Bolvadin'in Temel Taşları

 

KİTAPÇI SÜREYYA  (SÜREYYA NESLİOĞLU)

Kitapçı Süreyya…1909’da, Bolvadin’in Hacıyusuf Mahallesi’nde dünyaya geldi. Manifaturacılık yapan babasının adı Vehbi’dir. Büyük ağabeyleri; Nuri, Rüştü ve İsmail’den başka bir de kız kardeşi vardır.

   Hacı Süreyya; orta boylu, biraz esmer tenli, zayıf bir kişi idi. Çalışkan, zeki, yardımsever, merhametli bir kişiliğe sahipti. Hitabeti, bütün Nesliler’de olduğu gibi, bunun da güzeldi. Konuştuğu zaman zükkar saçar, gudde gudde konuşurdu. Eğitime ve öğrenim görene çok değer verirdi. Kendini, insanlığa hizmete ve hayra vakfetmişti. Bilâvelet (çocuksuz) olmasından dolayı da, çocukları ve gençleri çok severdi. Amel defteri kapanmayanlardandır. Köy kâtipliği, kırtasiyecilik, arzuhalcilik yapmıştır. Bir yıllık sübyan mektebinden sonra,  iptidaî (ilkokul) mektebini bitirmiştir. Daha sonra, 1929’da “Millet Mektepleri” adı ile açılan, yeni Türk harflerinin öğretildiği kurslara gidip diplomasını almıştır.

KÖY KATİPLİĞİ

1924’de, Köydeki işlemlerin düzenli olarak yürütülmesi, uygulanması ve birtakım defterlerin tutulması için, “Köy Kâtipliği” kuruldu. Köye gelen ve giden evrak defteri, demirbaş eşya defteri, köy nüfus kayıt defteri, ihtiyar meclisi kayıt defteri, köy evlenme ve köy ölüm defteri gibi birçok defterlerin kayıtlarını, köy kâtipleri tutuyordu. Bunlar, devlet memuru olmayıp, devlet için belli bir ücretle çalışan, okuma yazması olan kişilerdi. Süreyya Neslioğlu’da köy kâtibi idi. Devamlı bu köylerle içli-dışlı olduğu için, köylerdeki herkesi tanıyordu. Yıkılan adada kırtasiye dükkanı olup, dükkanının bir kenarında da daktilo bulunurdu. Aynı zamanda arzuhalcilik de yapardı. Konakla işi olanlar bunu bulur, işlerini yaptırırlardı. Yolu olan köylere at arabasıyla, yolu olmayan köylere de eşek sırtında gider- gelirdi.

ÇARŞI CAMİİ

Çarşı Camii 1904 yılında yapıldı. Şadırvan ve çınara bakan kapı kısmına 1915’de son cemaat yeri eklenip, cami büyütüldü. Bu bölüm kerpiçtendi. Zamanla yıprandı. Hacı Süreyya ve diğer yardım severlerin katkısıyla, 1958’de bu kısım yıktırılarak şimdiki haline dönüştürüldü. Ben küçükken şimdiki şadırvanın olduğu kısım, yoldan biraz yüksekteydi. Etrafı üstü demirli duvarla çevriliydi. Zamanla duvar da kaldırıldı. Bu caminin ilk ismi “Kutlu Mescit”, ikinci ismi “Kubbeli Mescit” idi. Sonra “Çarşı Camii” dendi.

Araştırdığım kadarıyla, Seyyit Hüseyin Efendi, Seyyit Ahmet Efendi, Huyugüzelzâde Mehmet Ali Efendi, Gönbezâde Hüseyin Efendi, Aynacızâde Abdülkadir Efendi, Şükrü Şahinler, Hüseyin Sezen….bu camide imamet görevlerini yapıyorlar.

Bir zamanlar Bolvadin’in merkezi, bu cami önü ve etrafıydı. Halkın: “Bolvadin’de her yol Çarşı Camisi’ne çıkar.” sözü geçerliydi. Taze kaymak, süt, koyun yoğurdu, bahçeden yeni gelmiş sebzeler, yazın dağdan getirilen kar, burada satılırdı. Orakçılar, hamallar burada bekler, dükkan çırakları buradaki sıra çeşmelerden buz gibi akan sulardan boduçlarını doldururlardı.

HEYBELİ KAPLICASI

Yaşı 60’ı geçenler bilirler, onlar küçükken kaplıcada soğuk su yoktu. Su ihtiyacını gidermek  için Kumrallı (Değirmendere) Köyü’ne gidilir, oradan getirilirdi. Kaplıcaya yatıya giden kişiler, at arabasına dolarlar, giderlerdi. Giderken de, yatağının yorganının yanı sıra testisini, boducunu ve üzeri kuşlu bakır güğümünü de götürürlerdi. Arabası olan arabasıyla, olmayan da yaya olarak güğümünü testisini alıp yola koyulurdu.

Bu durum Süreyya Amca’nın kafasına takılır. Kaplıcaya en yakın olan Kumrallı Köyü’nden kaplıcaya su yolu yapıp, oranın suyunun bir kısmını kaplıcaya getirmeyi düşünür. Gerekli resmi yerlere başvurur ve önce şimdiki çeşmenin olduğu yere bir çeşme yaptırır. Halktan gerekli yardımı topladıktan sonra işe girişir.

O gün suyu neyle getirecek? Betondan yapılan “künk” bilinmiyor. Plastik borunun adı bile geçmiyor. Bolvadin’deki testicilere, topraktan yapılıp pişirilen, 40 santim uzunluğunda “büz” dediğimiz oluk siparişi verir. Hazır olan büzleri kaplıcaya getirtir. Su yolu için kazı yapacak işçileri tutup köye giderler. Çalışmaya başlarlar. Köylüye yetip de artacak kadar çok su olduğu halde, köylüler suyu vermek istemezler. Bunlar ısrar edince, köylüler bunların üzerlerine yürürler. İşçilerin hepsi kaçar. Süreyya Amca kaçamaz. Bunu kötü bir şekilde döverler. Yolu doğru olanın, yükü ağır olur.

Ogün için kaplıcayı Şoför Talat Kandemir işletmektedir. Rahmetlik Talat Amca’da gözünü budaktan esirgemeyen, örflü, gösterişli “baba” bir kişi idi. Süreyya Amca’nın dayak yemiş halde geldiğini görünce, kafasının takkası atar. Kızgın bir şekilde hemen köye gider. Köylüler bunu tanımaktadırlar ve bundan çekinirler. Orada gerekli şeyleri söyler ve köylüler ikna olurlar. Sonra su kanalları açılıp büzler döşenir ve çeşmeden sular akmaya başlar. Halk çok sevinçlidir. Köylüler üzdüğüyle kalırlar. Her şeyin bir hesabı var. Üzdüğün kadar üzülürsün.

   ÇEŞME VE CAMİİ

Süreyya Neslioğlu, Bolvadin’de ve köylerinde de çeşme yapımına önayak olmuş bir kişidir. Bolvadin’deki pek çok çeşmede de onun emeği vardır. Kaplıcaya gidenler, sebze almak için Kumrallı Köyü’ne giderlerdi. Ayrıca, kaplıcada cami de yoktu. Halk, cuma namazı için Kumrallı Köyü’ne giderlerdi. Bu durum, Süreyya Amca’nın çok canını sıkıyordu. Halktan gerekli yardımları topladı ve Bolvadin’den taş ve kerpiç getirterek, oraya bir cami yaptırdı. Ayrıca oranın köylüklerinden ağzı yakışan birisini, “hak ile” tutup, beş vakit ezan okunup namaz kılınmasına vesile oldu. 1945’de açılan, Bolvadin Ortaokulu’nun yapımında da çok emeği geçmiştir.

İMAM-HATİP OKULU

Müslüman bir toplumda, İmam-Hatip Okulları mutlaka olması gereken eğitim kurumlarıdır. Bu okullarda, safsata ve hurâfeden uzak din bilgileri öğretilir. Süreyya Amca, gençliğin dini bilgilerden uzak yetiştiğini görmektedir. Bu çocukların babaları bir dönemde boş yetiştirildiği için, çocuklarına da bir şey verememektedirler.

Yıl 1965…O gün için her okulu devlet yaparken, imam hatip okullarını halk yapmaktadır. Bunu bilen Hacı Süreyya, önce belediyeden okul yerini alır. Şimdiki Sultan Carullah Türbesi’nin arkasındaki, harman yeri verilir. Okul temel taşları getirilir. Sonra Sanat Okulu buraya sahip çıkar ve okulun, biraz ilerisine yapılması kararlaştırılır. Rahmetlik, Tapıtların Hacı Kadir’le bütün köyleri dolaşır ve ne verirlerse; arpa, buğday, ağaç, hepsini toplar. İki yıl gibi kısa zamanda tek katlı okul bitirilir. Aynı zamanda gittiği köylerden de öğrenci ayarlar. Sıra, bakanlıktan okul kadrosunu almaya gelmiştir.

   OKULUN AÇILIŞI

Yıl 1967…Herkes büyük bir ümitle -ben dâhil- okulun açılışını beklemektedir. Süreyya Neslioğlu’na bakanlıktan olumsuz cevap verirler. Bu, yılmaz ve bakanlığın kapısında yatmaya başlar. Bakan gelince devamlı önüne çıkar ve sonunda kadroyu alır. Aynı zamanda dernek kurar ve okul dernek başkanı olur.

O gün için babam beni, imam-hatibe göndermek için ortaokula kaydettirmemişti. Okullar açılmıştı fakat ben ortaokula gidemiyordum. Çok sıkıntı çekiyordum. Okul için yüz elli kişilik kadro verilmişti. Müracaat ise, üç yüz kişiydi. Bunların yarıdan fazlası Süreyya Amca’nın yönlendirdiği köylü çocuklarıydı. İmtihan ettiler ve bu sayıyı yarıya düşürdüler. Böylece kaydımızı yaptırdık.

Hacı Süreyya, yılmayan enerjisi ile hayata meydan okuyordu. Zorluklar onu hiç yıldırmadı. Doğru bildiğinden sapmadı. Bu okulun yeterli olmadığını görünce, şimdiki okulun arsasını alarak temelini attı. Bu temeli gören hayırsever Bolvadin halkı, gerekli yardımları yaptılar. İmam-Hatip Okulu dört yıllıktı. Okulu bitirenler lise kısmını okumak için Afyon’a gidiyorlardı. Bu yeni okula lise kadrosu almak için, gene bakanlığın yolunu aşındırmaya başladı.

   İSLÂMKÖY

YIL 1971…Hacı Süreyya yanına Tapıtlar’ın Hacı Gadir’i de alarak, yine Ankara’ya gider. Orada okuyan Bolvadinli öğrencileri ve bazı Bolvadinlileri de yanına alarak heyet halinde başbakana çıkarlar. Durumu anlatırlar fakat gene de kadroyu alamazlar. İkisi oradan, doğru başbakanın köyü olan Isparta’ya bağlı İslamköy’e giderler. Başbakanın anne ve babası olan rahmetlik Yahya ve Ümmühan Demirel’in evine varıp, durumu izah ederler. Onlar ilgilenirler ve işlerinin olması için ellerine bir kağıt verirler. Kağıdı başbakana götürürler fakat başbakan yine urgana yoğurt serer.

Ordu 12 Mart 1971’de hükümete muhtıra verdi. Parlamento feshedilmedi ama başbakan değiştirildi. Nihat Erim geçici olarak başbakan oldu. Bunu fırsat bilen Hacı Süreyya, bu başbakana durumu anlatarak lise kadrosunu alır ve öğrenciler Afyon’a gitmekten kurtulurlar.

Bolvadin halkının imanlı, ihlâslı olmalarındaki en büyük etkenlerden birisi de bu okul olmuştur. İmam-hatip ikinci sınıfta iken, bütün öğrenciler her cuma sıra halinde Çarşı Camisine giderdik. Bunu gören halk, çocuğunu imam hatibe vermek için heveslenirdi.

SADAKA-İ  CÂRİYE

İnsanın öldükten sonra da sevap kazandıran işlere “sadaka-i câriye” denir. Bunlar; okul, çeşme, cami yapmak gibi…Efendimiz: “İnsan ölünce, üç şey dışında onun ameli kesilir: 1. Sadaka-i câriye 2. Faydalı ilim ve eser bırakmak 3. İnsanlığa ve geçmişlerine hayırlı evlat bırakmak.” buyuruyor.

Rahmetlinin yıkılan adada kırtasiye dükkanı vardı. Orası yıkılınca, İmaret Hamamı’nın yanındaki Yazıcılar’ın eski petrol dükkanına taşındı. Yanında da Simitçi Hulusi, simit çıkarırdı. Dükkanına gelen öğrencilere samimiyet gösterirdi. Çok bonkördü. Üç defter alana, bir de kendisinden verirdi. Köylerden gelen öğrencilerin çoğunun velisiydi. Maddi durumu zayıf olduğu halde, ihtiyaçlı öğrencilerin kitabını, defterini, kendisi temin ederdi. O zamanlar yurt olmadığı için, öğrenciler evlerde kalırlardı. Onların ev tutmalarına yardımcı olur, her türlü sıkıntılarını gidermeye çalışırdı.

   TEBERRU

Öyle insanlar tanıdım ki, lağıma düşseler, lağımı kirletirler. Adamda, abdest yok; namaz yok; fikir yok; zikir yok; şükür yok…Garıya gıza içine düşecek gibi bakar. Göz zinası çok! Dedikodu çok!..Dedikodu basit ruhlu insanların eğlencesidir. Rahmetlinin en sevmediği insan tipleri bunlardı. Ömrünü devamlı insanlığın hayrı için geçirdi. İnsanlardan yardım isterken, işin içinde Allah rızası olduğu için, hiç utanmazdı. Bana göre, insan için en zor şey, birilerinden yardım istemek. Bunu yaparken pek çok olumsuz tavırlarla da karşılaşıyordu.

Bolvadin esnafından, İstanbul’da bulunan Bolvadinli üniversite öğrencilerinin de kaldığı “Afyon Talebe Yurdu” na para toplanacak. Yanına, orada okumakta olan Avukat Orhan Neslioğlu’nu da alır, çarşıdaki esnaftan para toplamaya çıkarlar. Esnafın birisi, orada şöyle, böyle ediyorlar, diye yardım yapmak istemez. Hemen Avukat Orhan müdahale eder. Süreyya Amca, buna dışarıya çıkmasını söyler ve biraz sonra parayla döner. Buna parayı göstererek: “Eziyet çekerek aldın mı, sevabı artar.” der.

Sıcak bir gün…Aynı zamanda Ramazan ayı…Hacı Kadir Amca’yla birlikte Yunak köylerine hayır toplamaya giderler. Toplarken oradan birisi hakâret ederek: “Senin menfaatin olmasa bu sıcakta kalkıp da buralara kadar gelmezsin!” der. Bu çok ağırına gider. Bolvadin’e gelince herkese anlatır ve bir daha o köye gitmez. Sevdası büyük olanın, imtihanı da ağır olur.

   ARAYIŞ

Yıl 1969…İmam-Hatibin yeni binasının inşaatı devam ediyor. Hacı Süreyya, biraz daha uzak şehirlere gidip hayır toplamak istiyor. Konya’nın, Ankara’ya yakın olan Kulu ilçesi var. Buraya gitmeye karar veriyor. İşin ciddiyetini göstermek için, yanına imam-hatipte öğrenci olan Mehmet Koçum, Abdülkadir Türk ve Ramazan Balıtatlı’yı da alıyor. Cuma günü sabahleyin erkenden, ilçenin tek taksicisi olan Jet Mustafa’nın taksisiyle yola çıkıyorlar. Müftülükten izin alındıktan sonra, öğrenciler camilere dağılıyor. Cuma namazı bitimi paralar toplanıyor ve sayılıyor. Jet Mustafa’yı iki yüz elli liraya tutmuşlardı. Camilerden toplanan paranın toplamının ise iki yüz altmış beş lira olduğunu görüyorlar. “Tıngır elek tıngır sac, elin hamur karnın aç.” Büyük bir hayal kırıklığına uğruyorlar, Yani, ekmeği yanında zeytin silkiyorlar.

Dönüş için taksiye bindiklerinde, Ankara’ya yakın oldukları için, bakanlığa da uğramaya karar veriyorlar. Mesai bitimine yakın, Din Öğretimi Genel Müdürlüğüne çıkıp durumlarını anlatıyorlar. Genel müdür hemen10 bin lira para çıkartıyor. Büyük bir sevinçle Bolvadin’e dönüyorlar. “Sabır acıdır fakat meyvesi tatlıdır.”

KIZ  KAÇIRMA

Hacı Süreyya, köy kâtipliği ve arzuhalcilik yaptığı için, bütün köylülerin tanıdığı bir kişi idi. Resmi dairelerde bir işi olan kişi, bunu bulur, derdine çare arardı. Ayrıca, karı-koca arasını bulur ve kavgalı olan kişileri barıştırırdı.

Karayokuş Köyü’nde “Gavgavın Halil” adında bir kişi var. Şu an 103 yaşında…Bu adam bundan seksen sene önce, Karayokuş’tan Dibev’e bir kız kaçırır. Kızın da yaşı küçüktür. Kızın babası şikayetçi olur ve jandarmaya bildirir. Jandarma her yerde bunları arar. Yakalansa büyük ceza alacak. Oğlanın babası, Süreyya Amca’ya durumu anlatır. Hemen dükkanını kapatır ve köye gidip, kızın babasını bulur. Az bir başlık parasıyla aralarını bulur ve gençleri evlendirir. Bunları sadece rıza-i lillah için yapar.

Ömrünü insanlığa adamış bir kişi…Hayatı boyunca insanlara yardım etmek için koşuşturan bir gönül adamı…Eskiden, yardımlaşma dayanışma varmış. Herkes birbirinin derdiyle dertlenir; birbirinin neşesiyle neşelenirmiş. Günümüzde bu tür insanlar çok az kaldı. Artık hayat, küçükken oynadığımız “kutu kutu pense” ye benziyor…Başına bir iş geldiğinde, herkes bir bir arkasını dönüyor. Bazıları için “vefa”, sadece İstanbul’da bir semt adı…Ahde vefa göstermeyen bir toplum olmuşuz. Değerlerimize kıymet vermiyoruz. “Süreyya Neslioğlu” ismini, en azından bir okula, bir caddeye veya sokağa verebilirdik. El üstünde tutulmak için, illâ tabuta mı girmek lâzım!…

   AMEL  DEFTERİ

Her şeyin bir sonu var. Beşiği yapılıp da mezarı kazılmayan var mı? Önemli olan, şu imtihan dünyasında güzel bir iz bırakabilmek ve amel defterimizi açık tutabilmek. Yıl 1973…Hacı Süreyya Amca’mız altmış dört yaşında…Son zamanlarında biraz rahatsızlanır ve daha çok hizmet edememenin aşkıyla, gözlerini fâni dünyaya kapatır. Cenazesi, bütün imam-hatip öğrencileri ve kalabalık bir halk tarafından el üstünde taşınır. O gitti fakat eserleriyle kalbimizde yaşıyor. Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ