Bolvadin'in Temel Taşları

 

MUSTAFA GÜZELEL   (ARAP MISTIK)

Mustafa Güzelel, 1901’de Bolvadin’in Hisar Mahallesi’nde dünyaya geliyor. Keçecilik yapan babasının adı Abban’dır. Kardeşleri; Veli (Çanakkale’de kalmış), İlyas, Musa ve üç de kız kardeşi var. Mahalle mektebini ve İlkokulu bitirdikten sonra, babasının yanında keçecilik yapıyor. Ayrıca, Dahancı Rüştü’nün yanında tahin çıkarıyor. Bu arada inşaat işlerinde de çalışıyor. Askerlik dönüşü, devamlı inşaat işleri yapıyor.

  Arap Mıstık’ın ataları, Güney Irak’ta, Hazreti Ömer’in emriyle Sa’d Bin Ebu Vakkas tarafında kurulan şehir olan, Kûfe’den gelmiştir. Orada yaptıkları keçecilik işlerini, Anadolu’da devam ettirmişlerdir. Mıstık Amca; orta boyda, esmer tenli, devamlı hareketli olan birisiydi. Yüzünün esmer olmasından dolayı “Arap” lakabı takılmıştır. Zamanın en iyi inşaat ve sıva ustası olarak tanınmıştır. Yaptığı inşaatlar bugün bile sapasağlam durmaktadır. İnşaatın her türlüsünü yapardı. Çeşme, cami gibi hayır işlerinde kesinlikle pazarlık yapmaz, ne verirlerse alırdı. Bolvadin’deki pek çok çeşmede onun emekleri vardır. En önemli özelliklerinden birisi ise, muhabbetli olması idi. Sakin bir şekilde çok güzel konuşur, konuştuğunu etrafına dinlettirirdi. Konuşmalarında nükte ve şakalara yer verirdi. Toplumdan da ona takılanlar olurdu. Çok bonkördü, paraya önem vermez, günübirlik yaşardı. O gün kazandığını o gün yerdi. Evi Şazi Mahallesi’nde olduğu halde, suyunu devamlı Akçeşme’den içer: “Oranın suyu 24 ayar.” derdi. Yapmış olduğu üç evliliğinden; Arif, Rüstem, Ekrem ve iki de kızı oldu. Oğulları babasının mesleğini devam ettirerek, şehrimizin iyi ustaları arasına girdiler.

KEÇECİ  ABBAN  AĞA

Türkler tarihte hayvancılık ve çiftçilikle uğraştıkları için, koyunun ve keçinin yününden yapılan keçeyi her alanda kullanmışlardır. Mayıs ayında kırkılan koyunların yünleri, yıkanıp temizlendikten sonra kabartılıyor. Bir yaygı üzerine atılan kabartılmış yünler hafif ıslatılarak dürülüp bağlanıyor. Ayak ile yarım saat tepiliyor. Açılıyor ve tekrar ıslatılıp bağlanıyor, ayak ile tepmeye bir saat daha devam ediliyor. Sıcak suda pişirildikten sonra tekrar dürülüp bağlanıyor ve tepiliyor. Son aşama olarak üzeri perdahlandıktan sonra kurutması için seriliyor.

Keçe, atalarımızın vazgeçilmez eşyaları arasında idi. Yer yaygısı, kepenek, çadır, çarık, eyer, külah hep keçeden yapılırdı. Benim küçüklüğümde keçeden yapılmış kilim, ancak varlıklı ailelerin evinde olurdu. Soğuğu sıcağı geçirmez, sağlık açısında çok faydalı olduğu için devamlı kullanılırdı.

Abban (Affan) Ağa da kardeşleriyle birlikte keçecilik yapar ve yaptıklarını sıcak suda yıkamak için İmaret Hamamı’nın külhanında yıkarmış. Küçükken, hamamın arkasında devamlı iplerde keçe serili olduğunu görürdüm. Bundan altmış sene önce Bolvadin’de onlarca keçeci varmış. Şimdi ise bir tane bile kalmadı.

ÇAY’DAKİ  DEĞİRMEN

Zamanında, komşu belde ve köyümüz olan Çay ve Özburun’da, dağlardan gelen sular vardı. Bu suların üzerlerine su değirmenleri yapılmıştı. Çay’da on üç, Özburun’da ise sekiz değirmen vardı. Bolvadin’de ise ilk yapılan ortaokulun olduğu yerde, Nohuttan’ın Değirmen vardı. Başka değirmen de yoktu. 1943’de Hasan Türkmen, mazotla işleyen değirmen kurdu. “Peflika” (fabrika) dediğimiz un fabrikaları henüz yoktu. Bolvadin halkı buğdayını öğüttürmek için ya Çay’a, ya da Özburun’a giderdi.

Yıl 1919…Arap Mıstık delikanlı…Harman  kaldırılmış, kışa hazırlık yapılıyor. Babası, kışlık un için oğlu Mustafa’ya, Çay’a gidip buğday öğüttürüp gelmesini söyler. Mustafa arkadaşı Bücükçü ile buğdayları eşeklere yükleyip yola çıkarlar. Harman sonu olduğu için değirmenlerin hepsi de kalabalıktır. Bir değirmene varıp buğdayları indirir ve sıraya girerler. Birkaç gün sonra ancak sıra gelecektir. Yanlarına eşeklerin yemesi için saman almamışlardır.…Tembellik adamı mühendis eder. Gidip eşekleri yeşillikte yaymak yerine, saman bulmaya karar verirler. Değirmenin yakınındaki bir evden saman istemek için kapıyı çalarlar. Bir kadın kapıyı açar ve bunlara saman vermez. Bunlar ne yapacağız, diye düşünürken akşam olur. Saman çalmaya karar verirler.

“Kaşık çalımı vakti”, samanlığın saman atılan penceresinden Mustafa girip, doldurduğu çuvalı dışarıya atacaktır. Hava kararır. Pencereye arkadaşının yardımıyla tırmanır ve içeriye girer. Karanlıkta samanı çuvala doldururken, ev sahibi kadın elinde kandille çıkagelir. Mustafa hemen, saman taşınan büyük çitenin altına saklanır. Çitenin aralarından dışarıyı seyretmeye başlar. Kadın, kandili direkteki çiviye asıp, yere bir örtü sererek oturur. Biraz sonra pala bıyıklı, heybetli, belinde kuşak ve kaması olan bir adam gelir. Kadın onu karşılar ve adamın elindeki yağlığı (mendil) yere serip, içindeki çerezi yemeye başlarlar. Arap Mıstık’ın her yerini bir korku sarar. Bir taraftan çerezleri yerken, bir taraftan da muhabbet ederler. Erkek kadına: “Bana nasıl âşık oldun?” der. Kadın: “Dere kenarında kavga ederken, sen kamanı çekip bağırdığında hepsi de kaçmıştı ya, işte o zaman âşık oldum. O şekilde bir daha kamanı çeker misin?” der. Adam tekrar kamasını çekince, Arap Mıstık korkuyla bağırarak çitenin altından doğrulur. Ne olduğunu anlayamayan kadın ve erkek, hemen kaçarlar. Bu da, doldurduğu saman çuvalını dışarıya atıp çerezleri toplar ve pencereden kaçar.

Ertesi gün mendili yere serip çerezleri yemeye başlamışlar. Yanlarından geçen birisi bunları görüp yanlarında durmuş. Bir de bakmış ki gece gördüğü değirmenci adam. “Gel malın gibi ye!” demiş ve devam etmiş: “Ben Cinni taifesindenim. Eğer bizim buğdayları hemen öğütüp vermezsen, sana yapacağımı biliyorum!” demiş. Değirmenci, bu tehdit karşısında hemen buğdaylarını öğütmüş. Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz. Her zaman doğru ve namuslu olmak lazım. Harama uçkur çözmemek lazım.

   ŞEKER  FABRİKASI

Türkiye’de ilk şeker fabrikası Uşak’ta 1925’de kurulmuştur. Alpullu Şeker Fabrikasından sonra, Eskişehir Şeker Fabrikası açılmıştır. Bugün için yirmi beş tane şeker fabrikası vardır.

Yıl 1933…Eskişehir Şeker Fabrikası’nın temeli atılıp inşaatı devam ediyor. Mıstık Amca da belli bir süredir orada çalışıyor. Fabrikanın kaba inşaatı bitmiş, sıvası yapılmaktadır. Bir gün öğleden sonra sıva yaparken, bastığı iskele tahtasının kırılması üzerine üçüncü kattan yere düşer. Hemen hastaneye kaldırırlar. Yedi yerinde kırık vardır ve her yerini alçıya alırlar. Bu baygın halde, bir şeyden habersiz yatmaktadır. Yattığının ikinci günü gece yarısı karanlıkta gözlerini açar. Düştüğü olayı hatırlar ve doğrulmak ister. Alçılar yüzünden doğrulamayınca kendisinin öldüğünü ve mezarda kafasını sapmaya vurduğunu zanneder. Biraz sonra içeriye iki hemşire girer. Beyaz giyimli hemşireleri de, Münker Nekir sorgu melekleri sanır. Bunların sorgu için başında beklediklerini zanneder. Hemşirelere yalvarır gibi: “Nevar,  soruları biraz kolay sorun!” der. Hemşireler önce anlayamazlar sonra da gülüp gerçeği anlatırlar. Hayat için attığımız her adım, bizi meğer ölüme götürürmüş anladım.

   RÜŞTİYE  CAMİİ

   Rüştiye Camisinin eski ismi “Keşşaf Mescidi” idi. Kerpiçten yapılmış olan bu mescit yıktırılarak, Neslizade Rüştü Efendi tarafından 1950’de Arap Mıstık’a betondan yaptırıldı. İsmi de “Rüştiye Camii” oldu. Neslioğlu Rüştü Efendi (Özsoy), Mıstık Usta ile cami yapma konusunda anlaşır. O gün için beton tavan pek bilinmemektedir. İnşaata başlanır, duvarlar bitirildikten sonra, cami tavanı için kalıplar çakılır. Rüştü Amca kontrol amacıyla inşaatı gezer. Bir de bakar ki hiç dikme yapılmadan tavan olmaktadır. Hemen Mıstık Usta’yı yanına çağırır ve dikmesiz bu tavanın durmayacağını, yıkılacağını belirtir. Usta da ona korkmamasını, kalıpların söküleceği gün, bütün ailesini tavanın altına getireceğini söyleyip ikna eder.

Sıra, cami girişinde bulunan çeşmeye gelmiştir. Çeşme duvarına koyacağı taşı balyoz ile düzlerken, balyoz birden diz kapağına gelir ve dizini çıkarır. Caminin tam karşısında, Allah rahmet eylesin Mısırlılar’ın Fadime Aba’nın evi vardı. Fadime Aba kırık-çıkık konusunda çok usta bir kadındı. Ortopedik bir şikayeti olan hemen buna gelir ve şifa bulurdu. Bunu hemen tezgenenin üzerine oturtup doğru Fadime Aba’ya götürürler. Fadime Aba, çıkan dizi yerine oturtur ve sarar. Kısa zamanda dizi iyi olan Mıstık Ağa, çeşmeyi de bitirir ve 19522de cami ibadete açılır.

   TAKSİT  TAKSİT  YATIRAYIM.

Çarşı meydanındaki çınar ağacının fidanı, tahminim 1925 yıllarında dikilmiş. 1940’da çekilmiş bir fotoğrafta ortalama on beş yaşında bir ağaç olarak görülüyor. Yıl 1967…Ağacın uzayan dalları elektrik tellerine değdiği için kesilmesi gerekiyor. Belediye zabıtaları aşağıda, işçiler yukarıda ağacın dallarını kesiyorlar. Kesilen dallar yerde birikiyor. Ağaçları çok seven Arap Mıstık, bu kesilen dalları görünce içi cız ediyor ve kesmemeleri için ikaz ediyor. Görevliler bunu dinlemeyip kesime devam edince, Mıstık Ağa: “Keseninin de, kestirenin de….” diyerek küfürü sallıyor. Gene kesime devam edilince, bu sefer daha okkalı bir küfür sallıyor. Gururuna yediremeyen belediye görevlileri bunu mahkemeye veriyorlar.

Mahkeme günü hakim buna, görevlilere niye küfür ettiğini soruyor. Bu da ağaç sevgisinden bahsediyor ve o yüzden küfür ettiğini söyleyip, az ceza vermesini istiyor. Hakim: “Sana üç ay hapis cezası verdim fakat bunu da paraya çevirdim.” deyince Arap Mıstık, bu parayı yatıramayacağını ve takside bağlamasını istiyor. Hakim takside bağlayınca, kinayeli bir şekilde şikayetçileri gözüyle göstererek: “Teşekkür ederim hakim bey! Ben de bunlara taksit taksit yatırayım!” diyor. Artık yatırdı mı, yatırmadı mı bilmiyoruz.

   KAPLICADA  KAÇAN  SU

Bir bölgede deprem olduğu zaman, yerden çıkan soğuk ve sıcak suların kesildiği görülür. Deprem sonucu, fışkıran su kaynakları yol değiştirir. 4 Ekim 1914 tarihinde olan depremde,  şehrimizden 303 kişi hayatını kaybetti. Değişik tarihlerde de pek çok depreme şahit olduk. Gene bir deprem sonrası kaplıcanın suyu kaçar ve sular kesilir.

Kaplıcanın havuzlarını, ilk yapılan evlerden olan, “Yavşak Evleri” ve “Şaban Evleri”ni Mıstık Usta yapmıştır. Sular kesilince Mıstık Usta’yı suyu bulması için çağırırlar. Mıstık Usta hemen işe girişir. Birkaç gün boyunca yere yüzükoyun uzanıp, kulağını toprağa dayayarak su sesi dinler. Gene bu şekilde dinlerken uzandığı yerde uyuyakalır. O sırada rüya görür. Rüyasında orada bulunan “dipcik otu” diye tabir edilen otun birinin altından kan çıktığını görür. Hemen uyanır ve o yeri işaretler. Hemen Bolvadin’e gelip, çok koyunu olan bir zengine durumu anlatıp, koyun vermesini ve oraya kurban keseceğini söyler. Zengin ağa bunu alaya alarak: “Len Arap!.. Canın et istedi herhalde!” der ve vermez. Bu da kendi cebinden bir koyun satın alıp kaplıcaya götürür ve o kan çıkan yerde kestirip, etini oradaki işçilere dağıtır. Sonra o bölgeyi kazmalarını söyler. Belli mesafe kazıldıktan sonra su fışkırır. Şimdi yıkandığımız su, bu sudur.

SANA  ÇOCUK  VERMEYCEN!

Eski zamanlarda cahillik çoktu. İnsanlar; yatırdan, taştan topraktan medet umarlardı. Çocuğu olmayan bir kişi ya bir türbeye bağlanır, ya da kaplıcanın suyunun çıktığı yerde dilek tutardı. Üstü açık olan Heybeli havuzunun dış duvarının yanında maslak vardı. Ana kaynaktan çıkan su bu maslağa gelip, bir boru aracılığıyla havuza akardı. Etrafından buhar çıkan bu maslağın yanına gelen kadınlar dilek tutarlar; dilekleri yerine gelince, tekrar gelip burada horoz kurban ederlerdi. Bilmeden yapılan gizli şirklerden birisi idi.

Yıl 1963…Heybeli havuzunun suyu kesilmiş ve havuzu boşaltılmış. Arap Mıstık havuzun içini tamir ediyor. Dışarıda bulunan kişilerin konuşmaları, su akmayan borudan içeriye duyuluyor. Çocuğu olmayan bir gelin, kaynanasıyla havuzun yanındaki sokakta bulunan maslağa gelmiş, çocuğu olması için ırk tutuyor. “Bana bir çocuk ver! Bana bir çocuk ver! Çocuk verirsen gurban kescen!” diye bağırıyor. Arap Mıstık bu olaya biraz kızıyor, biraz da muziplik olsun diye ağzını boruya dayayıp: “Sana çocuk vermeyceeen! Sana çocuk vermeyceeen!” diye bağırıyor. Dışarıdan bir çığlık sesi geliyor. Dışarıya çıktığında bakıyor ki gelin korkudan bayılmış, kaynanası ayıltmaya çalışıyor. Bunu hemen kaplıcadaki evlerine götürüyorlar. Gelinin durumunun iyi olmadığını gören Arap Mıstık, durumu yakınlarına açıklıyor ve gelini tekrar maslak başına getirmelerini, sıdkını sağlam tutmasını ve yeniden ırk tutup çocuk istemesini söylüyor. Gelin, tekrar oraya getiriliyor ve çocuk istiyor. Arap Mıstık, gene boruya ağzını dayıyor ve bu sefer: “Sana çocuk veriyon! Hem de oğlaaan!” diye bağırıyor. Gelin sevinçle oynaya-zıplaya evine gidiyor. Artık çocuğu oldu mu, olmadı mı orasını bilmiyoruz.

HAMAMCI  KADİR

Toplumumuzda “Hamam Şeytan’ın evidir.” diye bir inanç vardır. Bu düşünce hem doğrudur, hem yanlıştır. Hamamlar temizlenme yerleridir. Kendi cinsinden olan kişilerle, tesettüre uyarak girildiğinde sıkıntı yoktur. Karışık olarak ve tesettüre uyulmazsa, orada her şey olur.

Mıstık Ağa gün doğmadan uyanır ve hamama gitmeye karar verir. Rüstempaşa Hamamı’nı işletip orada natırlık da yapan Ceyliğin Kadir Ağa bunun arkadaşı olup, ufak-tefek bir yapısı vardır.  Doğru o hamama gider. Müşterilerin çoğu yıkanıp çıkmış, terlerinin kurumasını beklemektedirler. İçerinin boşaldığını gören Kadir Ağa da soyunur dökünür, hamamın içine girip yıkanmaya başlar. Bu arada Arap Mıstık da soyunup peştamala sarınır ve hamama girer. Bakar ki hamamcı Kadir kafasını sabunlamış köpük köpük yıkanıyor. Buna bir oyun oynamaya karar verir. Kulağını asılır, burnunu tutar, çeşitli hareketler yapar. Sonra bunu kucaklar ve: “Şeytan hamamda olur, derler; işte şimdi yakaladım seni.” der ve kucaklar. Bu arada neye uğradığını bilemeyen Kadir Ağa: “Bırak beni Mıstık, ben şeytan değilim, senin arkadaşınım!” dese de, bunu hamamın girişindeki soğukluk yerine getirir. “Şeytan soğuk sudan korkar, derler; dur bakalım sen korkacak mısın!” deyip soğuk su havuzuna basar. Kadir Ağa korkudan tirtir titrer fakat sesini çıkaramaz. Bu arada soyunma odasından çıkan herkes, güleceğim diye altlarına koyverir.

GURBETTE  ÖLÜM

“Ben ya çalışırken; ya da gurbette ölürüm.” derdi. 1969 yılında Akşehir’de öldü.

Mıstık Ağa’mın bu tür hikayeleri pek çok…İnsanları hep güldürdü. İnşallah öbür dünyada da o gülüyordur. Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ