Bolvadin'in Temel Taşları

 

HIFSILARIN FEVZİ  (FEVZİ GÜNDAY)

 

Fevzi Günday, 1915’de Bolvadin’in Hacıesat Mahallesi’nde dünyaya geliyor. “Haliloğulları”ndandır. Lâkabını ana tarafından almıştır. “Hıfsıların Fevzi” “Postacıların Fevzi” lâkaplarıyla bilinir. Babası Carullah çiftçilik yapardı. Birisi kız olmak üzere, dört kardeştirler. Ali ve Ahmet adlarında ağabeyleri, Bolvadin’in ilk şoförlerindendir. Hiç trafik kazası yapmamıştır. Ayrıca, han işletmeciliği yapmıştır.

Hıfsıların Fevzi; uzun boylu, dolgun suratlı, kilolu ve göbekli birisiydi. Temiz ve şık giyinirdi. Güleryüzlü bir hali vardı. Nüktedan ve hazır cevaplı idi. İçki, kumar, sigara bilmezdi. Küfür de etmezdi. İnsanlara yardım etmeyi, kendisine bir kural edinmişti. Çocuklarına: “İyilik edin, yarın bu önünüze gelir.” derdi. Yolda kalmışa yardım ederdi. “Otobüsünüzle paralı-parasız herkesi götürün, müşteriye iyi davranın.” derdi. Topluma, pek çok şoför yetiştirdi. Muavinin yanlış hareketini görürse, hemen ona yol verirdi. Kardeşleri arasında sıkı bir bağ vardı. Bir şey satın alacağı zaman “İstişare sünnet” der, istişare eder, herkese sorardı. Matematikle ilgili işlemleri çok iyi bilirdi. Hacca giderken mutlaka hanımını da yanında götürürdü. yedi sefer de hac yapmak nasip oldu.

    OKUL  YILLARI

Küçük Fevzi, henüz daha üç yaşında iken babasını kaybediyor. Ağabeylerinin gözetiminde yetişiyor. Ağabeylerinin yaylı arabası var. O gün için şehirlerarası karayolu fazla yok. Ticari mallar tren ile sevk ediliyor. Arabaları ile Çay Tren İstasyonu’na gelen malları, çevre ilçe ve kasabalara dağıtıyorlar. Buna: “posta” deniyordu. Bunlar da bu postaları dağıttıkları için, lakapları oradan geliyor. Ayrıca ağabeysi Ali, sucuk yapıp çevreye gönderiyor. Bolvadin pazarı günü tezgah açıp, genellikle kuru yiyecek maddeleri satıyorlar.

Fevzi Günday, 1922’de ilkokula başladığında, okullarda “Osmanlıca” öğretiliyordu. İlk üç yıl Osmanlıca öğrenim gördükten sonra, Latin Alfabesi’ne geçilir ve günümüz harfleriyle öğrenim görür. Osmanlıca ve Latin Harfleriyle yazması ve okuması çok mükemmeldir. İlkokulu başarı ile bitirir. Ağabeyleri ortaokula göndermek isterler fakat anası karşı çıkarak: “Gidersen, yemeyeceğin aşın içinde taş çıksın!” der. Bunun üzerine, okumaktan vazgeçer ve ağabeyleriyle birlikte ticaret ve han işletme işlerine girer.

BOLVADİN’DE  HAN  İŞLETMECİLİĞİ

Şehirlerde, yabancıların gecelemesi için kalacakları bir yer mutlaka bulunmalıdır. Bizans Dönemi’nde Bolvadin’de bedesten ve çarşılar kurulmuş. Bolvadin’in ortasından büyük bir dere geçip, Eber Gölü’ne dökülürmüş. Çarşı Camisi’nin kıble tarafına düşen, bedestenin sağ tarafında kasaplar: sol tarafında sarraflar: terziler ve kunduracılar bulunurmuş. Çarşı Camisi’nden İmaret Camisi’ne kadar olan yolda, genellikle demirciler varmış. Balta Çeşmesi civarına ot ve odun pazarı kuruluyor. Çarşı Camii Çınarının yanına sebze pazarı, önündeki sıra çeşmelerin önüne ise manifaturacılar pazarı kurulurmuş. Ayrıca; kaymakçılar, sütçüler ve helvacılar bu bölgede ticaretlerini yaparlarmış.

Tarih kitaplarında, Bolvadin’de on tane han olduğu belirtilir. Günümüze ancak dört tane han gelebilmiştir. Hacıata’nın Han, Edici’nin Han, Gıllaklar’ın Han ve Yazıcılar’ın Han…Şimdiki parkın olduğu yerde “Ese Hanı” adında bir han varmış. Burada sadece, gelen yabancıların hayvanları dururmuş. Bu han 1924’de yıkılıp, yerine hükümet binası yapılıyor. Bu bina da 1974 yılında yıkılıp park yapıldı. Hanlar, genellikle dikdörtgen biçiminde ve iki katlı olurdu. Ortasında avlu bulunurdu. Avluya giriş kapısından iki araba rahat geçerdi.

   POSTACILAR’IN  HAN

Tren İstasyonunda posta çeken Ali, Ahmet ve Fevzi kardeşler, mülkü Avukat Hasan’a (Yazıcı) ait olan hanı kiralarlar. Bu han, şimdiki Rekor Market’in arkasında idi. Hana girildiğinde, tabanına taş çakılmış büyük bir avlu gelenleri karşılardı. Bolvadin, çevrenin ticaret merkezi olduğu için, hanlarda çok kişi kalırdı. Dışarıdan gelen yabancıların yanı sıra, at veya öküz arabasıyla gelen kişiler burada kalırlardı. İki katlı olan bu binanın alt katında esnaf dükkanları ve ahır vardı. Üst kısmında ise yatak odaları bulunurdu.

Bolvadin pazarı için gelen köylü, bir gün öncesinden gelir; hayvanlarını ahıra bağlar ve kahvehaneye otururdu. Her hanın altında, mutlaka gelenlerin vaktini geçirecekleri kahvehane bulunurdu. Kahvehanenin arka bölümünde, yerde hasır serili olurdu. Handa yatacak parası olmayanlar, kepeneğine sarınıp uzanır, hasırın üzerinde sabahlardı. Henüz daha gün ışımadan, kahvehanenin temizliği için bu yatanlar kaldırılıp, dışarıya çıkarılır. Kış günü ise, pazar kuruluncaya kadar bu kişiler üşümemek için ahırlara koşarlar, orada beklerler. Bazen hırsızlık oluyordu. Kepenek çalınıyor veya atın hamıdı çalınıyordu. O zaman hemen hanın kapıları kapatılıp arama yapılıyordu. Günday ailesi, otuz seneden fazla bu hanı işletmiştir. Hıfsılar’ın Fevzi, askerlik dönüşü evleniyor. Allah, üç kız; üç oğlan; altı evlat veriyor. Oğulları İsmet, Ziya ve Ali İhsan; babalarının şoförlük mesleğini devam ettirmişlerdir.

   İLK  MOTORLU  TAŞIT

Bolvadin’de 1946 yılından önce motorlu taşıt bilinmiyordu. Ulaşım, atlı arabalarla veya trenle yapılıyordu. Fevzi Günday, ağabeyleriyle birlikte otobüs almaya karar verirler. O gün için ilk otobüs alanlar: Gani Boyacı, Kadir Bozdemir, Ali Kapu ve Karagevrek’tir. 1948’de 46 model “Chevrolet” marka bir otobüs alırlar. Bu otobüs on sekiz kişilik olup, kasası ahşaptandır. Otobüsü kullanmayı öğretecek şoför bulamıyorlar. Ankara’da şoförlük yapan Kucurun Faruk’u çağırıyorlar ve o da Fevzi Günday’a arabayı kullanmasını öğretiyor. Arabanın ön üst kısmına “Ceylan Geliyor” diye yazdırırlar.

Fevzi Günday, bir gün bu arabayı çalıştırıp handan dışarıya çıkıyor. İmaret Camii tarafına doğru giderken, gaz pedalı takılı kalıyor. Arabayı durduramayan Fevzi Ağa, sağa sola vura vura gidiyor ve cami önündeki akasya ağacına çarparak duruyor. Millet panikle kaçışıyor. Halkın çoğunluğu, böyle motorlu taşıtı ilk defa gördüğü için, birbirine: “Amanın bi’ dert gelmiş, her yeri yıkıp yumuyo!” diyor. Sadece Afyon’a ve Emirdağ’ına sefer yapıyorlar. Muavini ise Saatçi Mevlüt (Baykara) ve Köpekçinin Sami (Özkan) oluyor. İki yıl sonra, 1950 yılında “sıfır” “Opel” marka bir otobüs daha alıyorlar. O zaman otobüslerin sadece motor kısmı ve şasesi olurdu. Alan kişi, kasasını koltuklarını kendisi yaptırırdı. Bu otobüsü Akşehir’e götürüp, ahşap kasasını ve koltuklarını yaptırıyor. 1954’de yeni bir araba daha satın aldıktan sonra, devamlı arabalarını yeniliyor. O günkü arabalar marşlı değildi. Önce eter koklatılır, motorun önündeki kasnağa ip sarılır ve iki kişinin hızla asılmasıyla çalıştırılırdı. Her parçası yurt dışından getirildiği için, çok zaman parça bulma sıkıntısı yaşanırdı. Çay’dan Bolvadin’e gelesiye kadar altı kere lastiğin patladığını söylerdi.

   SİPARİŞ

Toplumda, insanları faydalı olmak, kolaylık göstermek, yardımcı olmak büyük sevaplardandır ve aynı zamanda insan olmanın gereğidir. Fevzi Ağa da, başkasının işini görmeyi, yardımcı olmayı seven bir kişidir. O gün için lazım olup da, Bolvadin’de bulunamayan pek çok şey var. Herkes, Afyon’da olur, düşüncesiyle bulamadığı eşya veya yiyeceği otobüs şoförlerine sipariş verirdi. İlaç mı bulamadı, ver siparişi…Kadın aşeriyor canı meyve mi istedi, ver siparişi…Bilezik veya altın mı alınacak, ver siparişi…Rahmetlik, her gün sefere çıkmadan önce bu siparişleri liste halinde yapardı. Afyon’a varır varmaz ilk işi, bu siparişleri almak olurdu. Karşılığında kimseden bir kuruş almaz: “Onların duası bana yeter.” derdi. Arabasına binip parası olmayıp “İdare et!” diyenleri idare ederdi.

ÜZÜM  KÜFESİ

Eskiden otobüslerin bagaj kısımları alt tarafında değildi. Otobüsün üzerinde eşya koyma yerleri vardı. Otobüsün arkasından sabit bir merdivende üzerine çıkılır ve oraya eşya yerleştirilirdi. İçi dolu olduğu zaman, yolcuların bir kısmı otobüsün üstünde yolculuk yaparlardı. Afyon’a gidiş ücreti bir lira ise, yukarıda yolculuk edenler yetmiş beş kuruş verirlerdi.

Yıl 1953…Fevzi Ağa’nın büyük oğlu İsmet on bir yaşında…Otobüslerinde muavinlik yapmaktadır. Hıfsılar’ın özelliklerinden birisi de, hepsi de şoförlüğe meraklıdırlar. Daha küçükken, altlarında bezleriyle arabayla tanışırlar ve muavinlik yaparak şoförlüğe başlarlar. Eylül ayıdır ve hava sıcaktır. Öğleyin yolcuları doldurup Afyon’a varırlar. Dönüşte, manavın birisi, küfeyle aldığı üzümleri otobüsün üzerine yükler. Dönüş için hareket ettiklerinde ikindi olmuştur. Otobüs kapıya kadar dolu olduğu için İsmet, arabanın üzerine biner. Otobüs giderken, İsmet’in başına sıcak vurur. Aynı zamanda çok da susamıştır. Küfelerin içindeki iri siyah üzümleri görür. Canı çok çeker fakat almaya korkar. Biraz sonra, nasıl olsa kimse görmez, der ve nefsini yenemez, bir salkım üzüm alıp yemeye başlar. Babası Fevzi, arabanın sol tarafına düşen gölgeden bunun üzüm yediğini görür.

Otobüs kaplıcaya girdiğinde hemen buna aşağıya inmesini söyler. İsmet aşağıya inip yanına geldiğinde bir tokat patlatır. İsmet’in yüzünden âdeta cıngılar çıkar. Arkasından: “Sen nasıl elin malına el uzatırsın! Bana diyeceksin, sana iki kilo, üç kilo üzüm alacağım!” der ve hemen otobüse binip, üzüm sahibine çocuğun yediği üzümün parasını verir. Bu olay, küçük İsmet’e de büyük bir ders olur; ondan sonra helâla-harama çok dikkat eder.

AYI MI  OYNEYYO!…

Sinemanın dışında farklı bir eğlencenin olmadığı dönemde, ayı oynatıcıları vardı. Bunlar, bize yakın köylerden birisinden gelirlerdi. Genellikle Bolvadin pazarı olduğu gün, iki atla çekilen arabalarına ayıyı bindirirler; arabanın arkasına da köpeklerini bağlarlar; bu şekilde gelirlerdi. Çarşıda veya mahalle içinde bir tef (def) sesi duyarsak, mutlaka bir ayı oynatıcısı geldi demekti. Herkes ayıcının başına toplanır, ayının yaptığı hareketleri gülerek seyrederlerdi. Ayının burnuna bir halka geçirilir, zincirle buradan bağlanıp yönetilirdi. Ayıcının elinde uzunca bir değnek ve tef olurdu. Ayıcı, tefi çalıp, kendince bir türkü söylediği zaman, ayı iki ayağı üzerine kalkarak oynar gibi yapardı. “Göbek at!” dediğinde göbek atmaya başlardı. Peki bu ayı, oynamayı nasıl öğrenmişti? Dağda, inindeki yavru ayıyı yakalayıp köye getirirler; kızgın sacın üzerine koyup tef çalarlar; ayı da, ayağım yanmasın, diye birini indirir, birini kaldırırmış. Daha sonraları ne zaman tef çalınsa, ani refleks yaparak ayaklarını indirip kaldırmaya başlarmış. Ayrıca, zarar vermesin diye, ayının pençelerini sökerlermiş. Böyle olunca; çocuk aklıyla biz, ayıyı oynuyor, hatta eğleniyor sanırdık.

Bazen ayıcıyla güreş tutarlardı ve çoğunlukla da ayıcı yenilirdi. Oyun sırasında: “Haydi goc’oğlan! Gocagarılar hamamda nasıl bayılır?” dediğinde, ayı iri gövdesiyle yere sırt üstü yatar; ayaklarını kaldırır; bir müddet hareketsiz dururdu. “Genç kızlar nasıl utanır?” dediğinde de, ayı iki pençesini yüzüne kapatırdı. Ayı bazen efkârlanır, sahibinin sözünü dinlemezdi. Ayıcı o zaman sinirlenir, elindeki değnekle ayının burnuna vururdu. Gösteri sonunda, ayıcı etrafını çevrelemiş olan seyircilerin önüne tefini tutar, herkes gönlünden ne koparsa üç-beş kuruş tefin içine atardı.

Ayının farklı bir görevi daha vardı: sırt çiğneme…Ayıcı, mahalle aralarında dolaşırken bazı kadınlar ayıya sırtlarını çiğnetirlerdi. Yanırlısında yel-guz olan kadınlar bunu yaparlardı. Ayıcıyla pazarlık yapılır; kadın evin girişine yüzükoyun uzanır; bu konuda eğitilmiş ayı da, ön iki ayağını kadının sırtında gezdirirdi. Bazen sırtına çıktığı da olurdu. Güzel gördüğü kadının da sırtından inmezdi. Kadın bu arada derinden derinden “Oh!” çeker, mutlu bir şekilde yerinden doğrulurdu. Parası olmayan kadınlar, karşılığında evden ekmek verirler, ayıcı da sırtındaki tek gözlü heybesine bunları koyardı.

   HAYVANLARA  EZİYET  ETMEK

Hiçbir hayvana işkence, eziyet etmek; onları dövüştürmek caiz değildir. Büyük günahı vardır. Öbür dünyada, boynuzsuz koyun bile boynuzlu koyundan hakkını alacaktır. Dînî açıdan olsun, insâni açıdan olsun bu hareket yanlıştır. Dağdaki ayının hürriyetini kısıtlayıp, ona büyük işkenceler yapmak büyük vebaldir. Ben küçükken, yoldan geçen zavallı köpeği taşlamak, normal bir hareketti. Bazı arabacılar, ata küfür ederek kamçıyı vururlardı. Halbuki arabanın arkasında da:”Ata vurma, arpaya vur.” yazardı. Bazı çobanlar, koyuna-keçiye insafsızca değnek vururlardı. Belediye zabıtaları, kasap halindeki başıboş köpeklere zehirli et verirler, zavallı hayvan kıvrana kıvrana ölürdü. Bazen de sebze halinin içinde tüfekle vururlardı. Günümüzde, sahipsiz köpekler belediye tarafından bir yerde toplanmaktadır. Ayrıca, sahipsiz sokak kedilerine bakmayı görev bilen, merhamet sahibi insanlarınız da var. Peygamberimiz: “Merhametli olmadan, imanlı olamazsınız.” buyuruyor. Yeryüzündekilere merhamet edelim ki, gökyüzündekiler de bize merhamet etsinler. Ben bu ömrümde şunu çok iyi öğrendim. Bütün mahlûkâta karşı: Merhamet…merhamet…merhamet…

 AYRILIŞ

Her şeyin bir ömür süresi oluyor. Şoför Fevzi Günday’ın ömrü de, 17 Ekim 1986 Cuma günü yetmiş bir yaşında iken sona eriyor. Allah Gani Gani Rahmet Eylesin…Ruhuna Fatiha…                                                                                        N. Sait EKİCİ