Bolvadin'in Temel Taşları

 

HAFIZ ALİ OSMAN   (ALİ OSMAN KARAER)

Hafız Ali Osman, 1909 yılının baharında, ailenin ikinci evladı olarak dünyaya gelir. Kendisinde büyük, İbrahim adında bir ağabeyi, kendisinden küçük Ahmet ve Hilmi adlarında kardeşleri vardır. Ayrıca iki de kız kardeşi bulunmaktadır. Babası “Karaahmetoğlu Yakup” diye bilinir. Çiftçilik, hayvancılıkla uğraşmıştır.

Hafız Ali Osman; kısaya yakın boyu ve bir tutam sakalı olan, şakacı, neşeli, çalışmayı seven, genellikle dalgın gezen bir kişi idi. Sesinin tonu yüksek ve güzel idi. Bolvadin’in en uzun sene, müezzinlik yapan kişisi olarak tarihe geçti. Çarşı Camisi’nde elli bir sene müezzinlik yaptı. 25 Nisan 1933’te , yirmi dört yaşında iken evlendi.  Bu evliliğinden; Yakup, Ramazan, Süleyman, Mehmet, Mustafa, Mahmut adlarında oğullarının yanı sıra bir de kızı oldu. “Yakıpların Hâfız” denildiğinde herkes bilirdi. 1923’de, on dört yaşında iken babasını kaybediyor.

EZÂN-I  MUHAMMEDİYE

   Mekke’de ilk Müslümanlar ibadeti gizlice yapıyor, namazlarını kimsenin göremeyeceği yerde kılıyorlardı. Medine’deki Müslümanlar ise rahattı. Burada Mescid-i Nebevi (Peygamber Mescidi) inşa edilmişti. Müslümanlar vaktin girmesini bekliyor ve namazlarını kılıyorlardı.

Resûl-i Ekrem bir gün Ashab-ı Kirâm’ı toplayarak bu konuyu istişare etti. Sahabiler çeşitli davet şekilleri sundular. Hz Ömer: “Yâ Rasulallah, halkı namaza çağırmak için neden bir adam gönder miyorsun?” diye sordu. Efendimiz Hz. Ömer’in teklifini uygun gördü ve Hz. Bilâl’e: “Kalk Yâ Bilal, namaz için seslen!” dedi. Bilâl’de ezan vakti gelince Medine sokaklarında dolaşarak: “Esselâ!” (Buyurun namaza!”) diyerek halkı mescide davet etti.

Aradan bir zaman geçince, ashaptan Abdullah Bin Zeyd bir rüya görür. Rüyasında bu günkü ezan şekli öğretilir. Rüyasını Peygamber’e anlatması üzerine bu çağrı şekli uygun görüldü. Peygamberimizin emriyle Abdullah Bin Zeyd, Hz. Bilal’e bu namaza çağrı şeklini öğretti. O günden beri de bütün İslam ülkelerinde bu şekilde okunuyor.

Hafız Ali Osman’ın babası, dîni bütün bir kişi imiş. Çocuklarının dini yönden iyi yetişmesi için elinden gelen gayreti göstermiş. O gün için okumaya, eğitime çok önem verilmiyormuş. Okutmak için parasal gücü yerinde olan kişiler, çocuklarını okutmak için gayret gösteriyorlarmış. Bu yüzden küçük Ali Osman, okula gidememiş. Babasıyla bahçede, tarlada çalışıyormuş.

Evleri İhsaniye Camisinin karşısında…Caminin din görevlisi de, Veli Efendi’den (Başkaya) sonra gelen Hüsnü Başarı… Küçük Ali Osman, devamlı camiye gider; bu din görevlilerini hayranlıkla dinler; onlar gibi ezan okumaya çalışırmış. Sesi gür ve güzelmiş. Devamlı, bahçe duvarlarına ve yüksekçe bir yere çıkıp ezan okurmuş. Bu, babasının dikkatini çekmiş, oğlunu hafız etmeye karar vermiş.

İSTANBULLU  HOCA

Hafızlık; Kur’an mucizesini, Allah’ın sözlerini, insandan insana aktararak, kıyamete kadar sürmesini sağlamaktır. Kur’an’ı ezberlemek, Müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir. Yani, bir topluluktaki Müslüman bunu yaparsa, diğer Müslümanlar üzerinden bu sorumluluk kalkar. Hafızlığın karşılığı ise “cemâlullah” ile şereflenmektir. Efendimiz: “Ümmetimin en şereflisi, Kur’an’ı ezberleyenlerdir.” buyuruyor. Ayrıca: “Her kim Kur’an’ı ezberler ve amel ederse, kıyamet gününde anne-babasına bir taç giydirilir. Bu taç güneşten daha parlaktır.” buyuruyor.

Osmanlı döneminin son yıllarında Bolvadin’de pek çok medrese ve hafızlık mektebi vardı. Bu hafızlık mekteplerinin birinde meşhur “İstanbullu Hoca” adında, Süleyman İSUZ Hoca görev yapıyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul işgal edilince, Bolvadin Kadısı Hasan Hilmi Efendi, bu hocayı davet eder. Bu hocanın tayini 1918’de Bolvadin’e çıkar. İlim ve takva yönünden çok etkili bir hocadır. Mescit Mahallesi’ndeki Satılmışlar’ın evde altlı-üstlü kiracı olarak kalırlar. Bolvadinliler, bu hocayı çok sever. Hafız Mektebinde ulûm-u dîniye ve Türkçe dersleri verir.

Ali Osman dokuz yaşında…Babası, bunu hafız olması için bu hocaya verir. Beş yılda hafızlığını tamamlar. Bununla birlikte: Şükrü Şahinler, Mehmet Koca, Ahmet Güvenir, Mehmet Eker, Muammer Ulu hafız olarak okulu bitirirler. 1923’de Kadı’nın tayini Akşehir’e çıkınca, arkasından bu hoca da oraya tayin edilir. Bolvadin’den bazıları, hafız olmak için Akşehir’e giderler. Hüseyin Sezen, Mustafa Özkaldı, Bedri Özdemir, İbrahim Çürük, Mehmet Köksal, Mehmet Palabıyık hafız olur gelirler. Memleket hâlâ bu hafızları unutamamıştır.

GÖREV VE ASKERLİK

Hafız Ali Osman 15 yaşında iken, Müftü – Müderris Çoğuluzâde Mehmet Ali Efendi tarafından, Çarşı Camisi’ne ikinci müezzin olarak tayin edilir. Askerlik vaktine kadar burada görev yapar. Askerliği Manisa-Salihli’ye çıkar. Oradaki komutanları bunu çok sevdikleri için, istediği zaman serbest şekilde dışarıya çıkmaktadır. Sesinin güzelliğinden ve yeterli din adamı olmadığından dolayı, halk bunu mevlitlere cenazelere çağırır. Camide ezan okur. Mütevâziliği ve efendiliğinden dolayı da çok severler. Gerekli bahşişleri de verirler. Bolvadinli Manav Çomak da orada askerdir. Askerdeki bir olayı şöyle anlatır: Salihli eşrafı, Hâfız Ali Osman’ı  zaman zaman evlerine çağırır, Kur’an – Mevlit okuttururlardı. Bir gün Salihli’nin en zenginlerinden birisi, Hâfız Ali Osman’ı yanına çeker ve der ki: “Bak Hâfız, benim erkek evlâdım yok, bir tek kızım var. Askerliğin bitince kızımla evlen ve burada kal! Bütün malım mülküm size kalsın.” Bu câzip teklife yanaşmayan Hâfız Ali Osman: “ Babam yok. Anam, kardeşlerim yolumu bekler.” diyerek kabul etmez.

   YAĞCILIK

Hafız Ali Osman’ın babasından kalma, Emirdağ Caddesi’nde Yağcı Ramazan Üresin’in dükkanının yanında dükkanı var. Yağcılık, pekmezcilik, tamircilik yapan kişilerin dükkanlarında tavan yoktu. Başını kaldırdığın zaman çatı direklerini görürdün. Bu yüzden kışın soğukta çalışırlardı. Tavan yapılmamasının sebebi, isi pası yukarıya çekmesi içindi. Bunların yağcı dükkanı da bu şekilde idi.

Yakıpların Ali Osman askerden dönünce paralı döner. Askeriyenin dışında yaptığı mesleğiyle ilgili çalışmalar sonucunda epey para biriktirmiştir. İbrahim Ağa’sının önüne bi’ çevre parayı koyar. Ağası çok sevinir. Hemen dükkana lazım olan makineleri alırlar. Dükkanda; susam, haşhaş, pekmez, haşhaş yağı, helva imalatının yanı sıra, satışını da yapmaya başlarlar. Dört kardeş işlerine sıkı bir şekilde sarılırlar. Hafız Ali Osman, tekrar Çarşı Camisi’nde görevine başlar. Cami haricindeki zamanını hep dükkanda çalışarak geçirir. Kardeşi Hilmi de, çalışmanın yanı sıra, Rüştiye Camisi’nde müezzinlik eder. Dört aile aynı ev içerisinde yaşarken, çocukların çoğalmasından sonra ayrı evlere taşınırlar.

   TEFTİŞ

Rahmetlik büyük oğlu Yakup, şakacı, muhterem bir insandı. Delikanlılık döneminde babasına şaka yapmak ister. O zamanlar belediye çavuşları, “kelle kesen kel hasan” gibiydi. Sıkı sık dükkanları teftiş ederler, küçük bir eksiklikte hemen cezayı yazarlardı. İşte böyle bir zamanda Yakup, takım elbiseyi giyer; kravatı takar; başına bir fotel (fötr) şapka geçirir; bir de gözlük takıp elinde çantayla babasının dükkanına girer. Kaymakam olduğunu söyler, teftiş edeceğini belirtir. Babası bunu tanıyamaz. Eksik bulduğu şeylere: “Düzeltelim efendim!” diyerek alttan alır.

Bu arada arka kısımda çalışmakta olan kardeşi Ahmet, bunların yanına gelir ve yeğenini tanır. Oradaki haşhaş yitkisi olarak kullandıkları sopayı eline alarak: “Len bilmem ne ettiğim!” der ve üzerine giderken, rahmetlik Yakup oradan fıyar (kaçar).

 DALGINLIK

Hafızlar genellikle; evde, sokakta, çarşıda yürüdükleri yerde hafızlığı unutmamak için içlerinden Kur’an’ı tekrar ederler. Rahmetlik Hafız Ağa da öyleydi. Yolda yürüdüğü yerde devamlı dudakları kıpırdar, hafif mırıltılı sesle ezberlerini tekrar ederdi. Hep dalgın dururdu.

Bir gün gece yarısı oğlu Yakup eve dönüyormuş. Kahvede arkadaşlarıyla muhabbete dalmış. Eve giderken de geç kaldığı için, babası bir şey söyler mi, diye korkarak gidiyormuş. Gece karanlıkta tam evlerine yaklaşırken, babasının sabah namazı için evden çıkıp geldiğini görmüş. Yolda kimseler yok. Hemen ses tonunu değiştirerek: “Selamünaleyküm Hafız Ağa!” demiş. Babası da selamın karşılığını almış. Babası tanıyamamış yoluna devam etmiş. Belki de tanımış, işi olgunluğa vurdurup yoluna devam etmiş.

Eskiden çiftçiler harmandan iki ayda kalkamazdı. Gündüz getirdikleri tahıllarını -herhalde koyacak yer olmadığından- evlerinin önlerine koyarlar, gece de başında yatarlardı. Bazen bulgur yapmak için tahıl çeşme hatıllarında yıkanır; kaynatılır; meydanlıklara kilimlerin üzerine serilir; kuruması beklenirdi. Bu bazen üç gün sürerdi. Tahılın başını bekleyen yaşlı kadın arada bir buğdayı, oturduğu yerden karıştırır, elindeki uzun kamışla buğdaya gelen kuşları kovalardı.

Vazırlar’ın Süleyman döşşeğini sermiş, bunların evin yanındaki meydanda serili olan tahılın başında yatacak. Hafız Ağa evden çıkıp camiye giderken, buna hiç selam vermiyor. Selam vermenin sünnet olduğunu çok iyi biliyor fakat kendini ezbere kaptırdığı için kimseyi görmüyor. Süleyman Ağa, bundan rahatsızlık duyuyor. Gene yanından geçerken bunu durduruyor: “Hoca, yanımdan geçiyorsun hiç selam vermiyorsun! Yoksa küs müyüz!” diyor. Hafız ağa da özür diliyor, ezberi tekrar ettiğini söylüyor.

   AMELİYAT

Atalar,“İnsan dolu testi” derler. Yani ne zaman başına ne geleceği, ne zaman hastalanacağın belli olmaz, anlamındadır. Hafız Ağa, 1966’ birden hastalanır.   Doktorlar, hemen ameliyat, derler. Afyon’da ameliyatını olur. On üç günlük rapor verilir ve istirahat eder. İmaret Cami Müezzini Mustafa Doğru, geçici olarak bunun yerine görevlendirilir. Raporu bitince tekrar görevine başlar. Görevinin ertesi günü Mustafa Hoca’nın yanına gelir. Elinde bir zarf vardır. Ona: “Mustafa oğlum, ameliyattan dolayı on üç gün vazifeye gelemedim. Benim yerime sen vazife yapmışsın. Maaşımı aldım. On üç günlük maaşımı hesapladım. Bu senin al!” der Mustafa Hoca: “Aman Hafız Ağa! Bu benim hakkım değil. Ben zaten maaş alıyorum. Memurun hastalık izni olur. Bu para senin!” dediyse de kâr etmez. Mustafa Hoca, gönlü hoş olsun, içi rahat etsin, diye parayı alır ve onun adına bir hayır kurumuna verir. İşte bu kadar temiz yürekli, helalinden isteyen bir kişi…

   MİNARE

Bolvadin’in en uzun ve en ince minaresi Çarşı Camii minaresidir. Minareyi, cami ile birlikte 1904 yılında Ermeni Mimar Georgios Parmakyan yapmıştır. Merdivenleri kesme taştan yapılmıştır. Merdivenlerin basamaklarının yüksekliği normal merdivenin iki katıdır. 99 merdiven basamağı vardır. İçi biraz dar olup, kilolu adam zor çıkar. Hafız Ağa, elli bir sene bu minareye günde beş sefer çıkıp inmiştir. Hoparlörün almadığı zamanlarda, okuduğu gür ve gevrek sesiyle okuduğu ezan, Bolvadin’in her yerine duyulurdu. Bolvadin, o zamanlar bu kadar geniş alana yayılmamıştı. Şimdiki ev olan yerler tarlaydı. Bağda, bahçede çapada çalışan kişiler ezan sesine göre vaktini belirlerdi. Hocanın sesinin Develi’ye kadar duyulduğu söylenirdi.

Bundan üç sene önce, internet siteme Bolvadin’le ilgili fotoğraf koymak için Çarşı Camii minaresine çıkmaya karar verdim. Minarenin iç lambaları yanmıyordu. Göz kararıyla kenarlara sürtüne sürtüne yukarıya çıkmaya başladım. Karanlıkta bir türlü yol bitmek bilmedi. Sonunda şerefeye vardım. Yükseklikten başım döndü fakat fotoğrafları çekmeyi başardım. İnerken kolay ineceğimi zannediyordum ama yanılmışım. İnerken de çok zorluk çektim. İndiğimde kan-ter içinde kalmıştım. İnip çıkarken aklıma devamlı Hafız Ali Osman geldi. Günde beş sefer buraya nasıl iner-çıkar, diye düşündüm. Oradan, Mustafa Karaer’in oğlunun dükkanına gittim. Mustafa Hoca orada oturuyordu. İçeri girdiğimde ona: “ Hafız Ağa’m şimdi altından ırmaklar akan cennette, yeşillikler içine uzanmış keyif çatıyordur.” dedim. Gerçekten bunu hak ettiğini düşündüm. İnşallah öyledir.

PARK GAZİNOSU

Çarşı meydanında, Çınar’ın yanında bir park, onun yanında da Park Gazinosu vardı.1932’ Belediye Başkanı Basri Sinanoğlu tarafından Macar ustalara yaptırılmıştı. İçerisi çok büyük olup, tavan uzun ağaçlarla dikmesiz olarak yapılmıştı. Baş kısımda yerden bir metre yükseklikte sahne vardı. Lokal, kahvehane, konferans salonu ve sinema olarak kullanılıyordu. İlçeye gelen fikir-sanat adamlarının yanı sıra, Anadolu turnesine çıkan tiyatro ve ses sanatçıları da geliyordu. Gelen bu sanatçılar postane karşısındaki “Palas Oteli”nde kalırlardı. Necip Fazıl ve Arif Nihat Asya da, konferans vermeye gelmişti. Bolvadin’in biraz da vatanına, bayrağına, dinine bağlı olması, herhalde bunlardan da kaynaklanıyor. İsmail Hakkı Dümbüllü, Bedia Muvahhit sahne ve ses sanatçıları da gelmişti.

Ses sanatçılarının geldiği bir gün, Hafız Ali Osman Hoca, sabah ezanını okumak için minareye çıkar. Hoparlörsüz okumaktadır. Otelde yatan ses sanatçıları bunun sesini duyarlar. Tam aradıkları bir sestir. Gün ağarınca araştırırlar, soruştururlar ve Hoca’nın çalıştığı yağcı dükkanına gelirler. Hoca bunlara gerekli ikramı yapar. Türk sanat musikisi sanatçıları, bunun sesini çok beğendiklerini ve İstanbul’a götürmek istediklerini söylerler. Hoca buna şiddetle karşı çıkar ve kabul etmez. Her şeyi hesap etmek yanlış. Hayat hesaba sığmaz. Doğru bildiğin yoldan ayrılmayacaksın.

VEDA

Rahmetlik, görev yaptığı Çarşı Camii müezzinliğinden 1974 yılında emekli oldu. Yağcı dükkanını yıktırıp oraya çok katlı bir bina yaptırdı. Hanımının deyişine göre emekli olduktan sonra yere-göğe sığamıyor. Odalara girip ezan okumaya başlıyor. Yıllardır aşkla yaptığı müezzinliği birden terk edemiyor.

Emekliliğinden dört sene sonra rahatsızlanıyor. Oğlu rahmetlik Süleyman, Ankara’ya hastaneye yatırıyor. Tarih 8 Ağustos 1977 Pazartesi…Oğluna hastanede: “Oğlum, emr-i Hak vâki olursa beni buralarda koyma, Bolvadin’e götür.” diyor. O gün Rahmet-i Rahman’a kavuşuyor. Peygamberimiz: “Müezzinler, sesinin ulaştığı yer genişliğinde mağfirete (günahların affedilmesi) ulaşır.” buyuruyor. İnşallah bizler de aynı mağfirete ulaşırız. Hocamıza Allah’tan rahmet diliyorum.

Allah gani gani rahmet eylesin…Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ