Bolvadin'in Temel Taşları

 HAFIZ HÜSEYİN HOCA  (HÜSEYİN SEZEN)

   Toplumumuzda; sanat, din, resmî idarecilik, esnaflık, çiftçilik alanlarında iz bırakmış, unutulmayan şahsiyetler vardır. Bu kişilerin olumlu yaptıkları işler, nesilden nesile aktarılır; unutulmaz. İşte bu şahsiyetlerden birisi de, Hafız Hüseyin Sezen Hoca’dır. Babası, ekmekçilik sanatıyla uğraşan Hakkı Efendi…Anası ise, Melekzâde Abdullah Efendi’nin kızı olan Hatice Hanım’dır. Hatice Hanım, dini yönden ilim tahsil ettiği için, etrafında “Hacca Molla” olarak bilinir.

   Hüseyin Hoca, 29 Ekim 1923 Pazartesi günü, yani Cumhuriyet’in kurulduğu gün, Bolvadin’in İmaret Mahallesi’ndeki evlerinde dünyaya geliyor. Evin tek çocuğu…Diğer kardeşleri ise, doğduktan sonra vefat ediyor. Doğum, ev içerisinde büyük mutluluk yaşatırken, çevre konu-komşular da mutluluğa ortak oluyorlar. İmaret Camii karşısındaki evlerinde kiracı olarak bulunan subay eşleri: “Bu güzel bir günde doğdu, hayırlı bir çocuk.” diye pastalar yapıp geliyorlar ve kutlama yapıyorlar.

Hüseyin Hoca; orta boyda ve normal kiloda, siyah renk yarım şalvar pantolon giyen, siyah sakallı, vakarlı, biraz da sert görünüşlü fakat halim-selim bir kişi idi. Selam verdiği zaman ve kişilerle konuşurken hafif tebessüm ederdi. Çocukları çok severdi. Cebinde devamlı şeker, kuruyemiş bulundurur; gördüğü çocuğa verirdi. Çok kişi buna: “Ölünce cenazemi sen kaldır.” diye vasiyet ederlerdi. Toplumda “hoca” ünvânına lâyık özelliklere sahipti. İki sefer de hac farizasını yerine getirdi.

ÇOCUKLUK  YILLARI

Daha yedi yaşında iken, babasını kaybedip yetim kalıyor. Anasının yanı sıra, dayısı Melekzâde Tevfik Hoca de buna sahip çıkıyor. Akçeşme İlkokulu’ndan mezun oluyor. Ayrıca, ilkokul yıllarında bir yemenicinin yanında çırak olarak da çalışıyor.

Osmanlı döneminde, Bolvadin’de on yedi medrese vardı. Eğitim ve öğretimi on iki sene idi. Bu medreselerde ulûm-u diniye (din ilimleri) dersinin yanı sıra, fen ilimleri dersleri de okutuluyordu. Buralarda ders veren hocalardan Bolvadinli olanlar olduğu gibi, dışarıdan gelen hocalar da görev yapıyordu. Dışarıdan gelen hocalardan birisi de “İstanbullu Hoca” adıyla ün salan, Abdülhamit’in imamlarından olan Hafız Süleyman ÖZUS Hoca idi. Bu hoca, ilim ve takva yönünden çok etkili birisi idi.

İSTANBULLU  HOCA

    Kur’an’ı ezberlemek müminler üzerine farz-ı kifâye’dir. Yani, bir Müslüman yaptığı zaman diğer Müslümanlar üzerinden sorumluluk kalkar. Öbür dünyada hafızlığın karşılığı “Cemâlullah” ile şereflenmektir. 1918’de Bolvadin’e gelen Süleyman ÖZUS Hoca, pek çok hafız yetiştirerek 1923’de Bolvadin’den ayrılır ve Akşehir’e gider. Bolvadin’de iken, Hafız Şükrü Şahinler de onda okuyarak hafız olur. Hocanın, etrafındakilere: “Kur’an’ı Hafız Şükrü’den dinleyin; namazı da Hafız Hüseyin’in arkasında kılın.” dediği rivayet edilir. Rahmetlik Hüseyin Hoca, hocasını unutmaz ve oğlu Hakkı’yı da yanına alıp sık sık, Akşehir’e hocasının kabrini ziyaret etmeye giderdi.

   HAFIZLIK

Bolvadinliler, çok sevdikleri Süleyman ÖZUS hocalarını yine yalnız bırakmazlar ve Akşehir’e hafız olması için öğrenci gönderirler. İşte bu öğrencilerden birisi de Hüseyin Sezen’dir. Ayrıca; Bedri Özdemir, İbrahim Çürük, Mehmet Köksal, Mehmet Palabıyık da okumaya gidip, hafız olur gelirler.

Anası Hacca Molla Hanım, “eli vergili” bir annemizdir. Oğlunun hafız olmasını çok istemektedir. O gün için Akşehir’e tek sefer yapan Kocabıyık’ın arabasıyla, sık sık ‘yağlı’ yapıp gönderir. Birkaç sene sonra da Hafız Ahmet Bohur hafız olmak için yanlarına gider. Hüseyin Hoca, hocasının yemek kazanının karıştırırken: “Rabbî zıdnî Cellâllah / Mâfi galbî gayrullah / Nur Muhammet sallallah / Lâ ilâhe illallah” dediğini söyler ve herkese bunu tavsiye eder. Hüseyin Sezen, askerlik vakti gelinceye kadar burada ilim tahsil ederek hafızlık diplomasını alır. Askerliği Trakya’da yapar. Ayrıca, din görevlisi olarak vazife alır. Buna ayrılmış olan “fındık” adlı atıyla, diğer birliklere de namaz kıldırmaya gider. Ata binmeyi çok sevdiği için, asker dönüşü de ata biner. Bazı bağnaz, geri düşünceli kişiler de: “Hoca ata mı binermiş!” diye dedikodusunu yaparlar. Asker dönüşü ise sakal bırakır.

GÖREVE  BAŞLAYIŞI

Kendisini çok seven ve bunun askerden geldiğini öğrenen İstanbullu Hoca, Akşehir’de birlikte imamet görevinde bulunmaları için çağırır. Kendisi artık yaşlanmıştır. Bu teklife sevinen Hüseyin Hoca, Akşehir merkezde bulunan İplikçi Camisinde 19472de göreve başlar. Burada iki yıl görev yaptıktan sonra, 1949’da Bolvadin Çarşı Camisi’nde kur’an kursu hocası olarak görevlendirilir. Caminin “kadınlar mahfili” diye adlandırılan üst arka taraftaki bölümde, Kur’an öğretimi ve hafızlık çalışmaları yaptırmaya başlar. Ayrıca, 1962’ye kadar Kur’an öğreticiliği ve aynı camide imamet görevlerini birlikte yürütür. Aynı yıl din görevlilerinin sadece bir görev yapmaları istenir. Hüseyin Hoca’ya çevresindeki kişiler, kendisini Çarşı Camisi’nin mihrabında görmek istediklerini belirterek “imamet” görevini bırakmamasını söylerler. O da kabul eder. Mikrofonun, hoparlörün olmadığı dönemlerde, gür ve tok sesiyle yıllarca görevini sürdürür. Toplam otuz bir sene görev yapar. 1950’de, Bohurzâde Adil Hoca’nın kızı ile dünya evine girer. Evliliğinden iki kızı, iki de oğlu olur. Oğullarından Hakkı muhasebecilik, Abdullah da öğretmenlik vazifelerine devam etmektedirler.

   HAFIZLIK  EĞİTİMİ

Çarşı Camisi’nin olduğu yer, yüzyıllar öncesinde de camii olarak kullanılıyormuş. 1904 yılında depremden yıkılınca şimdiki binası yapılmış. Bu camide, 1900 yılından sonra Gönbezâde Hüseyin Efendi, 1940 yılına kadar Aynacızâde Abdullah Efendi, 1952’ye kadar da Hafız Şükrü Şahinler görev yapıyor. Daha sonra bunu Hüseyin Hoca devralıyor.

1950’den önce toplum, dînî konularda yeterli bilgi edinememiş. Bu yıldan sonra dîne ağırlık verilince, herkes dinini öğrenmek ve çocuklarının da bu yolda yetişmesini ister. Mahallelerde, gayri resmi erkek veya kadın hocaların talebe okutmasının yanı sıra, resmi olarak da Çarşı Camisi’nin üst kısmında Kur’an öğretme ve hafızlık dersleri verilmeye başlanır. Daha sonra Cılkların Oda’da eğitime devam edilir. “TEK” idaresinin karşısına kur’an kursu binası yapılınca, buraya taşınırlar. Hüseyin Hoca, buralarda görev yapar. Sayısız hafız yetiştirir. Öğleye kadar ezber çalışmaları, öğleden sonra din ilimleriyle ilgili dersler verir. Öğrettiği ilahileri bazen, Hafız Muammer Başarı’ya okutturur. Çevre ilçelerden ve köylerden gelen öğrenciler, kurs binasını doldururlar. Peki, bu öğrenciler nerede kalacak, nerede barınacak, nerede yiyip içecekler? Hayırsever, hamiyetsever, vicdanlı Bolvadin halkı burada devreye girer. Her mahallede bir oda var, talebeler buralarda kalırlar. Oda sahipleri genellikle yemek konusunda yardımcı olurlar. Tek odalı evler tutulur. Yalnız yaşayan yaşlı kadınlar, ilkokulu yeni bitirmiş bu gençleri evlerine alıp yedirir içirirler, birlikte kalmaya başlarlar. İşte, bu vicdan sahiplerinin defterleri henüz kapanmamıştır.

   HAFTALIK  İZİN

Günümüzde devlet memurlarının haftada iki gün izinleri vardır. Din görevlileri ise, haftada bir gün izinlidirler. Önceleri din görevlilerinin haftalık izinleri yoktu. Bu durum, hocaların bazı işlerini görmeleri açısından bir sıkıntı meydana getiriyordu. Haftada bir gün izinli sayılınca, Hüseyin Hoca bu kurala uymak istemez, görev yapmak ister. Sonra mecburen bu kurala uyar fakat namaz vakitleri cemaat olarak gene camide bulunur. Bazı görevliler hocalarına hürmeten, “Hocamız arkamızda kalıyor.” düşüncesiyle rahatsızlık duyarlar ve zamanın müftüsüne gidip hocalarını şikayet ederler. Müftü, Hüseyin Hoca’yı çağırtır ve “Niye izinli olduğun gün camiye gidiyorsun?” der. Hüseyin Hoca şaşırır, afallar ve “Yıllardır alıştığım cami…Nereye gideyim, namaz kılmayayım mı?” diye cevap verir. Müftü de: “İzinli olduğun gün başka camiye git!” der. Başka camiye gider fakat oradaki görevliler de hürmeten bunu mihraba geçirirler.

Rahmetlinin önemli özelliklerinden birisi de, cenazeye sarık ve cübbesiyle katılmasıdır. Şimdiki kabristana cenazeler, 1967’de gömülmeye başlandı. Daha önce, bu taraftaki şehre yakın olan mezarlığa gömülürdü. Cenaze mezarlığa kadar omuzlarda götürülürdü. Arabayla götürme âdeti yoktu. Hüseyin Hoca, cenaze namazını kıldırdıktan sonra, mevtânın salına girer; önde sarık ve cübbesi giyili halde mezarlığa gidip, kabrin başında talkına dururdu. (telkin verir) Bu âdet onun ölümünden sonra uygulanmadı.

   KUR’AN’I  ANLAMAK…

Kur’an eğitiminin tarihi, Mekke’ de Dâru’-l Erkam’da başlamış; Medine’de Mescid-i Nebevi’de devam etmiştir. Türkiye’de Kur’an kursları 1923-1933 yılları arasında dokuz iken, bugün 6 bine ulaşmıştır. Osmanlı döneminde, Bolvadin’de İmaret Camii külliyesi içerisinde bir Kur’an kursu vardır. Daha sonra Numûne Mektebi (Akçeşme İlkokulu) bünyesinde açılır.

Cumhuriyet döneminde ise Bolvadin’de ilk Kur’an kursu, 1942’de Kadriye Camii bünyesindeki eski medresede açılır. İnegöllü Hafizu’l Kurra Eyüp Özçelik, öğretici olarak atanır. Ayrıca Hafız Şükrü Şahinler de çok hafız yetiştirir. Eyüp Hoca 1947 yılına kadar görev yapıp, Bolvadin’de iz bırakır. Daha sonra Ahmet Başarı, Hüseyin Sezen, İbrahim Çürük, Sırrı Borlu görev yaparlar. Bu Kur’an kursu hafız yetiştirmekte olup, yaz tatillerinde ise çocuklara Kur’an öğretme görevi üstlenmiştir.

Günümüzde ise Kur’an kursları çoğalmıştır. Neredeyse her mahallede bir kur’an kursu var. Bugün için şehrimiz ve köylerinde yirmi bir kur’an kursunda  446 bayan, 113 erkek, toplam 559 öğrenci öğrenim görmektedir. Bunlara Kur’an öğretimin yanında; Hadis, Fıkıh, Siyer dersleri de verilmektedir. Hafızlık kur’an kursu olan Sultan Carullah Kur’an Kurslarında ise, üç ayrı binada kız-erkek ve sıbyan olmak üzere, toplam 222 öğrenci hafızlık ve Kur’an eğitimi dersleri almaktadır. Türkiye’de ilk İmam-Hatip Okulu 1951 yılında açıldı. 1967 yılında, Türkiye’nin 56. olarak Bolvadin İmam-Hatip Okulu 150 öğrenci alınarak açıldı. Şu an Bolvadin’de 4 İmam-Hatip Okulu bulunmakta olup, toplam 400 öğrenci öğrenim görmektedir.

    KUR’AN’I  YAŞAMAK

   Gelelim günümüzdeki dînî hayata…Bu kadar kur’an kursuna ve imam hatip okuluna rağmen, acaba gerektiği şekilde dinimizi yaşıyor muyuz?..Öğrenciler şuurlu yetişiyorlar mı? Bolvadin’de cami sayısı 56…Nüfus yoğunluğuna göre en çok camisi olan şehrimizde, camilerin cemaat sayısı acaba kaç kişi?.. Camilerde, vakit namazlarında cemaat yarım safı, bir safı geçmiyor. Camiler boş; kütüphaneler boş; labaratuvarlar boş; spor sahaları boş…Kahvehaneler dolu, internet kafeler dolu, bilgisayar oyun salonları dolu…Biz nerede hata yapıyoruz? Bilhassa bu gençler neredeler?

Gençlik; telefon, tablet, internet batağına batmış durumda. İnternette, “sosyal medya” programlarının içerisinde boğuşuyor. Cuma hutbesi sırasında bile telefonla oynuyorlar. Bilinçsiz, toplum dışı, silik, pasif bir gençlik yetişiyor. Bu işin sonu nereye varır? Anne-babalar da aciz durumdalar. Bu seneki teravih namazlarında gençleri camilerde gören oldu mu? Cuma namazında kaç genç görüyorsunuz? Vicdan sahipleri bu gençleri yalnız başına bırakmamalı. Müslüman Türk’ün gülecek günü yok! Bizler ise gaflet içerisinde gülüyor, oynuyor ve eğleniyoruz.

Kur’an, günlük hayatımıza uygulama kitabıdır. Ölüye, diriye, deliye, suya okuruz da, bir kere de öğüt almak ve yaşamak için kendimize okumayız. Cenab-ı Allah Sâd Suresi’nde: “Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar, diye indirdik.” buyurmaktadır. Ölüde, mevlitde, düğünde, türbede “Yasin” okuruz. Çok kişi de okunanların anlamını bilmez ve araştırmaz. Bilhassa, toplu törenlerde “Yasin” okunduktan sonra, arkasından anlamı da okunsa kötü mü olur?  Mukaddes kitabımız Kur’an’ı sadece okumak için öğrenmeyelim. Anlamından bir şeyler öğrenmek için de öğrenelim. Cenâb-ı Mevlâ Yunus Suresi’nde: “Aklını kullanmayanlar üzerine pislik yağdırırım.” buyuruyor. Şeyhin; keramet, keşif, ilham ve rüya bilgisine inanarak, kurtulacağını zannedip uyanamayan ümmetin üzerine başka ne yağabilir!

    GÜNÜMÜZDEKİ  GÖRÜNTÜ…

   Camiler boş ve kimsesiz, Allah’ın emirleri hükümsüz…Kadınlar erkeklere hükmeder, erkekler kadınlara zulmeder…Oruç tutar açlığa sabreder, dilini tutmaz gıybet eder…Misafirliğe gider yer-içer, çıkınca dedikodusunu yapar. Dizileri hiç kaçırmaz, fırsat bulup on ayet okumaz…Sofralarda yiyecek türlü türlü, fakirlerin  dertleri türlü türlü… Nineler torun bakıcısı, dedeler kukla…Bu gidiş nereye?…Ne olacak bu toplumun hâli?…Dikkat edin, dünya fâni, ahiret ise bâkidir. Ya Rabbi!…Bizleri affeyle! Hepimize akıl fikir iz’an ver! Hidayetini üzerimizden eksik eyleme!…

 RAHATSIZLANMASI

Hüseyin Hoca, vefatından üç sene önce rahatsızlanır. Kalbinden sıkıntısı vardır. Ailesi ve çevresi emekli olmasını ister. Hoca: “Ben hocama söz verdim, vefat edesiye kadar görevimin başında kalacağım.” der ve onları tersler.

Takvimler, 21 Ağustos 1976 Cumartesi gününü göstermektedir. Hüseyin Hoca, her zamanki gibi ikindi namazını kıldırmak için abdestini alır, alışkanlık haline getirdiği ailesiyle helalleşmeyi da ihmal etmez ve evden çıkar. Ağustos ayı olduğu için, yılın en sıcak günleri yaşanmaktadır. Binaların gölgesinden ilerler, esnaf dükkanlarına selam vererek camiye ulaşır. Hafız Muammer yanık sesiyle ezana başlayınca, bu da cübbesini giyer ve cemaat gelmeden mihraba oturur. Ezan bitiminde ikindinin sünnetini kılmak için kalkar ve huşû içerisinde, sünnet-i gayri müekkede olan dört rekatlık namazı kılar. Müezzin efendinin yapacağı farz namazın kâmetini beklerken, birden rahatsızlanır. Namazı kıldıramayacağını anlar ve arkasına dönerek, müezzin mahfilinde oturan Recep Hoca’yı (Ertürk) yanına çağırarak: “Ben namazı kıldıramayacağım, siz kıldırın.” der. Bu durumu gören cemaatten bazı kişiler, hemen bir taksi çağırıp, çarşı merkezinde muayenehanesi olan Doktor Zafer ECEMİŞ’e götürürler. Doktor, gerekli incelemeyi yapar ve ilaç verir. Kireççi Hulis, taksiyle hocayı evine getirir. Karşı binada komşuları olan Ramazan Cebe (Mercimek) hemen hocayı sırtlayarak merdivenlerden yukarıya çıkartır ve yatağa yatırırlar.

   DÖN!…

Hüseyin Hoca’nın ömründe, devamlı ağzından düşürmediği bir cümle vardır: “Ya Rabbi, ihsanınla muamele et!” O halinde bile devamlı bu cümleyi tekrarlarken, Rabbânî’nin “İrciî” (dön!) emrine uyarak döner, arkasında yüzlerce hafız bırakarak ruhunu teslim eder. Samimi arkadaşlarından olan Kasım Usta (Horansuyu) hemen gelir, soyar ve mevtâyı yıkanmaya hazır hale getirir. Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ