Bolvadin'in Temel Taşları

 

GIRDIGIZININ ŞABAN  (ŞABAN HORANSUYU)

Şaban Nevzat Horansuyukestemet, 1911’de Bolvadin’in Kestemet Mahallesi’nde dünyaya geliyor. Çiftçilik yapan babasının adı Mehmet Ali’dir. Bir de kendisinden altı yaş küçük Kasım adında kardeşi vardır. Dokuz yaşında iken babasını kaybetmiştir. Çok yönlü bir insandır. Orman muhafaza memurluğu, dâvâ vekilliği, arzuhalcilik, tapu ve adlî işler takipçiliği, yeminli Osmanlıca tercümanlığın yanı sıra; sinema işletmeciliği, parti başkanlığı, kaplıca işletmeciliği de yapmıştır.

“Gırdıgızının Şaban” lakabıyla anılır. Bu lakap, annesi tarafından gelmiştir. Annesinin babası, çeşitli savaşlara katıldıktan sonra memleketine gelir ve: “Bütün düşmanı gırdım geçirdim.” der ve bir daha savaş olmasın, diye silahını kırar. Böylece lakabı da “Gırdı” olarak kalır. Şaban Horansuyu; orta boyda, sağlam yapılı, gevrek ve gür sesli birisiydi. Çok cesaretli ve ileri görüşlü, zeki, hazırcevap, nüktedan, tuttuğunu koparan birisi idi. Çok iyi “Osmanlıca” sı vardı. Kimsenin okuyamadığı Osmanlıca yazıları rahatlıkla okurdu. Konuşmalarına devamlı mizah da katardı. Sözünü esirgemez, kinayeli, hicivli, bazen argolu konuşurdu. Kızdığı zaman arada bir sıyırttırırdı. Zorda kalanın, darda kalanın, yolda kalanın, yoksulun, düşkünün, öğrencinin yardımına koşardı. Yetimi, öksüzü, mazlumu devamlı görür-gözetirdi. Bilgisi ve parti başkanlığının verdiği güçle, resmi dairelerde başaramayacağı iş yoktu. Parti muhalifleri bile onu severdi. Kimsede olmayan, el yazısı ile yazan daktilosu vardı. Daktiloda çok hızlı yazı yazardı. Torunları da bu başarıyı devam ettiriyorlar. Torunu Şaban Nevzat Pamukçu’nun oğlu İlyas Pamukçu, bilgisayar klavyesi ile yazı yazma yarışmasında dört kere dünya şampiyonu oldu. 1969’da hac vazifesini yerine getirdi.

TAHSİL  HAYATI

Şaban Horansuyu, sıbyan mektebinden sonra mahalle mektebini de başarıyla bitirir. Rüştiyeye (ortaokul) kaydolur fakat ikinci sınıfta iken, babası ölünce okulu bırakır. Anası kunduracının yanına çırak olarak verir. Askerliğine kadar burada çalışır. Bu arada devamlı yazmayı ve okumayı bırakmaz. Asker dönüşü evlenir ve üç kızı olur. Orman muhafaza memuru olmak için başvurur ve kazanır. Tayini Sincanlı Tazlar Ormanı Bölgesine çıkar. Burada görev yaparken, ormanda büyük bir yangın çıkar. Sorumlular arasında bu da gösterilince istifa eder ve Bolvadin’e gelerek PTT yanında bulunan “Berber Omar”ın dükkanının bir bölümüne; masa, sandalye, daktilo koyarak arzuhalciliğe başlar. Osmanlıca okuma konusunda kendini daha da geliştirir. Daha sonra Gıllakların Han’da arzuhalciliği devam ettirir. Ölünceye kadar işlerine devam eder.

 TAPU  VE  KAYMAKAM

Türkler, daha önceleri, kendi alfabemiz olan Göktürk ve Uygur Alfabelerini kullanıyorlardı. 11. yüzyıldan, 20. yüzyıla kadar İslamiyet’in etkisiyle, Arap Alfabesini kullanmışlardır. Osmanlıca, bugün konuştuğumuz Türkçe’nin Arap Alfabesi ile yazılmış hâlidir. Cumhuriyet’in ilanından sonra Latin Alfabesi kullanmaya başladık. Yeni nesil, Latin Alfabesi ile öğrenim gördüğü için, Osmanlıca bilen günden güne azalmıştır. Osmanlıca okuma ve yazma konusunda, kendisini çok iyi yetiştirmiş olan Şaban Amca’ya, zamanla resmi dairelerde çok iş düşmeye başlamıştır. Bu yazıları başka okuyabilen olmadığı için, tapu dairesinde ve eski resmi işlemlerde buna çok görev verilmiştir.

1974 yılı…Tapu dairesi hükümet binasının içinde… Şaban Horansuyu, vatandaşın veya devletin resmi işleri için, mecburen tapu dairesine elinde dosyalarla çok girip-çıkmaktadır. Bu durum kaymakamın dikkatini çeker ve tapu görevlilerine “Bu adam burada ne dolaşıp duruyor? Bunu bir daha buraya sokmayın!” der. Şaban Amca’ya bunu söylerler. O da: “Tamam gelmeyeyim! Yakında o kaymakam benim ayağıma gelecek!” der ve oraya bir daha gitmez. Belli bir zaman sonra tapudaki tercüme edilecek evraklar çoğalır. Osmanlıca olan bu yazıları kimse okuyamamaktadır. Kaymakama bu durumu iletirler, o da gidip çağırmalarını söyler. Şaban Amca’nın yazıhanesine gidip, kaymakamın çağırdığını söylerler fakat o: “Kaymakam buraya gelirse giderim” der. Kaymakam, sonunda onun ayağına gidip özür diler ve iş tatlıya bağlanır. “İlim fukara olursa, akıl ukalâ olur.”

PARTİ  BAŞKANLIĞI

Türkiye’de ilk parti, 9 Eylül 1923’te Gazi Mustafa Kemal tarafından “Halk Fırkası” adıyla kurulmuştur. 1924’de “Cumhuriyet Halk Fırkası” olmuş, 1935 yılında ise, “Cumhuriyet Halk Partisi” olarak değiştirilmiştir. Türkiye, 1946 yılına kadar tek partili sistemle yönetilmiştir. Bolvadin’de ise; Basri Sinanoğlu, Hasan Gemici, Hasan Türkmen, Kabağın Kadir Pektaş, Şaban Horansuyu bu partinin önemli temsilcileri olmuşlardır. Şaban Horansuyu, kendisini bu davaya adamış, gönül adamı birisiydi. Uzun yıllar bu partinin ilçe başkanlığını yaptı. Şehirde, oy yönünden azınlık oldukları halde, mücadelesinden dönmedi. Partili-partisiz herkesin işini görmeye çalışırdı.

Yıl 1976…Şaban Horansuyu ilçe parti başkanı…Parti kongresi yapılacak ve yeni başkan seçilecek. Başkanlık için iki aday var: Şaban Horansuyu ve Büyük Karabağlı birisi…Konuşmalar yapılır, arkasından oylamaya geçilir. Oylama sonucunda, Horansuyu üç oyla başkanlığı kaybeder. “Hayırlısı olsun!” der ve yeni seçilen başkana başarılar diler. Aradan birkaç gün geçer. Şaban Amca evde otururken kapısı çalınır. İki katlı evinin penceresini açar, kimin geldiğine bakar. Gelenler yeni seçilen başkan ve avenesidir. Partinin evrakları Şaban Amca’da olduğu için, onu almaya gelmişlerdir. Hemen öbür odaya gider ve üzeri iple bağlı iki dosyayı getirip aşağıya atarken: “Zamanında bu benim çok a..ma godu!..Acıkda sizin a….za gosun!” der ve dosyaları atar. Parti başkanı iken çektiği sıkıntıları dile getirmek istemiştir.

   SEKTE-İ  KALP  (KALP KRİZİ)

Önceden, her mahallenin küllükleri (çöplükleri) vardı. Herkes külünü, çöpünü bu alana dökerdi. Küllükte tavuklar deşinir, yiyecek arar, başıboş eşekler de oraya dökülen küllerin üzerinde küllenirlerdi. Belediyenin at veya eşekle çekilen, iki tekerli çöp arabaları vardı. O günün tanzifatçıları (çöpçüleri) olan Osman Kaplan, Ahmet Bıyıklı, Salih Desti, Mehmet Doğan, İlyas Tokuş, H.Hüseyin Başhan, Ahmet Kocatürk, Şaban Koçyiğit, Hasan Birgül, Selahattin Kabadayı, Ömer Kartal yolları süpürürler; küllükleri temizlerler; bu arabalarla çöpleri şehir dışındaki bir yere dökerlerdi. Elektrik santralının yanında, şimdiki kültür sitesinin olduğu yerde belediyenin ahırı vardı. Burada, belediyenin kadrolu at ve eşekleri bulunurdu. Bu hayvanlar çöpçülerin üzerine zimmetli idi. Çöpçüler temizliğin yanı sıra, bu atların başında sırayla gece nöbeti tutarlar, yemini suyunu verir, bakımını yaparlardı. Ayrıca yılın belli bir ayında, Çifteler Harası’ndan aygırlar getirtilirdi.

1960’lı yıllar…Belediye çöpçüsünün birisi o gün nöbetçidir. Akşam olunca, eşeklerin atların yemini, suyunu verir ve kendisi de istirahata çekilir. Sabah gün doğmadan önce, hayvanları tekrar yemlemek için ahıra girer. Bir de bakar ki eşeğin birisi yerde boylu-boyunca hareketsiz yatıyor. Kaldırmak ister fakat hayvan ölmüştür. Bu durumu görünce korkar ve feryat etmeye başlar. Çünkü kendi üzerine zimmetli olan hayvan öldüğü için, kendisini suçlu bulacaklar ve işten atacaklar, aynı zamanda eşeğin parasını ödettirecekler. Biraz sonra diğer çöpçüler gelir ve kendi eşeklerini atlarını götürürler. Adam korku içerisinde, gidip belediye görevlilerine haber verir ve tekrar nöbet yerine döner. Eşeğin ölümüyle ilgili rapor tutulacak ve o eşek belediye kadrosundan düşülecektir. O gün belediye baytarı, yıllık iznini kullandığı için yoktur. Sorumlu belediye görevlisi, bilirkişi olarak Şaban Horansuyu’nu uygun görür ve rapor tutması için belediye ahırına gönderir.

Şaban Amca ahırdan içeriye girdiğinde, eşeğin nallarını havaya dikmiş olduğunu, biraz da şişmiş olduğunu görür. O gün bakıcısı olan gariban çöpçü, başına neler geleceğini bilmediği için eşeğin başına oturmuş ağıt çekmektedir. Çöpçünün o halini gören Şaban Amca da çok etkilenmiştir. Çöpçüyü teselli eder. Hayvana dikkatlice bakar, baytar edasıyla ayağıyla bir sağına, bir soluna dürter ve çantasından rapor kâğıdını çıkarır ve şunları yazar: “Yapılan tetkik neticesinde, 4 No’lu kır eşeğin sekte-i kalpten terk-i hayat ettiği tespit edilmiş ve bu zabıt tarafımdan tanzim edilmiştir.” diye yazar ve imzalar. Böylece, bir suçu olmayan çöpçü de temize çıkmış olur.

   AĞAÇLAR  ZEHİRLİ…

Hacı Şaban’ın ve kardeşi Hacı Kasım Usta’nın Aşkar’ın değirmenin ilerisinde etrafı kerpiç duvarla çevrili “Gırdıgızının Bağ” diye ünlenen büyük bir bağı var. Bağın içerisinde, yazın kalmaları için bir de evleri var. Bağda çeşitli meyve ağacı türlerinin yanında, daha çok zerdali ağaçları var. Şaban Amca ve hanımı Rasime Abla yaz günleri genellikle bu evde otururlar.

Eskiden, günümüze göre çok meyve ağacı yoktu. Çok kişi de ağaçlarını ilaçlamaz, çoğunlukla meyveler kurtlu olurdu. Neredeyse, kurtsuz zerdali, elma ağacı yok gibiydi. Şaban Amca ise, ağaçlarına çok değer verir, her sene baharda ilaçlardı. Yetiştirdiği meyveleri; eşle-dostla, konuyla-komşuyla, yoldan gidenle-gelenle paylaşırdı.

Mayıs ayının başı…Çağlalar yenecek duruma gelmiş…Şaban Horansuyu bir cumartesi günü çarşıya gider. Kireççi Pepe Nutfi’den (Lütfü Ergün) kireç alır ve bahçesine gelir. Kireci bir tenekeye döküp yakar. Kireç yanarken, ziraat odasından aldığı kurt zehirleme ilacını, su dolu bir kovanın içine biraz döküp karıştırır. Bunu, sırta takılan ilaçlama pompasının içerisine boşaltır ve bütün ağaçları ilaçlar. İlaçlama bitince hanımı Rasime Aba, bir ağacın gölgesine bir yaygı serer ve katmer sacını kurar. Önceki yıldan kalan haşgeş çirpisinden bir kucak alır ve yanına kor. Katmer hamurunu yoğururken, kocası bir elinde fırça, bir elinde kireç kovası, ağaçların alt gövde kısmına, böcekler ağaca çıkmasın diye, kireç badanası sürmektedir. Hamur yoğurma işi bittikten sonra, hamurun içerisine önceden haşgeş daşında sürttüğü haşgeşleri çokça dörter. Katmer sacının altını yakar. Sac ısınırken, oklavayla hamuru açar ve sacın üzerini haşgeş yağına batırılmış tavşan ayağıyla yağladıktan sonra hamuru serer. Bu arada, yanan haşgeş çirpilerinin yanına çay suyunu da koyar. Birkaç katmer yaptıktan sonra, kocasının maydanozlu peynirli ocak bükmesini sevdiğini bildiğinden, ocak bükmesi yapmaya başlar. Köz üzerinde kaynamaya başlayan suya hemen çay demler. Ağaçların gövdelerinin badanalama işi de bitmiştir ve mis gibi katmer ve çay kokusu Şaban Amca’nın karnını iyice acıktırmıştır.

Yokluk yıllarında çağla çalma işi pek meşhurdu. Genellikle her çocuk bunu yapardı. Çocuklar, bunların kerpiçten bahçe duvarına çıkar, oradan ceplerini doldururlardı. Bunu bilen Şaban Amca, dış bahçe duvarına çocukların zarar görmemesi için “AĞAÇLAR ZEHİRLİ YEMEYİN!” diye uyarı yazısı yazmak için, elinde kireç kovası ve fırça ile bahçe dışına çıkar. Duvarın düzgün bir kısmına: “AĞAÇLAR ZEHİRLİ” yazdıktan sonra Rasime Aba: “Şaban, sofra hazır gel soğutma!” diye bağırır. Yemekten sonra devam etmek düşüncesiyle “YEMEYİN” kelimesini yazmadan önce, işi yarı bırakır ve bahçeye girer, sofraya oturur. Bu arada, yoldan geçmekte olan muzip bir kişi bu yarı kalmış cümleyi görür ve şaka yapmak için “AĞAÇLAR ZEHİRLİ” cümlesinin devamına “DEĞİLDİR” diye yazar ve oradan sıvışır.  Şaban Amca, sıcacık katmer ve ocak bükmesinin üzerine mis gibi kokan sadeyağını kor ve koyun yoğurdundan yapılmış ayranla ve turşu ile birlikte, bir güzel karnını doyurur. Yemekten sonra, haşgeş çirpisinin közünde pişen çayını da içer, Allah’a şükrederek kalkar ve tekrar dışarıya çıkar. Bir de ne görsün!.. Duvarda: “AĞAÇLAR ZEHİRLİ DEĞİLDİR” yazıyor. Bunun kafasının tası atar. Fırçayı kirece bandırır ve bu yazının altına parantez açarak: “YE DE ANANIN A..NI GÖR” diye ekler.

BİR  ELİ  HAYIRDA  OLMAK

İnsanlara yardımcı olmak, hayır ve hasenatta bulunmak, zor ve sıkıntılı hallerinde yanlarında olmak, malını ihtiyaçlı için karşılıksız harcamak, insanın önde gelen görevlerindendir.  Şaban Amca bu özelliklerin hepsini de taşıyan bir kişiydi. Muharip Gaziler Cemiyeti’ni kurmuş ve bütün gazileri buraya toplamıştır. Yol-yordam bilmeyen bu ihtiyaçlı olan gazilerimize “gazilik maaşı” ve şehit eş ve çocuklarına da “şehit maaşı” bağlattırmıştır. Zor durumda olan kadınları sıkıntıdan kurtarmış ve onları baş-göz etmiştir. İhtiyaçlı olan pek çok erkeği okutup evlendirmiştir. Kız çocuklarının evlenmesine yardımcı olmuş, onların çocuklarını dahi sahiplenmiştir.

Bilhassa köylerden, kız kaçıran erkeklerin babaları hemen buna gelirdi. Bu da iki tarafın arasını yapıverirdi. Karabağ köylerindeki vatandaşlarımız, -biraz da siyasi açıdan yakın olduğu için- herhangi bir konuda sıkıntıları olursa, hemen buna başvururlardı. Bunun yazıhanesi “Ağlama Duvarı” gibi idi. Her türlü problemi olana ‘bilmem’ demez, çözüm bulmaya çalışırdı. Yardımseverlik açısından emsali az bulunan bir adamdı. Yedirip-içirmeyi çok severdi. Evinin kapısı herkese açıktı. Geleni-gideni çok olurdu. Neredeyse, odadan akşama kadar sofra hiç kalkmazdı.

Ayda bir kere davet verir, mevlit okutturur, çevresindeki herkesi çağırırdı. Tahtalı Camisi’ne gelip, herkesi yemeğe buyur ederdi. Bürokrat kesimden çok tanıdığı olduğu için, pek çok Bolvadinli gencin memur olmasına sebep olmuştur. Hanımı Rasime Aba, eşi gibi o da yardımsever, münevver bir annemizdi. Şaban Amca, eşi vefat ettikten sonra beş çocuklu bir kadınla evlendi. Amacı, bu yetimleri büyütüp beslemekti. Onu da başarıyla yaptı.

Bu olaylardan sonra herkes aynaya baksın, kendine not versin. Şaban Amca, şimdilerde artık senin gibi adam yok!…Hakkını bizlere helal et!…Kabrin nur, mekanın Cennet olsun!…

VEDA  ZAMANI

Tarih 6 Ocak 1986…Şaban Horansuyu seksen beş yaşında iken pek çok iyilikler, güzellikler bırakarak bu yalan dünyadan ayrılır. Fâni âlemde o bizimle değil artık…Ebedi âlemin misafiri…Ancak, bu gök kubbede bıraktığı hoş seda devamlı kalacaktır. Allah gani gani rahmet eylesin…Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ