Bolvadin'in Temel Taşları

SUNUŞ

 

BOLVADİN’İN TEMEL TAŞLARI KİTABINA DAİR NOTLAR

 

N.Sait EKİCİ, Bolvadin’in kültür tarihi üzerinde çalışan önemli değerlerimizdendir.

2015’te yayımlanan “Bolvadin’in Asırlık Çınarları” kitabı “Boldav” tarafından basılmış Yahya PEKTAŞ’ın zengin muhtevalı “Sunuş” yazısı ile okuyucularına ulaştırılmıştır.

“Bolvadin’in Temel Taşları” ikinci kitabıdır… Kitabında yer alan şahıslarla ilgili yazılar, 24 Eylül Gazetesi’nde tefrika-röportajlar halinde yayımlanmıştır. Kitap, bu röportajlardan müteşekkildir. Eser, alfabetik sıraya göre düzenlenmiştir. Kişiler arasında “zengin-fakir”, “sizden-bizden” ayrımı yapılmamış, insanlar toplumsal fonksiyonlarına göre alfabetik sıralanmış. Yazarın değer ölçülerine, dünya görüşüne göre; Bolvadin’in kültür, ekonomik ve sosyal hayatına katkıda bulunmuş 59 insanımızın, daha çok toplumu ilgilendiren yönleri verilmiştir. Kitapta, Bolvadin’de yaşanan hayatın özüyle karşı karşıyayız. Anlatılanlar, bu günlere nasıl geldiğimizin hikâyesidir. Eğer Bolvadinli iseniz ve çocukluğunuz Bolvadin’de geçmişse, anlatılan hayatın içinde hissediyorsunuz kendinizi.

EKİCİ, bize, bizi anlatıyor. Bolvadin hayatını şu ya da bu şekilde etkileyen kimlikleri ve kişilik özellikleriyle veriyor. Bizi kuşatan değerleri tasvir etmiş. Eğrisiyle doğrusuyla dini algılayış ve yaşama biçimimiz; ”haram-helal” anlayışımız,” güzel-çirkin”, “doğru-yanlış” görüşümüz… “Vicdan”, “sağduyu” algılarımızı bir fotoğrafçı gibi yansıtmış, soyut kavramları, adeta somutlaştırmıştır.

Yazar, kişilerini; araştırmış, incelemiş bizzat şahıslardan veya onu tanıyanlardan soruşturmuş duyduklarını ulaşabildiği gerçekleri değiştirmeden aktarmıştır.

Osmanlının son dönemi (İkinci Meşrutiyet ve sonrası) Cumhuriyetin ilk yılları…“Yamamayınca giyilmeyen, yalamayınca doyulmayan, ekmeğin, şekerin, kaputbezinin karneyle satıldığı, Bolvadinlinin kahir ekseriyetinin “gün rızıklı-gün azıklı” olduğu, ocağın, maltızın yerini; sobanın kuzinenin, islimin, lüksün aldığı yıllar… Az da olsa takasla alışverişin yapıldığı dönemler, komşunun komşuya “ateş almaya” gittiği,  “tezek-kemire” ile ısınılan; zenginin de fakirin de yoksul yaşayışta en yakın olduğu; saatlerin Güneş saatine göre değil de ezani saatlere göre ayarlandığı, günün; sabah, öğle ve akşam diye algılandığı zamanlar… Alışverişlerin; pancar veresiye, harman veresiye, haşhaş veresiye yapıldığı, belediye çavuşlarının “kelle kesen kel Hasan” kesildiği dönemler… Sağlık sorunlarının yaşandığı, sağlık ocağının bulunmadığı, tek doktorun bile olmadığı, sıtmanın, veremin, kelliğin kol gezdiği devirler…”

İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasının panoraması…

Bolvadin’de belediye teşkilatının 1854’te kurulduğunu, daha önce “ayânların” yönettiğini, okuyoruz. Pek çok kültürel faaliyete konu olan Park Gazinosunun 1932’de inşa edildiğini,1938’de Elektrik Santralını Almanların monte ettiğini, Bolvadin kurtuluş törenlerinin 1952’den beri bayram olarak kutlandığını öğreniyoruz.

Birinci Dünya Savaşı yıllarına da gidiyoruz: Beş yıl İngiliz esaretinde kalanlar; Plevne’de, Kafkasya’da, Balkanlar’da, Trablusgarp’ta, Mekke Müdafaasında dövüşenler, Yunan, Kırım Savaşlarına, en son Çanakkale’ye, İstiklal Savaşlarına katılanların kahramanlıklarını okuyor, Bolvadinli Kore gazilerini tanıyoruz, onlarla iftihar ediyor; Yemen, Arabistan çöllerinde, Filistin dağlarında-taşlarında harcanan yiğitlerimizin, geride bıraktıklarının hikâyelerini okuduğumuzda hüzünleniyoruz. Darı tanesi gibi Avrasya coğrafyasına serpilmiş insanımızın hüsranları onların evlatlarının çektiği acılar içimizi yakıyor… Bir zamanlar hayatımıza girmiş, şimdi elimizde olmayan coğrafyalar Galiçya’da, Bağdat’ta, Yemen’de, Filistin’de, Osmanlı vatanını koruyacağım, deyip de dönmeyenler, evlatlarını yetim, eşlerini dul bırakanların hikâyesi…

N.Sait Ekici, tarih bilgilerinin yanında toplumsal sorunlarımızı göstermiş, göstermekle kalmamış onların altında yatan ve onları yönlendiren zihniyete de işaret etmiştir. Bir başka ifade ile gerçeklerin kabuğunu kırmaya çalışmıştır. Kitapta kolektif şuuraltımıza uzanıyoruz. Bolvadin’in şuuraltı ve üstü toplumsal şuuru, başarılı bir şekilde yansıtılmış. Bu kitap, hayat mücadelesini tek başına veren yetimlerin hikâyesidir… Her biri bir filme, tiyatroya konu olabilecek değerde hayatlar…

Yaşama şartlarının ağırlığından iş ve değer üretmeye fırsat bulamayan, günlük azıklarının peşinde koşan, saplantılı siyasi ideolojisi olmayan (depolitize) insanları, dine dair bir şeyler öğrenmeye çalışan parmakla sayılacak kadar Risale-i Nur talebelerini tanıyoruz. Yer yer onomastik (özel isim bilimi) bilgilerine rastlıyoruz: Napolyon kirazının, Aliefendi Mahallesinin adlarının nereden geldiği konusunda bilgileniyoruz. Bunun yanında yazarımız, önemli kavramların anlam çerçevelerini de çiziyor. Atasözlerinde, deyimlerde ve vecizelerde hemşerilerimizin; yaratıcı sezgi gücüne, hayal gücüne, düşünce gücüne şahit oluyoruz…

Ekonomik buhran yıllarında harp artığı yetim, öksüz ve dullarımızın hayat mücadelesini; sağlıksız yaşama şartlarını, yoksulluklarını okudukça halimize şükrediyoruz. Bizim, günlük karşılaştığımız, hayatı paylaştığımız, görünürde fevkaladeliği olmayan insanların fevkaladeliklerini okudukça zenginliğimizin farkına varıyoruz.

Toplumsal problemlerimiz, kişilerin hayatı etrafında sergilenmiş. Zihniyetimiz, hem eleştirilmiş hem yerilmiş hem de övülmüş… Hepsi dozunda… Düşünce dünyamız, şahısların tutumları üzerinden verilmiş. Sorunların çözümü konusunda yer yer önerileri olmuş; fakat şu ideolojiye bağlı kalmamıştır. İslami motifler sık sık görülse de İslamcılık görülmez. Konular belli bir ideolojinin veya bir tezin ışında anlatılmamış. Sadece durum tespiti yapılmış, ara ara yazar kendi görüşünü dillendirmiştir. Kısaca, anlatılanların; siyasi, felsefi, dini hatta ahlaki iddiası yok.

“İşte biz buyuz.” diyebileceğimiz tespitler yapılmış. Tarihimiz sosyolojimiz, psikolojimiz özetle kültürel antropolojimiz, bizi Bolvadinli kılan ruh halleri, davranışlar, kimlik ve kişilik özelliklerimizi ahenkli bir anlatımla yansıtmış.

Yazar, “okur yazmazlarımız”a diyor ki: “Gözü kapalı yaşamayı bırakın, etrafınıza bakmayın, biraz etrafınızı gözleyin, görün. Bolvadin’de yaşamanın tadına varın.”

Bu röportajlarda baba-ana yerine koyduklarımız, kardeşlerimiz, sokağımız mahallemiz, çarşımız hülasa biz varız.

Keramet ehli, “aklın onları terk ettiği” meczuplarımızdan bahsediyor. Mahalle çocuklarının ayakkabılarını ücretsiz tamir eden eskicilerle tanışıyoruz. Toplumu ayakta tutan değerler içinde yaşamak: yardımlaşma, dayanışma, diğerkâmlık, fedakârlık… İnsanımızın sevilecek takdir edilecek yönleri adeta destanlaştırılmış. Kaybolmuş adetlerimiz. Hamamdan çıkan kadınların, çoluk-çocuk demeden yaşına bakmaksızın diğer kadınların elini öpmesini okuyunca “Ha bu böyleydi,” demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Çalışmada, ummadığımız beklemediğimiz zenginliklerimizle karşılaşıyoruz. Yad-ı cemil olmuş, örnek davranışlı insanların iyiliklerini okuyoruz. Görünürde sıradan insanların hamiyetlerini, faziletlerini görüyor, onlara gıpta ediyoruz.

Her şey olduğumuz gibi… Hayatımızı dokuyan kişiliklerin fotoğraflarını sunuyor.

Asker ocağının, insanımızın hayatında çok önemli yeri var; çoğunun hayatının mihenk taşı olduğunu görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı yıllarında askere gidenlerimizin 36 ay askerlik yaptıklarını öğreniyoruz.

Evlilik de hayatın nirengi taşlarından biridir. Evliliklerin “hesap üzerine değil de nasip” üzerine yapıldığı, “sevdiğini alamayıp da aldığını sevmeye mecbur” olunduğu dönemler üzerinde düşünüyoruz. Eskiden evlilikler ya “kapalı zarf usulü”; ya da gaz lambasıyla aydınlanılan dönemlerde (1938’den önce) “Elektriklenme nedir?” bilmeden gerçekleştiğini okurken gülüyoruz.

N.Sait Ekici; “Sevdiğini alamadıysan aldığını seveceksin. Evlilik namaz gibidir; niyetlendin mi sağa sola bakılmaz.” diye de evliliği temellendirmeye çalışıyor. Bir yandan da kaynanasından, kocasından, görümcesinden çok çeken, rızası alınmadan, danışılmadan küçük yaşta evlendirilen kadınlara acıyor. Radyo içinde cücenin haberleri okuduğu yorumunu yapanları okuyunca acınıyoruz (kahroluyoruz.) (Radyoda ilk Mevlit okunduğunda, içinde cüce olduğuna inanıp bürünen kadınlarımızı gördüm. O.G.)

Yazarın da kader hakkında benimsediği düşünce: “Evvel emirde ne yazıldıysa onu görecektir. Her şeyi hesap etmek yanlış… Hayat hesaba sığmaz…” Hayatta ulaşabildiklerimize “elhamdülillah” ulaşamadıklarımıza “eyvallah” diyebilmeliyiz. Helalin hesabı, haramın azabı vardır. Kul hakkı nedir bilir misiniz? Allah yarına bırakır (senin) yanına bırakmaz. İnsan dediğin; en çok “mahşer gününe kalmış hesap” tan korkar.

Kişilere kendi hayat tecrübesinden ve bilgisinden; Bolvadin’in ruhuna, kazandırdığı değerler açısından, kolektif şuurun ip uçlarını veriyor. Bir bakıma bize bizi, anlatıyor ruh kökümüzü aydınlatıyor.

İş disiplini ve iş ahlakı olan esnafın ticari başarına şahit oluyoruz. Kaybolup giden meslekler: Kaderci, niyetçi, destancı, pekmezci, tahinci, helvacı, nalbant, tuğlacılık, testicilik, çerçilik, dellalık gibi meslekler kimi hayat şartlarına yenilmiş…Testi ocaklarında, testi, boduç, kandil, hevik, küp, büz yapıldığını bunların teknolojiye nasıl yenildiğini öğreniyoruz. Teknolojik gelişmelerden nasipsiz değiliz, geç de olsa: traktör, ot balyalama makinesi, kuluçka makinesi, montofon inek üretimi (1954) hayatımıza giriyor. “Neyine güveneyim yalan dünyanın / Keremi yandırıp kül etmedi mi?” diye kötümser olanlara umut aşılıyor: “Darda kaldım, diye umutsuz olma! / Yok iken dünyayı var eden vardır.” diyor.

İlçemizin zihniyet sorunlarına özellikle parmak basıyor. Taassup tanımlanıyor, yeriliyor: “Gavır mettabı”na gidip de ne yapacaksın?” düşüncesiyle Cumhuriyet okullarına gönderilmeyen, eğitimden mahrum bırakılan bilhassa kız çocukları… Çocuğu olmayan gelinlerin çocuk arayışları, şeytanın yerinin hamam olduğu inanışı… Şeyh, gavs, yatırdan medet umanların yanlışlığına dikkat çekiyor. İnsanımız, İslam’ı namaz, oruç, zekâta, hac ibadetlerine sıkıştırmış; dinimizi bütün olarak görememiştir. Kul hakkı, en ön sırada olması gerekirken; neredeyse en arka sırada yer almış gözüküyor… “Hakkımı nasıl olsa öbür dünyada alırım.” zihniyetine parmak basılmış. Kadınlarımızın eğitimden mahrum edilme gerekçelerini okudukça kahroluyoruz.

Beldemizde, Kur’an okumasını bilmek hayatın vazgeçilmezlerindendir. Ne var ki onu anlama gayreti yok. Hatta bu konuda günümüzde bile anlamaya dair belirti yok…

Cenaze yemekleri, düğünlerde kadınların altın gösterişleri… Hayatlar, hayır-hasenat üzerine kurulmuş… Vaktiyle çeşmelere hayat veren örnek (rol-model) insanları tanıyoruz.

Herkesin büyük korkusu, muhannete muhtaç olmak…Yokluk, yoksulluk…Çocukların çerezleri: harıp iğde… Şimdi çocukların ilgisini çekmiyor. Oyunları: gazoz çekişme oyunu; çelik çomak oyunu, sapan, pırlak çevirme unutuldu gitti. Dipev’in çocuk toprağı hayatımızdan çekildi…

Bolvadin mutfağını, “ya hamurdan ya satırdan oluşur.” sözüyle özetleyivermiş: Yağlılar… (Börek, bükme, katmer, övme cinsiden yiyecekler.). Evde unla yağ varsa gerisi tamam…

Napolyon kirazının isim babasının kim olduğunu öğreniyoruz. İsmi bile kalmamış sokak kedilerinin babasını, nankör bildiğimiz kedilerin babalarını uğurlayışını okuyoruz. (Asr-ı saadete gönderme var. “Kedi babası”nı [Ebu Hureyre] tanıyoruz.

27 Mayıs 1960 ihtilalinin ilçemizde açtığı yaralar… Zorla kıyafet değiştirme, halka baskı uygulamanın sebep olduğu acılara şahit oluyoruz.

 

Anlatıma tahkiye üslubu hakim… Zaman, mekân, kişiler ve olay arasında sağlam bir bağıntı kurulmuştur. Sohbet dili kullanılmış. Yazar adeta okuyucunun karşında gibi; bazen okuyucusuyla, bazen kendiyle, bazen de konu olan kişiyle konuşuyor.

Yazar, kendiliğinden meddah üslubunu yakalamış. Zamane meddahı ancak böyle olurdu. (Bolvadin’den bir [stand up] sanatçısının çıkıp bizi yansıtması dileğimizdir. O.G.)

Zaman zaman Bolvadin ağzının inceliklerini (börtmek, kan ter içinde kalmak, börtü böcek, kız olsun da tezekten olsun) fark ediyoruz. Millet, donsuz (elbisesiz) durur govsuz (gıybetsiz) durmaz. Bolvadin’e has deyişlerin, deyimlerin… vb. tadına varıyoruz: “elinden emekli”, “külfet basmak”, “gün azıklı”, “sekaret sidiği”, “gelir çeşmesi”, “testiyi doldurmak” vb…

Yazarın, açık, yalın ve çarpıcı bir dili var. Mahalli kelimeler, deyimler, söz kalıpları, atasözleri yerli yerinde. Lafazanlığa soyunmadan Bolvadin gerçeğini arıyor. Konuyla bağdaşık ayet ve hadislerin yanında atasözleri, deyimler, mahalli kelimelere, kalıp sözlere yer verilmiş.

Atasözleri: “Kızım olsun da tezekten olsun. Kaybolan koyunun gözü sürmeli olur. Yapılan iyilik de kötülük de bir gün seni bulur. İnsan hayatı bir dolu testidir… Bildiğin yoldan ayrılmayacaksın… Kötülükte galip gelen mağluptur. Tilkiden kurnazı yok; ama pazar onun postuyla dolu. Damlamayan boya olmaz; damlatmayan usta olur. İnsanın yaptığı iyilikler de kötülükler de gün olur kendine döner. Sevdası büyük olanın imtihanı ağır olur. Okumayı sevmeyene dokuz hoca az;/ Geçinmeyi bilmeyene dokuz koca az.”…

Deyimler: “alttan almak, içine sindirmek, diklenmek, ele eteğe düşmek, suyu çekilmiş değirmene dönmek, ölüyü gıdıklamak, ekmeğini tuza banmak, sanki tespih koptu tane tane savrulduk.

Kalıp sözler: “al gülüm ver gülüm. Ölünün vekili dirinin kefili. Mahşer veresiye, illallah demek (bıkkınlık ifadesi), bileği bükmek…Demir tava geldi kömür bitti / Akıl başa geldi ömür bitti. İyilik et, denize at… Kaşık çalımı (akşam üstü), taksit taksit yatırmak ( kinayeli küfür sözü)”…

Mahalli kelimeler: fıymak, börtmek, börtü-böcek, guldur (hastalık adı), püsür (değersiz), hasta sökel, yoz (sığır eğliği); ciğerinden yanasıca, kahrolasıca…

Vecizler: Kalbinde merhamet taşımayana cennet yoktur. Gel dese de gitme cimri aşına,/ Bir fırsat arar da kakar başına… Bir mum, diğer mumu yakmakla ışığından bir şey kaybetmez… İnsan ister ki her şey gönlünce olsun; lakin kader var. Üç kişiye acınır: cahiller arasındaki âlime, zenginken fakir düşene, hatırlı iken itibarını kaybedene… Bir çocuğa her istediğini almakla, ona can sıkıntısı aşılamış olursunuz. Çocuk büyültmekle, çocuk eğitmek arasındaki farkı çocuk insan içine girdiğinde anlarsınız. Bir insan acı duyuyorsa canlıdır, başkasının acısını duyuyorsa insandır. Kimseyi küçümseme! Nokta da küçüktür ama bitirir cümleyi. Cimri nefsinin üstünlüğünden, şeytanın vesvesesinden kurtulamaz. Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini karartır. Gece uyuyamayan insanların gündüze sığmayan acıları vardır. İnsan yaşadıkça anlıyor ki kendi kayığını kendin çekmezsen bir yere gidemiyorsun. Vaktinden önce çiçek açmaz; rüzgâra (yel ve zaman anlamında) kelepçe vurulmaz. Köprü yapan kendi geçer, kuyu kazan kendi düşer. Elindeki malıyla, ihtiyaçlıya gönülden coşarak yardım edene cömert kişi denir.  Bu dünyada bazıları para demetler, bazıları dost demetler. İnsanın kendi çevresindeki kıymeti bilinmez, bu dünyanın her tarafında böyledir. Yazarımız bu vecizelerle dünya görüşünü özetlemiş.

Tahkiye (hikaye etme) yoluyla anlattıkları; teşbih, mecaz, kinaye, telmih gibi edebi sanatları barındırıyor. Zaman zaman ironik ifadelere rastlıyoruz. Yerine göre fonksiyonel tasvirler yapmış, açıklamalarda bulunmuş konularını okuyucuyla tartışmıştır. Yer yer araya girerek kişisel inancını ve görüşünü okuyucusuyla paylaşıyor.

N.Sait Ekici, ikinci kitabıyla 80 yılın panoramasını bir fotoğrafçı titizliğiyle çiziyor Her biri bir sinema, tiyatro eseri olabilecek zenginlikte… Sanatçısını bekliyor. Toplumuyla barışık, güler yüzlü, yerine göre şakacı, yardımsever, hayırsever, yurtsever insanların hikâyelerini öğrenmek istiyorsanız özümleyerek dönüp dönüp okuyunuz, derim.

Seve seve okurken kâh ağlayıp kâh güleceksiniz.

Eline sağlık, [Ellerin dert görmesin!], yüreğine, beynine sağlık aziz kardeşim…

Bolvadin, 14 Ağustos 2019, Kurban Bayramının Dördüncü Günü

 

Osman GÖKER
Emekli Öğretim Görevlisi