçük yaşta evlendirirlerdi. Kahveci Kemal öyle yapmadı. Oğlum esnaf olsun fakat kızlarım mutlaka okusun, diyerek kızlarını okuttu. Büyük kızı Fatma’yı öğretmen, küçük kızı Fevziye’yi eczacı yaptı. Bu çocuklar okurken, toplum baskısı yüzünden çok sıkıntılar çektiler. Fevziye, lise yıllarında sınıfta tek kız öğrenci olduğu için, öğretmenle birlikte derse girip çıkar. Cehalet, ne kötü bir şeysin sen!..
KADIN HAKLARI
Bir toplumun rahat, huzurlu yönetilebilmesi için mutlaka başlarında bir yönetici olması gerekir. Yaratılış gereği, bir ailenin reisi ise evin erkeğidir. İki horoz bir yerde olursa, sabahlar geç olur. Erkekler kadınlara sevgi ve muhabbetle davranmalıdır. Önceleri kadın hakları, âdetler gereği biraz kısıtlıydı. Genellikle evin kadınına pek söz hakkı verilmezdi. Kadınlar, toplum kurallarına uyarlardı. Bundan kırk sene önce memure bayanlar hariç, hiçbir kadın çarşıya girmezdi. Bir kadın esnaf olan kocasını görmesi gerekiyorsa, dükkanlarının yakınında bir yere durur, bir çocuğa kocasını çağırttırırdı. Dükkanlarına gitmesi ayıp sayılırdı. Esnafın çoğunluğunun öğle yemeği evinden gelirdi.
Kahveci Kemal Amca’nın hanımı Dudu Aba, çok münevver bir kadındı. Kocasının emrinden çıkmaz, evlatlarını iyi şekilde yetiştirmeye gayret ederdi. Her gün öğle yemeğini dükkana getirirdi. Bir küçük tepsi üzerine, alüminyum tencerede pişirdiği yemeğinin yanına; turşusunu, kelle soğanını koyardı. Başına, tek gözü görünecek şekilde çarını örter, eli görünmesin diye çar ile birlikte tuttuğu tepsiyi koltuğunun altına koyup dükkana götürürdü. Postane karşısına düşen aralıktaki dükkanlarının yakınındaki köşe dükkanın yanında durur, dükkanlarından birisinin gelip yemeği götürmesini beklerdi. Cennet hanımlarının efendisi, Peygamberimizin kızı Hazreti Fâtıma: “Cenazemi gece defnedin, erkekler görmesin.” buyuruyor. Ne günden ne güne geldik. Şimdi ise bazı kadınlar çarşı ortasında kaldırımı işgal ediyorlar, sanki tepemize çıkacaklar.
NAM BIRAKMAK
Tarihler 12 Mart 2003 Çarşamba gününü gösteriyor. Kahveci Kemal seksen üç yaşında, güzel bir nam bırakarak bu dünyadan göçer. Allah gani gani rahmet eylesin…Ruhuna Fatiha.
N. Sait EKİCİ