Bolvadin'in Temel Taşları

 

SÜNETÇİ GAMBIR ZALİK  (SALİH ÖZAYDIN)

1 Mart 1907 tarihinde doğan Salih Özaydın’ın babasının adı, Mehmet Asım… Babasının, Hacımahmut Camii önünde dükkanı varmış. Orada; yağ, pekmez satarmış. Ayrıca, kendisine ve başkalarına pekmez çıkartmak için üzüm sürermiş. Salih Amca’nın babası küçük yaşta evleniyor ve askere gidinceye kadar üç çocuğu oluyor. Salih, Abdülmuttalip ve bir kız…Abdülmuttalip beş yaşında iken vefat etmiş. Babası, askere gidiyor ve şehit haberi geliyor. Salim Aynacı ustalık yapıyor, varlıklı bir kişi. Aynı zamanda akrabaları oluyor. Bu arada, Salim Aynacı’nın da hanımı ölüyor. Sünnetçi Salih’in annesi de, üç çocuğunu bırakıp bununla evleniyor. Bu üç çocuğa, halaları olan Öksüz Fatma’nın Fatma bakıyor. Bunları sahipleniyor, büyütüyor. Annesinin, Salim Aynacı’dan da, iki oğlu oluyor: Ahmet ve Kadir Aynacı…

   Sünnetçi Salih Amca kısa boylu, zayıf, sırtında kamburu olan, yürürken uzun adımlar atıp hızlı yürüyen bir kişiydi. Yüzü devamlı tebessüm ederdi. Büyüklü-küçüklü herkesin sevdiği muhterem bir insandı. Çünkü herkeste, unutulmaz bir hatırası vardı. Küçükken medrese tahsili görmüş, fıkhî bilgileri ve Arapça’yı öğrenmişti. Çok güzel Osmanlıca yazı yazardı. Yeri geldiğinde, camilerde imamlık ve müezzinlik de ederdi. Küçük yaşta, Hacıata’nın Han’da bir yemenicinin yanına çırak olarak girer. otuz yaşlarına kadar orada çalışır. Sayayı işleyeceğim diye, eğildikçe sırtında kambur oluşur.

 EVLİLİK

23 yaşına girince evlenir fakat çocuğu olmaz. Evlatlık bir kız alır, bunu büyütüp evlendirir. 1953 yılında, 46 yaşında iken hanımıyla hacca gider. Hac dönüşü hanımı vefat eder. İki sene sonra Kudumcular’ın Mustafa Dikilitaş’ın kızıyla tekrar evlenir. Bu hanımından oğulları: Abdülkadir, Necati, Sait ve Fatih dünyaya gelir.1968’de, annesi ve “ana bir, baba ayrı” olan kardeşi Kadir ile birlikte tekrar hacca gider.

LATİN  HARFLERİ

Harf İnkılâbından sonra, yeni yazının öğrenilmesi için kurslar açıldı. Askerden yeni gelmiş olan Salih Amca’ da, bu kurslara katılıp icâzet (diploma) aldı. Eskiden çok kişiyi sıtma tutarmış. Sıtma, dişi sivrisineğin ısırmasıyla geçermiş. Sıtma tutan kişi tir tir titrer, ateşler içinde yanarmış. Bundan ölenler de olurmuş. Bu yüzden devlet, 1924 yılında “Sıtma Savaş Derneği” adı altında bir dernek kurmuş. Bu dernek görevlileri, genellikle köyleri gezerek bataklıkları kurutma yoluna gitmiş ve sıtmalı hastaları tedavi etmiş. Bolvadin’e de, bu dernek kuruluyor. Salih Usta buraya müracaat ediyor ve geçici olarak işe alınıyor. Burada iğne yapmayı da öğreniyor.

SÜNNETÇİLİĞE İLK ADIM

Sünnet olmak; erkek üreme organının uç kısmında bulunan deri parçasının kesilmesidir. Sünnet olmak, Müslümanlığın ve erkekliğe atılan ilk adımın alâmeti olarak kabul edilir. Sünnetin insan sağlığına çok faydasının olduğu ispatlanmıştır. Bugün yapılan tıbbî araştırmalarda, sünnetsiz erkeklerle evli olan kadınlarda, rahim kanseri çok görülmektedir.  Sünnetsiz erkeklerde de, erkeklik organı kanseri çok görülmektedir. Bugün için sadece, Müslümanlar ve Yahudiler sünnet olmaktadır.

Sünnetçi Salih Özaydın’dan önce, uzun yıllar Bolvadin’de sünnetçilik yapan Afyonlu Kadir Usta var. Buna: “Senin elin çok yatkın, gel benim yardımcım ol, beraber çalışalım.” der. Salih Amca da bunu kabul eder. Sıtma savaştaki işini terk ederek, beraber çocuk sünnet etmeye giderler. Bir müddet sonra ustalaşır. Sünnetçi Kadir Amca: “Sen artık ustalaştın. Ben Afyon’a taşınacağım. Belge almadan sünnet yapamazsın. Seni kursa yollayayım, oradan diplomanı aldıktan sonra sünnetçiliğe benim yerime devam et.” der. Sünnetçi Salih, 1946’da kursa gider ve başarıyla diplomasını alır. Kadir Usta da Afyon’a taşınır.

BOLVADİN’DE  SÜNNET

Sünnet âdetlerimiz ve sünnet uygulaması, zamanla değişikliğe uğradı. Sünnetler eskiden; ustura, kıskaç ve şiş yardımıyla uyuşturmadan dikişsiz yapılırdı. Kimseden de bir sorun çıkmazdı. Şimdi ise işin içine narkoz, iğne, iplik girdi. Çocuğun sünnet olması, onun için bir dönüm noktası sayılır. Hem fazlalığından kurtuluyor, hem de erkekliğe adım atıyor. Sünnetten sonra kendine güveni artıyor. Bolvadin’de sünnet olmayana “gabıklı” derler.

Adamın hâli vakti yerinde ise, önce mevlit okuturdu. Mevlitler, şimdiki gibi bir “Yasin” ile geçiştirilmezdi. Şimdi “mevlit”, dost gönülleme işi oluyor. Arkasından, sıra yemek ikramından sonra, bir kişi elinde iliyen (leğen) ve ıbrıkla (ibrik) içeri girer, davetliler tek tek ellerini yıkarlardı. Elini sabunlayıp yıkayan kişi, ibrik tutanın sol taraf omzunda bulunan peşkire ellerini silerdi. (Şimdiki gibi kağıt peçeteye ağzını silip, ağzının yağadasıyla durmazlardı.)  Arkasından, üzerinde deve yürüyecek şekilde köpüklü okkalı kahvesini içer, keyifli bir şekilde sünnetin yapılmasını beklerlerdi.

Aynı ev içerisinde, öbür sünnet odası süslenirdi. Sünnetten önce bir yakını bir sandalyeye oturur, sünnet olacak çocuğu çiş yaptırır gibi tutar, oradaki topluluğun, üç sefer makamlı bir şekilde tekbir getirmesinden sonra, sünnet kesimi gerçekleşirdi. Tam kesileceği zaman çocuk kesildiğini görmesin diye, oradaki bazı kişiler: “Guşa bak!.. Guşa bak!” deyip çocuğu havaya baktırırlardı.

SÜNNET HEDİYESİ

Toplumumuz, çocuğu sünnet olmaya özendirmek için çeşitli hazırlıklar yapar. Sünnet elbisesi giydirilen çocuk, annesinin veya bir yakınının boynundaki sıralı “böyük döğme” dediğimiz altınları takardı. Faytonla mutlaka Ceylani Hazretlerine gidilir, Allah rızası için iki rekat namazdan sonra, dua edilirdi. Sünnet olacak çocuk, o gün kendini özel hissederdi. Bugün, hastanede sünnet olup, bir ay sonra düğün salonunda düğünü yapılan çocuklar, acaba aynı duyguyu hissediyorlar mı bilmiyorum.

Sünnet yapıldıktan sonra sünnetçi, vazelin ve penisilin tozuyla tedaviyi yapar ve çocuk yerine yatırılırdı. Mevlide gelen davetliler, çocuğa moral kazandırmak ve ev sahibine destek amaçlı, çocuğa hediye ve para verirlerdi. Çocuk bir hafta, beyaz, uzun “sünnet göyneği”nin önünü tutarak gezerdi. Ayrıca, çocuğunu sünnet ettirecek olan bazı varlıklı kişiler, durumu zayıf olan kişilerin çocuklarını da bu arada sünnet ettirirlerdi. Şimdi bu âdeti göremiyoruz.

Sünnetçiler, yanında yardım etmesi için yetişkin bir çocuk götürürlerdi. Bu çocuk hem yardım eder, hem de kesilen parçayı bir pamuğun içerisine kor ve çocuğun annesine verip bahşişini alırdı. Ayrıca, sünnetçiye havlu verilirdi. Salih Amca da, en büyük oğlu Abdülkadir’i yanında götürürdü. Toplumumuz, insan vücudunun her parçasını mukaddes sayar. Dişi çekilen kişi, dişini çöpe atmaz, götürür cami duvarının kovuğuna koyardı. Kestiği tırnağı toprağa gömerdi. İşte bunun gibi, sünnet parçasını da evinin pesteğindeki bir yere koyardı.  Her şey değişti, biz de değiştik. Sanki tesbih koptu, tane tane savrulduk.

EMİRDAĞI’NDA  SÜNNET

Rahmetli Salih Usta, sadece Bolvadin’de iş yapmaz, çevremizdeki ilçe ve köylere de devamlı giderdi. Sultandağı, Çay, Emirdağ, Yunak köylerine de devamlı giderdi. Bolvadin’in köylerine, o gün için tekarabacı olan Tatarın Abdullah ile giderdi. Diğer ilçelerin köylerine gittiğinde, yerine göre bir hafta, on gün, Bolvadin’e gelmezdi. Kar-kış, soğuk-sıcak demeden görev aşkıyla her yere koşardı.

Yıl 1967…Yaz günü…Emirdağ’ının köylerinde “Porsuk  Çayı” diye tabir edilen yerde toplu sünnet yapılacak. Hazırlıklar yapılır, çadırlar kurulur, yemekler kazanlarda pişer, bir şenlik havasında sünnet yapılacak. Sünnetçi Salih Usta bu köye sünnet için gider. Bir de bakarlar ki, atlar koşuyor; davullar çalıyor; kuzular çevriliyor… Arkasından mevlit okunur, dua edilir, yemekler yendikten sonra sünnete geçilir. Salih Amca sünneti bitirir. Oradan bazıları: “Şu çadırda da sünnet olacak var.” derler. Çadıra girdiklerinde boş bir yatak ve başında oturan genç bir kadın ile erkek görürler. Genç kadın ağlamaktadır. Salih Amca kadına sorar: “Kızım ne ağlıyorsun?” der…Kadın: “ Bu da mı gelecekti başıma…Kocam da sünnet olacak!” der. Delikanlının babası fakirlikten çocuğunu sünnet ettirememiş. Askerlik çağı gelmiş, evlendirmiş fakat sünnetini yaptıramamış. Hemen kadını dışarıya çıkartır ve oğlu Abdülkadir ile sünnetini yaparlar.

SUVERMEZ  KÖYÜ

1968 yılının bir yaz günü…Yine oğluyla birlikte bu köye giderler. Şenliklerin arkasından yemekler yenir, dualar edilir ve sünnete geçilir. Sünnet merasimi için diğer köylerden de misafirler gelmiştir. Çadırlar kurulup yataklar yapılmıştır. Toplam sünnet olacak çocuk sayısı ise kırk beş…Rahmetlik Salih Amca sünnete başlayacağı sırada, dışarıdan gelen misafirler sünnetçiye bakıp: “Eyvah!…İki gün burada kaldık.” diye söylenmeye başlarlar. Bunun; ufak-tefek, zayıf, çelimsiz halini görüp hayıflanırlar. Salih Usta sünnete başlar ve 60 dakikada sünneti başarıyla bitirir. Dışarıdan gelen misafirler şaşırırlar ve yanına gelerek: “Bunu senden hiç beklemiyorduk. Tebrik ederiz, eline sağlık.” derler. Kimseyi küçümseme! Nokta da küçüktür ama bitirir cümleyi.

DİPEV  KÖYÜ

Her köyün âdeti farklı…Dipev Köyü’nde de, cuma günleri, Cuma namazından çıktıktan sonra sünnet yapılıyor. Genellikle de sünnetler harmandan sonra olur. Köy halkı varlıklı değildir. Kendi halinde temiz insanlardır. Mütevâzi şekilde sünnetlerini yaparlar.

Salih Amca, gene oğluyla birlikte bu köyde bir eve gider. Beş çocuğun sünnet olacağını söylerler, sonra dörde indirirler. Üç çocuğu sünnet ettikten sonra, dördüncü çocuğu bulamazlar. Bakarlar ki çocuk korkmuş, bahçedeki ağacın tepesine çıkmış. İnmesi için güzel diller döküldükten sonra çocuk aşağıya iner. Sünnet işlemi yapılırken çocuk korkudan bunun yüzüne çişini yapar. Salih Amca: “Bi’ şey yok!..bi’ şey yok!” diyerek yüzünü mendille siler ve sünnetine devam eder.

Sünnetten sonra Bolvadin’e dönerler. Eve geldiklerinde, sünnet yaptıkları çocukların babası at arabasına binip bunların evine gelir: “Bir çocuk daha var, onu da sünnet ediverelim.” der. Tekrar arabaya binip köye giderler. Bakarlar ki, sünnet olacak çocuk askerliği gelmiş bir delikanlı… Utancından sünnet olmamış. Onu da sünnet edip evlerine dönerler.

ÇOCUKLARININ  SÜNNETİ

Benim çocukluğumda, Bolvadin dışına çıkmamış çok kişi vardı. Bütün dünyası burasıydı. Tek eğlence ve dinlenceleri ise Hıdrellez ve kaplıca idi. “Hıdırellez” dört gözle beklenirdi. Biraz durumu iyi olanlar da; bir haftalığına, on günlüğüne kaplıcaya giderlerdi. Kaplıcaya gitmeden önce bir hafta hazırlanılır, yağlılar yapılır, pijamalar dikinilirdi. Orada herkes sokakta da pijamayla gezerdi. İşin garip tarafı, Bolvadin’de “tekgöz”ile gezen bazı kadınlar, orada pijamayla dolaşırlardı.

Salih Özaydın ve ailesi de, her sene kaplıcaya giderler. Yazın sonuna doğru, bunlar gene kaplıcaya giderler. Briket evlerde kalırlar. En küçüğü sancakta (salıncak) olan dört oğlan çocuğu var. Bir ikindi vakti…Çocuklarından  Abdülkadir ve Sait, otelin önündeki meydanlıkta top oynuyorlar. Kapının önünden babası bağırarak bunları çağırıyor. Babası, bunlar gelmeden komşudan bir sandalye alıyor. Yoldan geçen birisini de sandalyeye oturtuyor. Çocuklar eve gelip, sünnet olacaklarını anlayınca şok oluyorlar. Önce Sait, sonra Abdülkadir sünnetlerini oluyorlar. Kaplıca suyu, bu tür yaralar için büyük şifadır. Bunu bilen rahmetli, çocuklarını burada sünnet ediyor.

ÖZBURUN  KÖYÜ

Sünnetçi Salih Amca’nın önemli özelliklerinden birisi de, kanaatkâr olmasıdır. Parası olmayana: “Canın sağolsun!” der geçer; az verene: “Bereket versin!” der; sünnet karşılığı tavuk, culuk verene de, itiraz etmezdi.

Yıl 1961…Salih Amca Özburun Köyü’ne sünnet için gider. Evin birisinde sünnet yaptıktan sonra çıkınca, genç bir kadın mahcup bir halde: “Benim iki çocuğu da sünnet eder misin?” der ve ekler: “Çocukların babaları yok, param da yok, bir tavuk versem olur mu?” der. Salih Amca hemen kabul eder. Çocukları tutması için oradan bir kişiyi yanına alarak, kadının evine girer. Burası tek gözlü bir evdir. Eve girdiğinde şaşırır. Loş bir oda, odanın bir yerinde yüksek bir küçük pencere, o pencereden giren güneş ışığı yerde serili olan hasırın üzerine düşüyor. Odada doğru-dürüst eşya yok. Duvar kenarlarında dört berde yastık; duvarda çiviye asılı bacası islenmiş bir gaz lambası…İki çocuk sünnet olma korkusuyla bir köşeye büzülmüşler, üçüncü bir çocuk, odanın ortasında asılı olan salıncakta yatıyor.

Bu görüntü karşısında, merhamet duygusu fazla olan Salih Usta’nın gözleri yaşarır. Çocuklara korkmamalarını söyler ve iki çocuğu sünnet eder. Sünnetin bitiminde kadına: “Sancakta yatan oğlan mı?” diye sorar. Kadın: “O da oğlan, bir yaşında.” der. “Onu da indir!” deyip üçüncü çocuğu da sünnet eder. Kadın bir tavuk vermek isteyince: “Sen o tavuğu kes de çocuklara yidir!” der ve oradan uzaklaşır.

Gel zaman git zaman, bu olaydan sonra elli sene geçer. Salih Amca’nın aynı adı taşıyan torunu sigorta işleri yapıyor. Bu giden yaz, altmış yaşlarında bir adam gelir ve arabasının sigorta işini Sünnetçi Salih’in torununa yaptırır. İşi bitip parasını verdikten sonra “Salih Özaydın” ismi dikkatini çeker. Sigortacı Salih’e: “Sünetçi Gambır Zalik’le akrabalığın var mı?” der. Salih de: “Dedem olur.” deyince adam irkilir, gözleri yaşarır ve cebinden 50 Euro çıkarıp Salih’e verir. “Zamanında çok fakirdik, Avrupa’ya gittim, şimdi çok zengin oldum. Bunu anağın ak sütü gibi harcan!” der ve dua ederek yukarıdaki olayı gözyaşları içinde anlatır. İnsanın yaptığı iyilikler de, kötülükler de, bir gün kendisine geri dönüyor.

   SON SÜNNET

Yağmurlu bir gün, Salih Amca’yı arabayla Dibev’e götürürler. Sünnet bittikten sonra geri getirmezler. O da yaya olarak yola çıkıp, yağmur altında Bolvadin’e gelir. Her tarafı sırılsıklam olmuştur. Eve gelince hasta olur. İlçenin tek doktoru olan, Osman Nuri Dağaş’ı getirirler. Zâtürre olduğunu söyler ve ilaç verir.

03.01.1970…Günlerden cumartesi sabah vakitleri…Salih Amca altmış üç yaşında…Hasta oluşunun üçüncü günüdür. Durumu ağırlaşmıştır. Başında hanımı ve oğlu Abdülkadir beklemektedir. Birden yüzü gülümsemeli bir hâl alır ve: “Mekke-Medine ne güzel yerler…” der ve gözlerini son olarak kapatır. En büyüğü on yaşında olan dört çocuğunu bırakır gider. Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ