Bolvadin'in Temel Taşları

 

FOTOĞRAFÇI TACİDDİN  (TACETTİN EKİCİ) 

Hacımuratlar’ın Fotoğrafçı Taciddin veya Resimci Taciddin…1932’de, Bolvadin’in en eski mahallelerinden, Şazi Mahallesi’ndeki Hacımuratlar Oymağı’nda dünyaya geldi. Fırın işleten babasının adı Şevki’dir. Üç kız kardeşi vardır. Babasının isteği üzerine ortaokul tahsilini yarıda kesip, fırınlarında çalışmaya başlamıştır. Ayrıca, askerlik vaktine kadar bir ara Edici’nin Han’ın işletmeciliğini de yapmışlardır. Askerde öğrendiği fotoğrafçılık mesleğini,  ölünceye kadar devam ettirmiştir. Hacıabdurrahimzâde Ahmet Efendi’nin kızıyla evlenmiş olup; bir kız, üç oğlan çocuğu sahibidir. Oğullarından N.Sait ve Şükrü Suat öğretmenlikten emekli olmuşlardır. Küçük oğlu Haydar ise, babasının mesleği fotoğrafçılığı devam ettirmektedir.

   Fotoğrafçı Tacettin; orta boyda, iri kemikli, bir tutam sakalı olan, yürürken biraz sallanarak yürüyen, yerine göre sert görünüşlü, bazen sinirli olan birisiydi.  Konuşurken yüksek sesle, gürültülü konuşurdu. Merhamet sahibi idi. Zorda kalanın imdadına, maddi ve manevi olarak yetişirdi. “Para arttıkça, para sevgisi de artar.” der, paraya önem vermez, herkese yardımda bulunurdu. Borç para vermeyi çok severdi.  Borç para verdiği kişileri, bir kenara yazmazdı. Öldükten sonra çok kişi borcunu geri getirdi. Şişkinlik, azgınlık, kibir, gurur bilmezdi. Kibirli olan birisini gördüğü zaman üzülür: “Ey İnsanoğlu!..Kaf Dağı kadar büyük olsan da, kefene sığacak kadar küçüksün!” derdi. Vatan sevgisiyle dolu, iman ve ihlâs abidesiydi. Hiçbir zaman güneşi üzerine doğdurmadı. Namazlarını hep cemaatle kılardı. Tatil-pazar bilmez, dükkanını erkenden açar, gün batıncaya kadar çalışırdı. Sanatındaki dürüstlüğü karşılığında “Resimci Tacittin” adıyla marka haline geldi.

FIRIN  YANGINI

1948 yılında Bolvadin merkezde 9951 kişi yaşıyordu. Köyleriyle birlikte bu sayı üçe katlanıyordu. Yerli halkın tamamı ekmeğini evinde yapardı. O gün için beş tane fırın vardı. Bu fırınlarda; simit, ekmek, etli-peynirli-kavurmalı ve düz pide yapılırdı. Fırıncılar sabah erkenden, lokantalara ve sayısı çok fazla olan helvacılara düz pide yaparlardı. Pek çok esnaf, öğleyin etli veya kavurmalı pide yerdi. Bazı fırınlar ise, sadece ekmek çıkartırlardı. Fırınlar, meşe veya ardıç odunlarıyla kızdırılırdı. Bu odunları genellikle, Afyon taraflarındaki köylerde yaşayan Çerkesler, güçlü atlarının çektiği arabalarla getirirlerdi.

1948 yılının Ağustos ayı…Fotoğrafçı Tacettin on altı yaşında…Her gün, rahmetli anası bunu sabah ezanları ile kaldırıp, Zafer Caddesi’nde bulunan  fırınlarını açması için gönderir. Tacettin de fırını açar, temizliği yapar ve Çarşı Çeşmesi’nden doldurup getirdiği sularla, günün ilk hamurunu yoğurmaya başlar. Günün ışımasıyla birlikte babası gelir ve ilk ekmeği çıkarmaya başlarlar.

Gece 02.30…Bütün Bolvadin, karanlığa gömülmüş halde derin uykuda…Tacettin Ekici’nin evlerinin kapısındaki demir tokmak hızlı hızlı vurulmaktadır. “Hayır olsun!” diyerek kapıyı açarlar. Gelen, gece bekçisidir. Bekçi heyecanlı bir şekilde: “Fırınınız yanıyor! Hemen koşun!” der. Tacettin, telaşla hemen giyinip fırınlarına doğru koşar. Fırından yükselen alevler, karanlık geceyi gündüz gibi aydınlatmaktadır. Tacettin, fırına gelip kepengi kaldırdığında, alevler adeta yüzünü yalar. Arkasından babası ve belediye arazözü gelir, halk da toplanmıştır. Arazözün gayreti fırının yanmasını engelleyemez. Tacettin ve babası Ekmekçi Şavkı, büyük bir üzüntü içerisinde, yaşlı gözlerle bütün emeklerinin kül olduğunu acizlik içinde seyrederler. Bu olay, fırıncılık mesleklerini bırakmalarına sebep olur ve Edici’nin Han’ı kiralayıp orayı işletmeye başlarlar.  

   KIMILDAMA  ÇEKİYORUM!

   Bolvadin’de fotoğrafçılık 1918 yılında başladı. Bolvadin’in ilk fotoğrafçısı Eczacı Raci ERDEMİL’dir. Eczacı Raci Bey, yıkılan hükümet binasının yanında hem eczacılık yapıyor, hem de fotoğraf çekiyor. 1935 yılına kadar fotoğraf çeker. Bu yıldan itibaren, “Foto Sultan” adı altında, bayan fotoğrafçı olan Sultan BALKI fotoğraf çekmeye başlar ve 1958 yılına kadar devam eder. Resmi arşivlerde bulunan ilk eski fotoğraflar, bu iki fotoğrafçılara aittir.

Ekmekçi Şavkı’nın oğlu Tacettin’in askerliği Balıkesir’e çıkar. Acemi birliğinden sonra bunu “Sıhhiye Bölüğü”ne ayırırlar. Buradaki dört aylık kurstan sonra, askeri hastanede ve birlik içerisinde iğne, serum, pansuman işleri yapar. Usta birliğine başladığında, parası azalır. Son kalan parasıyla, teskereye gidecek olan bir askerden fotoğraf makinesi satın alır. Bu makineyle, hafta içi çektiği fotoğrafları, hafta sonu dışarıya izne çıktığında yaptırır ve harçlığını çıkartmaya başlar. Askerden gelinceye kadar ailesinde para istemez ve bir miktar para ile de memlekete döner.

Askerlik dönüşü, şimdiki yıkılan hükümet binasının karşısında bulunan dükkanlarına, fotoğrafçı dükkanı açar ve adını da “Foto Hilal” koyar. Burada, ölünceye kadar 48 sene sevilen bir esnaf olarak mesleğini sürdürür.

   SIHHIYECİ  (SAĞLIKÇI)

“Sağlık her şeyin başı” diye atalar sözü var. İnsanın sağlığı yerinde olmazsa, mal-mülk, para-pul, şeref-haysiyet, hepsi hikaye…Osmanlı’nın sonlarına doğru “Hükümet Tabipliği” adı altında bir kurum oluşturuldu. Cumhuriyet’le birlikte, vali yönetiminde olan bu kurumlar vasıtasıyla, ilçelere en az bir doktor verildi. Bunlar, sadece hafif hastalıkları tedavi ederler. Ağır hastalıklarda Afyon’a gidilir.

Toplum fakir…Bir dilim ekmeğe muhtaç kişiler çok…Bunlar hastalanınca ne yapacaklar? Ya tekkeye-türbeye tutunacaklar, ya ocağa tutunacaklar, ya da askerliğini sıhhıyeci olarak yapmış kişilere başvuracaklar. Her mahallenin bir “inneci” si vardı. Bu kişiler askerliğini “sıhhıyeci” olarak yapan kişilerdi. Bekirağa Mahallesi’nde “Mehmet Emin” adında bir kişi vardı. Genellikle herkes onu çağırırdı. Bunlar, iğne, pansuman yaparlar; serum takarlardı. Karşılığında üç-beş kuruş alırlardı.

Şazi ve İmaret Mahallelerinde; parası-pulu olmayan; garip-gurabânın, fakir-fukarânın yardımına da, askerliğini sıhhiye olarak yapan Fotoğrafçı Tacettin koşardı. Fî sebîlillah iğnesini yapar, gerekirse ilacını alıverirdi. Gittiği bazı evlerdeki perişanlıktan çok etkilenir, evine gelince ağlar, hemen yemek yaptırıp götürürdü. Düşenin elinden tut ki, sen de düştüğün zaman tutacak bir el bulasın.

YARDIM  SANDIĞI

Esnaf teşkilatlarının esası olan “âhilik” (arkadaşlık) teşkilatı, Bolvadin’de Selçuklu zamanından beri vardır. Bu teşkilatın görevi, esnaflar arasında dayanışmayı sağlamak olup, iyi, ahlaklı esnaflar yetiştirmektir.   1977… Fotoğrafçı Tacettin ve arkadaşları olan Kediliğin Ahmet (Bağcı), Ekmekçiler’in Tamirci Ahmet (Özaydın), Hafız Ahmet (Başarı) ve Mustafa Ata bir yardım sandığı kurarlar. Bunlar her ay, belli bir miktar parayı sandığa hibe olarak verirler. Sandıkta biriken parayla evlenememiş kişiler evlendirilir. İşyeri açacak kişilere yardım edilir; ayrıca, zorda kalan esnafa borç para verilirdi. Bu kişiler, ölesiye kadar bu sistemi devam ettirdiler. Şimdi hepsi de gerçek dünyadalar. Günümüzde bazı dernekler de, bu görevi devam ettirmektedirler. Gençlerin üniversitelerde okuma oranı yükseldiği için, bunlara yardım yapılmaktadır. Şehrimiz, emekliler şehri haline geldi. Bazı emekliler maddi yönden çok iyi durumdalar. Bunlar, bir öğrenciye her ay gücünün yettiğince bir burs verse kötü mü olur? Bugün için, Allah yolunda infâk ve tasadduk etmenin en iyi yolu, bir öğrenciyi okutmaktır. Bir başkasının hayatına   yardım etmeyen, yaşadığını bilemez.

MÜŞTERİ  VELÎNİMETİMİZDİR

Fotoğrafçı Tacettin’in özelliklerinden birisi de, parası olmayan için veresiye mal vermesiydi. Bazı dükkanların duvarında “Peşin satan / Veresiye satan” tablosu asılı olurdu. Peşin satan şişman adamın kasasından paralar fışkırıyor, veresiye satan zayıf adamın kasasında fareler dolaşıyor. Bunun dükkanında ise “Müşteri Velînîmetimdir” yazısı asılıydı. Dükkanının yanındaki sokakta, Fotoğrafçı Müdür de (Mehmet Dikkulak) üç ayaklı makinesiyle fotoğraf çekerdi. Bunlar, birbirlerine yardımcı olurlardı.

On dört yaşındayım… Bir gün babamla birlikte dükkanı açtık. Ben temizliği yaptım, sokak çeşmesinden suları doldurdum ve kapının önünde müşteri beklemeye başladım. Fotoğrafçı Müdür’ün olduğu taraftan bir köylü, bizim dükkana bakarak geliyor. Fotoğrafçı Müdür’ün önünden geçerken ben: “Buyur Amca!..Fotoğraf mı çekineceksin?” dedim. O anda babam beni hızla kolumdan tutup içeriye çekti. “Ne yapıyorsun sen! Müşteri bizim dükkanın önüne gelmeden kimseyi buyur etme! Başkasının rızkına mani oluyorsun!” dedi. Bu bana büyük bir ders oldu. Rahmetli, hırs kapısını kapatıp, kanaat kapısını açanlardandı.

   TÜNEL  FACİASI

Hac; bedenen sağlıklı olup, maddi açıdan durumu müsait olan Müslümanlar’ın üzerine farz olan bir ibadettir. Hac için giden kişiler, farzları yerine getirmenin yanında, vacipleri de yerine getirirler. Hacda “Şeytan Taşlama” vacip olan bir ibadettir. Hasta veya çok yaşlı olan kişiler, bir başkasını vekil tayin ederek, şeytan taşlama vazifelerini yerine getirtebilirler.

Her sene hac sırasında pek çok Müslüman, kaza sonucu hayatını kaybetmektedir. Bazen yangın, bazen tüp patlaması, bazen de vinç devrilmesi sonucu pek çok hacı vefat etmiştir. Genellikle, şeytan taşlama günlerinde bu facialar olmaktadır. Bu facialar, Suudi Hükümeti’nin yeterli tedbirleri almamasından kaynaklanmaktadır.

   HACCA  NİYET

Fotoğrafçı Tacettin, 1990’da eşiyle hacca gitmeye karar verir. İzmir’de öğretmenlik yapan oğlu Şükrü, özel şirketle İzmir’den göndermek ister. Bunlar da kabul ederler. O yıl Diyanet ile gidecek hacı adayları, Diyanet’in haccı iptal etmesi üzerine gidemezler. Bolvadin’den sadece üç-beş kişi hacca gider. Bunlar, hacca gitmenin mutluluğuyla görevlerini yapmaya başlarlar. Haccın en önemli, en maneviyatlı, en meşakkatlı günleri olan, “Arafat’a Çıkma” ve “Şeytan Taşlama” günleri gelmiştir. Tarih 1 Temmuz 1990…Hepsi ihrama girer ve kurban bayramından iki gün önce Arafat’a çıkarlar. Geceyi orada ibadetle geçirirler. Ertesi gün arefedir. Arefe günü, haccın farzlarından olan “Vakfe Duası”nı yaptıktan sonra hacı olurlar. Sıra, Müzdelife Bölgesi’nde akşam ve yatsı namazlarını birleştirip kıldıktan sonra, Mina Bölgesi’nde bulunan “Şeytan Taşlama” görevine gelmiştir. Müzdelife’den gece yaya olarak yola çıkarak, sabaha doğru “Mina Bölgesi” ne gelirler. Bayramın birinci günü şeytanları taşlarlar ve otellerine mutlu bir şekilde dönerler. Kurbanlarının kesildiği haberi geldikten sonra tıraş olur, yıkanır ve ihramdan çıkarlar. Otellerinde biraz istirahat ettikten sonra Kabe’ye gidip, farz olan Kabe ziyaret tavafını yapar, arkasından da iki rekat namazlarını kılarlar.

3 Temmuz 1990…Bayramın ikinci günü…Bugün ve yarın da şeytan taşlamaya gidilecek. Kafile başkanı, çok sıcak olduğu için akşamleyin gidileceğini söyler. Tacettin Ekici’nin hanımı hastalandığı için, şeytan taşlamaya gidemez ve vekâletini eşine verir. Akşama doğru kafile halinde yola çıkıp, Şeytan Taşlama Mahalli’ne varırlar. Giderken, gidiş gelişli olan 515 metre uzunluğundaki tünelden geçerler. Şeytanları taşladıktan sonra, geri dönüşe geçerler. Tünelin ortalarına gelince bir yığılma başlar. Önlerindeki başka bir guruptan, bir hacı vefat etmiştir ve oradakiler cenazenin etrafını çevreleyip: “Gelmeyin!…Gelmeyin!…” demektedirler. Orada büyük bir yığılma olur ve herkes birbirini ezmeye başlar. Pek çok kişi de, tünel girişindeki köprülerden aşağıya düşer. Tünel yüksekliğinin neredeyse yarısına kadar ceset dolar. Cenâb-ı Allah, Fotoğrafçı Tacettin’i çocuklarına bağışlar. Her tarafı yara-bere-çürük içinde tünelden çıkmayı başarır. İki gün oralarda yatar, oteline gidemez. Otelde bulunan eşi, büyük bir merak ve üzüntüyle, biraz da ümidini keserek beklemektedir. Otele döndüğünde bayram havası yaşanır. Ölüm, ne bir saniye önce; ne bir saniye sonra…Ecel, orada henüz daha gelmemiştir. 578’i Türk hacısı olmak üzere, 1426 kişi şehit olmuştur. “Huma kuşu yere düştü ölmedi  / Dünya Sultan Süleyman’a kalmadı.”

BERAT  GECESİ

Fotoğrafçı Tacettin, hac görevini yaptıktan sonra oraların aşığı haline gelmiştir. Her yıl umreye gitmek istemektedir. Üç sefer umre haccı yapmıştır. Tarih 20 Eylül 2004…Kendisi, hanımı ve torunu Merve’yi de alarak, tekrar umre yolculuğuna çıkar. Amacı, yaklaşmakta olan Berat Gecesi’ni orada ihya etmektir. 30 Eylül günü Berat Gecesi’dir. Geceyi Kabe’de geçirdikten sonra, otellerine gidip yatarlar. Uyurken bir rüya görür. Beyaz giyimli kişiler bunu bir süt havuzunda yıkayıp: “Bu beratın!..” diyerek sağ eline bir kağıt verirler. Uyandığında hanımına ve torununa bu rüyayı anlatır.

RAHMET-İ  RAHMAN’A  KAVUŞMA

Fotoğrafçı Tacettin’in, hac organizasyonu yapan “Şeneller Şirketi”nin başında bulunan Hacı Bilal ŞENEL’le özel samimiyeti ve dostluğu vardır. Şirket, götürdüğü umrecileri, kutsal yerleri ziyaret için Mekke’yi gezdirmeye başlar. Gezerken, peygamberimizin yakınlarının da bulunduğu “Cennet-i Mualla Kabristanı” na da uğrarlar. Hacı Bilal, bu kabristana sadece Mekke’de bulunan Araplar’ın defnedildiğini, diğer ülkelerden gelenlerin başka kabristana gömüldüğünü söyler. Hacı Tacettin de: “Ben ölünce beni buraya gömerler, şakır şakır kapılar açılır.” der. Oradakiler gülüşürler. Ertesi gün, Kabe’nin ikinci katında eşi ve torunuyla, ikindi namazlarını kılarlar. Namaz bitiminde cenaze namazı kılınır, beş tane cenaze vardır. Hacı Tacettin, cenazelere imrenerek bakar ve başını iki tarafa sallayarak yanındaki torununa: “Uçtu gittiler.” der. Akşam ve yatsıyı Kabe’de kıldıktan sonra, otellerine gidip yatarlar. Sabah namazına kalktıklarında, abdest almak için lavaboya gider. Torunu Merve de elinde havluyla kapıda beklemektedir. Abdest sırasında sağ kolunu yıkarken, oraya yığılır kalır ve son nefesini verir. O gün öğleyin, Kabe’de yedi tane cenaze vardır. İki tanesi oralı, diğerleri başka ülke hacıları…Kılınan cenaze namazından sonra omuzlara alınan tabutlar, sırayla kabristana götürülür. Oralı olan ilk iki kişi, Cennet-i Mualla Kabristanı’na girerken, üçüncü sırada olan Hacı Tacettin’de o kabristana girince kapılar kapanır. Diğerleri başka kabristana defnedilir. Bir gün önce söylediği söz gerçek olmuştur.

GIYABINDA  NAMAZ

Tarih 11 Ekim 2004 Pazartesi…Görev yaptığım İmam- Hatip Lisesi’ne gittim ve ikinci derste iken, müdür yardımcısı Bekir Sıtkı Özaydın beni çağırttı. Yanına gittiğimde, eve kadar gitmemi söyledi. Ben merak edip telefon edeceğimi söylediğimde, eve gitmemde ısrar etti. Eve, telefonla vefat haberi gelmiş. Eve vardığımda eşimi ve kız kardeşimi ağlar buldum. Haberi aldığımda ben de yıkıldım. Gerekli hazırlıkları yaptım ve öğleyin Kabe’de cenaze namazı kılınırken, biz de Çarşı Camisi’nde öğleyin gıyabında cenaze namazını kıldık. Bir günümüz bile sensiz geçmezken, şimdi mezarına bile hasretiz babam!… Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ