ANTEPLİ (İBRAHİM ÖZSOYLUCU)
İbrahim Özsoylucu 1914’de Gaziantep’de dünyaya geliyor. Çiftçilik, bağcılık yapan babasının adı da İbrahim’dir. Babası; ismim oğlumda yaşasın, düşüncesiyle oğluna da kendi adını vermiştir. Lütfiye ve Mehmet adlarında iki de kardeşi vardır. Çiftçilik, bağcılık, tekaraba işletmeciliği ve ticaretin yanı sıra, bir müddet de maden ocağında çalışmıştır. Antep’in kültür elçisi olmuş, Antep’ten devamlı getirdiği eşyaların satışını yapmıştır. Bolvadinli bunun sayesinde, pek çok eşya ve giyeceği ilk olarak tanımıştır.
Antepli; orta boyda, biraz esmer tenli, güçlü-kuvvetli görünümlü, yavaş ve sakin adımlarla yürüyen bir kişiydi. Yumuşak huylu, çabuk sinirlenmeyen, biraz da dünyaya boş vermiş halde görüntüsü vardı. Borcu sevmez, ağzından kötü laf çıkmaz, hatır kırmaz, yalanı sevmezdi. Ömrü boyunca içki ve sigara kullanmadı. Kendisi ve karısı ümmî (okuma-yazma bilmeyen) idi. Bunun zorluğunu çok gördüğü için çocuklarının hepsine de en az liseyi bitirtti. Çocuklarına devamlı: “Gerekirse ben dileneceğim fakat sizi mutlaka okutacağım.” derdi.
ÇOCUKLUK VE GENÇLİK YILLARI
Küçük İbrahim dört yaşında iken anasını, on dört yaşında iken de babasını kaybeder. Üç yetim ve öksüze akrabaları kol-kanat gerip büyütürler. Üzüm bağları vardır. Askerliğine kadar burada çalışır, çiftçilik ve bağ-bahçe işleriyle uğraşır. Ayrıca, bir müddet de Adana’da karpuz tarlalarında çalışır. Askerliği Adana’ya çıkar. Acemi birliği eğitiminden sonra, doğru dürüst yol ve araç olmadığı için, yaya olarak Diyarbakır’a gönderirler, burada askerliğini tamamlar.
Askerliği sırasında Bolvadinlilerle tanışır ve Halil Bor ( Karabiber), Arabacı Bekir Üzüm, H.Hüseyin Ak, Dönenin Kadir ile samimi arkadaş olurlar. Askerliğin bitimine doğru, kömür ocaklarında çalıştırılmak üzere işçi alınacağı söyleniyor. Bolvadinliler, çalışmak istediklerini söylüyorlar ve Antepli’ye de orada beraber çalışmayı teklif ediyorlar. O da, memlekette anam-babam yok, düşüncesiyle kabul ediyor. Bolvadin’e en yakın yer olan Kütahya-Tavşanlı Değirmisaz Kömür Ocakları’nda çalışmaya başlıyorlar. Bir müddet sonra Antepliyi, “Kaplıcamız var, gölümüz var.” diyerek Bolvadin’i gezdirmeye getiriyorlar. Antepli, Bolvadin’i çok seviyor. Daha sonra ara ara gezmeye geliyor. Arkadaşları: “ Sen temiz bir adamsın, sen gibi temiz bir kız bulup seni evlendirelim.” diyorlar. O da memnuniyetle kabul ediyor. Bekirağa Mahallesi’nden Testici Ahmet ve Emine (Amilinin Emine) Ayar’ın kızlarına nişanlayıp, mütevâzi bir düğünle evlendiriyorlar. Evliliklerinden; beş oğlu, iki de kızı oluyor. Oğullarından Ramazan sebzecilik yapıyordu, emekli oldu. Ahmet marangozdu emekli oldu. Adnan memur emeklisi. Fatih ve Nuri ise marangozluk ve dekorasyon işleriyle uğraşıyorlar.
AMİLİNİN EMİNE
Bekirağa Mahallesi’nin renkli kişilerinden birisi de Amilinin Emine’dir. Emine Aba; kısa boylu, gür sesli, iki gözü de kör olan bir kadındı. Açık göz kapaklarının altında, kurumuş olan yeşil gözleri görünürdü. Sokağa çıktığı zaman, eline kendi boyuna uygun olan bastonunu alarak çıkar ve bununla yönünü bulurdu. Çok zaman, görümcesi olan Tokmakgızı (Nazire Aktaş) ile sokağa çıkarlardı. Peki kimdi bu Amilinin Emine?…Antepli’nin kayınvalidesi olur. Kocası Ahmet Ağa ( Ayar), kendi halinde, saflık derecesi biraz fazla, üç kuruşa testi ocaklarında çalışan bir kişi idi. Emine Aba evlendiğinde; güzel, gösterişli, gözleri gayet güzel gören, hanımefendi birisi… Bunların İlk olarak oğlan çocukları dünyaya geliyor. Çok mutlu oluyor ve tarifsiz seviniyorlar. Birkaç aylıkken çocukları ölüyor. İkisi de üzülüp ağlıyorlar. Allah ikinci bir çocuk daha veriyor. O da kısa zamanda Hakk’ın rahmetine kavuşuyor. Daha sonra; üçüncü, dördüncü, Ayşe, Ali, Hatice… derken yedinci çocuğu da doğuruyor. Onlar da yaşamıyorlar. Emine Aba, her çocuğunun ölümünden sonra devamlı ağlıyor, gözyaşları sel oluyor. Gözyaşı ile yıkanan yüzden daha temiz bir yüz olamaz. Çok ağlamaktan dolayı gözlerinin yaşı kuruyor ve görmemeye başlıyor. Sekizinci çocuğuna hamile kalınca, Allah’a bu çocuğunun yaşaması için daha çok dua etmeye başlıyor. Bir kız çocuğu dünyaya getiriyor. Hiç olmazsa bu kız yaşasın diye, adını “Yaşar” koyuyorlar. Bu kız çocuğu yaşıyor ve büyüyünce Antepli’nin hanımı oluyor. Dokuzuncu çocuğu ise oğlan oluyor. Bunun adını da “ölmesin” diye “Dursun” koyuyorlar. Bu da yaşıyor. (Yıllarca manavlık yapan rahmetlik Dursun Ağabey, halkın çok sevdiği bir kişi idi.) Emine Aba, dua ve azmin sonucu olarak, pırlanta gibi iki evlat yetiştiriyor. Umudunu asla kaybetme!…Allah hem imtihan eder, hem de imtihanda yardım eder.
KÖMÜR OCAĞI
Antepli, evlendikten sonra evini, çalıştığı maden ocağının bulunduğu Tavşanlı’ya taşır. Bir müddet sonra eşi Yaşar Aba “Anam ve kardeşim yalnız yapamazlar.” diyerek Bolvadin’e döner, anasının yanındaki bir eve taşınır. Bu şekilde hayatlarını sürdürürlerken ayrılık zor gelir ve Antepli de, beş yıl çalıştığı kömür ocağındaki işini bırakarak Bolvadin’e gelir. Testi ocaklarında çalışır; Alnıdeliğin Hikmet‘in, Gırdıgızının Şaban’ın tarla ve bahçelerinde karpuz yetiştirir.
Bolvadin’de önceleri şehir içi taşımacılığını “yaylı araba” dediğimiz tahta tekerli, tekerlerine demirli lastik geçirilmiş arabalar yapardı. Antepli, araba taşımacılığı yapmak ister. Antep’de at arabalarının tekerleri otomobil lastiğindendir. Oradan dört lastik getirip, satın aldığı arabasına takar. Bu tekerlekli arabalar daha çok yük taşımakta ve sarsmamaktadır. Bu tür araba, daha sonra şehirde yaygınlaşır. Beş yıl da at arabası taşımacılığı yapar.
AT VE YILAN
1961 yılının bahar ayları…Bolvadin’de ve çevresinde koyun çok olduğu için süt de çok…Sütçü Cafer Ata’nın Kemerkaya-Avdan’da ağılı ve peynir imalathanesi var. Bahar ayında koyunlardan sağılan sütlerin bir kısmı orada, bir kısmı da Bolvadin’de peynir haline getiriliyor. Sütçü Cafer, köylerden süt taşıması için Antepli ile anlaşır. Antepli, hergün sabahleyin atlı arabası ile yola çıkmakta ve köylerden topladığı süt veya peynirleri arabasına yükleyip Bolvadin’e getirmektedir. Gene bir gün, erkenden arabasıyla birlikte yola çıkar ve Avdan’a varır. Orada süt ve peynir tenekelerini arabaya yükler ve urganla bağlar. Toprak yolun bir tarafı dere, bir tarafı tepeliktir. Yolda sakin bir şekilde ilerlerken, atın önüne büyük bir yılan çıkar. Yılanı gören at ürker ve kaçmaya başlar. Araba devrilmiş ve üzerindeki süt tenekeleriyle birlikte Antepli de dereye yuvarlanmıştır. Yakındaki çiftlikten bu olayı görenler hemen koşarlar ve Antepli’yi dereden çıkararak bir arabaya bindirip hastaneye getirirler. Antepli’nin bir ayağı ve kaburgaları kırılmıştır. altı ay yatar ve çalışamaz.
Burada, Antepli’nin hanımı Yaşar Aba devreye girer. Yaşar Aba; merhametli, hatırnaz, çalışkan, “kahrimen” bir kadın idi. Evine ve çocuklarına çok düşkündü. Baba hasta, yedi çocuk ve anası ne yiyip içecek? Onların rızkı için çapaya gider, çizgiye gider. Kasaptan yarım kilo kıyma alıp köfte yapar ve yarım pide üzerine köfte ve yeşillik koyup tepsilere sıralayıp, çocuklarına kahvehanelerde sattırır. Çocukları okuldan arta kalan zamanlarında; kasapta, kaportacıda çalışıp, aile bütçesine katkı sağlarlar.
1963 yılının sonbahar ayları… Eber Gölü’nün güzelliğini ve kuş çeşidini bilen bazı avcılar avlanmak için Bolvadin’e gelirler. Kendilerini göle götürmesi için Antepli ile anlaşırlar. Yeni yağmur yağmış ve yollar çamurludur. Antepli, bu şartlarda göle gitmenin zorluğunu bildiği halde, çocuğunun çoluğunun rızkı için kabul eder. Yola çıkarlar, göle yaklaştıklarında araba çamura saplanır. Arabadan inip atın mahmuzundan çekmek isterken, huylu olan at bunun kolunu ısırır ve altına alarak çiğner. Bu olayı gören Kipilerin Şakir koşar gelir ve baygın haldeki Antepli’yi kurtarır. Avcılar hemen arabadan inerler. Antepli’yi öldü zannederler ve Bolvadin’e getirirler. Ecel daha gelmemiştir. Gene uzun süre evde yattıktan sonra iyi olur fakat arabacılığı da bırakmaya karar verir.
ANTEP MALLARI
Bolvadinli, 1960’lı yıllardan sonra yurt dışından getirilen bazı eşyalarla tanışmaya başladı. Bazı kişiler Güneydoğu Bölgesinden değişik mallar getirip, pazarlamaya başladılar. At arabası işletmeciliğini bırakan Antepli, maddi sıkıntı çekmeye başlar. Antep’e gidip, Suriye’den kaçak yollarla yurda sokulan malları getirip pazarlamak ister. Antep’e akrabalarının yanına giderek oradan “Suriye Pasajı” denilen iş yerinden bazı mallar alıp getirir. Bu getirdiklerinin çoğu Bolvadin’de yoktur. Çinko (emaye) tabak, saç örgüsü otlu peynir, çay, şalvarlık kumaş, yarım şalvar türü pantolon, Kastor palto, tülbentin kenarına işlenen boncuk, karyola örtüsü, kol saati getirir, pazarlar. Ancak varlıklı ailelerin evlerinin duvarını süsleyen “Saraydan Kız Kaçıran”, “Kahveci Güzeli” ve “Geyikli” adları verilen duvar halılarını da getirir. Hacdan da Kâbe resimli duvar halıları gelirdi. Getirdiği kumaş türünden ürünleri, Çarşı Camisinin iki pencere demirine ip gerer, oraya asıp sergilerdi. Hiç kullanılmamış olan bu giysileri, piyasanın yarı fiyatına satardı. Evlerde genellikle; bakır tabak (sahan), kenarları kıvrımlı (kıymalı) sahan, bakır çorba tasları vardı. Zamanla bu bakır kapların yerini, Türkiye’de üretilmeyen ve Suriye’den kaçak yollarla getirtilen “çinko” dediğimiz üstü sırlı kaplar aldı. Antepli’nin getirip sattığı tabaklar genellikle çiçekli idi. Tabak düştüğü veya bir yere vurulduğu zaman sırı kalkardı. Yıllarca o şekilde kullanılırdı. Yıllarca bu işi yaptı.
YARISI KULLANILMIŞ KALEM
Antepli İbrahim Özsoylucu, iki ay arayla mal getirmek için Antep’e gider. Oraya gelip gitmesi bir haftayı bulur. Evde, her birisinin arası bir yaş olan yedi tane çocuk var. Bu çocukların sorumluluğu anaları Yaşar Aba’ya düşmektedir. Yaşar Aba çocuklarına çok düşkündür. Akşam olunca kapının önünde, çocukların sokak oyunundan dönmesini bekler. Gelen çocuk yorgunluktan yatağa yatmıştır. Çocukların kafalarını sayar ve tamsa o da sokak kapısını arkadan vurup yatar.
Yaşar Aba’nın oğlu Adnan, Kocatepe İlkokulu’nda dördüncü sınıfa gitmektedir. Öğretmeni Kâzım Kadıoğlu’dur. Üçüncü derse girdiklerinde, öğretmeni bunu gözüaçık gördüğü için, evinin elektrik parasını yatırması için gönderir. Adnan, parayla makbuzu alır ve giderken, eski sanayi sitesinin orada yerde bulunan kesekağıdına ayağını vurur. Ayağını vurmasıyla etrafa kâğıt paralar saçılır. Hemen toplar ve doğru okula, öğretmenine götürür. Öğretmeni araştırır ve ev almak için giden bir kişinin düşürdüğünü görür ve para teslim edilir. Öğretmeni de diğer öğrencilerin yanında Adnan’ı tebrik eder. Adnan, gelip durumu annesine söyler. Annesi de yaptığı hareketi takdir eder: “Doğruluğunun mükâfatını görürsün oğlum!” der.
Aradan birkaç gün geçmiştir. Adnan’ın kurşun kalemi bitmek üzeredir. Parmaklarının arasına zor sığmaktadır. Çok küçük kalan kalemini, tükenmez kalemin kapağına sokup kullanmaya başlar. Öğle paydos zili çalınca, evine gitmek için diğer çocuklarla koşarak okuldan çıkar. Okul ile evlerinin arasında Nebi Alparslan’ın bağ var. Oradan kestirmeden geçerken yerde, kırmızı renkli, yarısı kullanılmış bir kurşun kalem görür. Sevinçle kalemi eline alarak evlerine gider. Anası, kakırdaklı bulgur aşı pişirmiştir. Büyük bir iştahla yemeğini yedikten sonra, okuluna tekrar gitmek için kalkınca anası önlüğün cebindeki kalemi görür. Anası hemen nereden aldığını sorar. Adnan, durumu izah eder. Anası büyük bir tepki gösterip kızarak: “Elin malı alınır mı?” der ve kolunu ısırarak: “Hemen nereden almışsan oraya bırakacaksın!” der ve tuttuğu kolunu ısırmaya devam ederek, kalemi bulduğu yere tekrar bıraktırır.
Çocuklarımıza ibadeti öğretmenin yanı sıra, iyi ahlaklı olmayı öğretelim. Yoksa çocuklarımız; namaz kılan bir hırsız, oruç tutan bir sapık, hacca giden bir yalancı, kurban kesen bir tefeci, şahadet getiren bir terörist olabilir.
KARPUZ PARASI
1970 yılının Eylül ayı…Havaların sıcaklığı henüz geçmiş değil…Okullar yeni açılmış ve Antepli’nin büyük oğlu Ramazan, ortaokul ikinci sınıfa gidiyor. Öğleyin eve gelince kardeşleriyle birlikte yemeğini yer. Babası, Antep’e mal almaya gitmiştir. Erkek olarak evin sorumluluğu bunun üzerindedir. Okula gitmek için evden çıkarken, ablası ve anası kapının önünde oturmaktadırlar. Ablası anasına: “Canım karpuz istedi. Olsa da yesek!” der. Anası, maddi durumu müsait olmadığı için duymazlıktan gelir. Bu söz Ramazan’ın beynine bıçak gibi işler. Okula gider fakat kafası hep karpuzdadır. Eve geldiğinde küçük kardeşleri Ahmet ve Adnan’a; yarın işe gideceklerini, bunu anasının duymamasını söyler. Üç kardeş ertesi gün erkenden kalkarlar, iki sokum ekmek yedikten sonra, okula gidiyoruz diyerek evden çıkarlar. Doğru, evlerinin biraz ilerisinde evi olan Tuğlacı Tırkılın Ahmet’in evine varırlar. Tuğla ocağında çalışmak istediklerini söylerler. Ahmet Ağa, okula niye gitmediklerini sorar. Onlar da “Bugün okul yok!” derler. Akşama kadar çalışıp yevmiyelerini alırlar. Tırkılın Ahmet çok bonkör bir adamdır. Bunlara, bir kişilik yevmiye parası olan beş lira da fazladan verir. Hemen çarşıya gelip; yağ, şeker ve iki de karpuz alırlar. O gün evde bayram havası eser fakat anaları bir daha okulu ihmal etmemelerini tembihler. İşte, eskiden çocuklar hayatı ve para kazanmanın zorluklarını böyle öğreniyorlardı. Mutlu mu olmak istiyorsun? Kimseden bir şey beklemeden alın terini ye!…
RESİM KALEMİ
Yıl 1975…Anteplinin büyük oğlu Ramazan, kereste atölyesinde çalışıyor. Ramazan’a, ustası kefil olur ve altı ay taksitle bir deri gocuk alır. Küçük kardeşi Adnan da endüstri meslek lisesine gitmektedir. Birgün Ramazan, kardeşi Adnan’ı düşünceli görür. Sebebini sorar fakat cevap alamaz. Arkadaşına sebebini sorduğunda: “Adnan’ın rabito teknik resim kalemi yok.” der. Bunu duyan Ramazan, parası olmadığı için yeni aldığı deri gocuğu satar ve parasıyla kardeşine bu kalem takımını alır. Artık Adnan’ın sevincine diyecek yoktur.
SON NEFES
Antepli, ömründe hiç doktora gitmedi. Hastalanırsam, bir daha kalkamam derdi. Hastalandı ve bir daha kalkamadı. 28 Mart 1988 Pazartesi günü 74 yaşında iken bu dünyadan ayrıldı. Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…
N. Sait EKİCİ