KONYALININ RAMAZAN (RAMAZAN SOYASLAN)
Ramazan Soyaslan, 1916’da Bolvadin’in Yenice Mahallesi’nde dünyaya geliyor. Babası Kadir, çiftçiliğin yanı sıra, Antik Durayeri’nden ve dağdan mezar taşları getirirdi. Konyalının Ramazan’ın kendisinden büyük üç kız, bir de oğlan kardeşi var. Oğlan kardeşi Mevlüt, Balkan Savaşı’nda şehit oluyor. Kız kardeşlerinin kocaları da şehit oluyor. Dört yaşında iken de babası vefat ediyor. Ablaları ve annesi tarafından “Ocağımızı bu tüttürecek” diye çok nazlı ve kıymetli büyütüyorlar.
Ramazan Soyaslan; orta boylu, tıknaz, yavaş yürüyen birisi idi. Sinirli bir ruh hali vardı. Düşküne, yoksula, yardım elini uzatırdı. Kimseye beddua etmez, beddua edene de kızardı. Küçük yaşlardan itibaren esnaflık yapmış, ilçemizin sayılı manavları arasına girmiştir.
OKUL ÇAĞLARI
Okul çağına gelen küçük Ramazan, Bahçe Okulu’nda öğrenimine başlar. İlk üç sene burada okuduktan sonra Akçeşme Okulu’na gitmesi gerekmektedir. Oraya gitmez ve okulu bırakır. O günün şartlarında her çocuk, bir esnaf dükkanına çırak olarak girmektedir. Karşı komşuları ve arkadaşı olan Efenin Kadir (Akça) ile birlikte iş ararlar. O zaman Bursa’dan, araba yapım işleri için araba ustaları geliyor. İkisi de, onların birisine çırak olarak girerler. İşe başladığının beşinci ayında ayağına kızgın demiri düşürür. Ustası hemen bir miktar zeytini ezerek yanık yerin üzerine sürer ve yarayı sarıp, istirahat etmesi için evlerine gönderir. Oğlunun o vaziyetini gören annesi, “biricik oğlan” diyerek oğluna kıyamaz ve bir daha da demirciye göndermez.
ALİ İHSAN SÂBİS PAŞA
Tarihimize baktığımızda, pek çok milletin Türk’e düşmanlığını, onu yok etmek için ellerinden geleni yaptıklarını görüyoruz. Bu yüzden, Türklük ve İslam düşmanlarının saldırısına devamlı uğramışız. En son olarak, Türklüğün son kalesi olan güzel memleketimiz elimizden alınmak istenmiştir. Düşmanlarla girişilen bu savaşlar, askerimizi kumanda eden komutanlarımız sayesinde zaferlerle sonuçlanmıştır. Mustafa Kemal Paşa, askeri dehâsıyla yurdun kurtarılmasında üstün rol oynamıştır. Tarih kitaplarında adlarına fazla yer verilmeyen bazı paşalarımız, topraklarımızın korunmasında veya zafer kazanılmasında, üstün gayretler göstermişlerdir. Fevzi Paşa (ÇAKMAK), Kazım Karabekir Paşa, Afyon ve Bolvadin’in kurtuluşunda büyük emekleri olan Kemalettin Sami Paşa, Ali İhsan Paşa (SABİS), Yakup Şevki Paşa ve Reşat Paşa, kahramanlık göstermede diğer komutanlardan aşağı kalmamışlardır. Ancak yüz yıl sonra adını hatırlayabildiğimiz “Çöl Kaplanı” “Medine Kahramanı” adlarıyla anılan Fahrettin Paşa vardır. İngilizlerle bir olup, Araplar’ı Osmanlı’ya karşı kışkırtan Şerif Hüseyin’e karşı iki yıl yedi ay, Medine’yi savunmuş ve “Medine Kalesi’nden Türk bayrağını kendi elimle indiremem!” diyerek şehri teslim etmemiş ve teslim olmamıştır.
İşte bu kahramanlardan birisi de, Birinci Ordu Karargâhını oluşturan ve Bolvadin’e sevki işleriyle uğraşan Ali İhsan SABİS Paşa’dır. Kurtuluş Savaşı’nda büyük yararlılıklar göstermiş ve İsmet Paşa’yla fikir ayrılığına düştüğü için, savaşlar bitince 1922’de emekliye sevk edilmiştir.
SÜNNET ÇOCUĞU
Ali İhsan Paşa; mertliği, kahramanlığı, merhametliliği, vatanını çok sevmesiyle bilinen komutandır. Savaş sırasında Afyon’un köylerini, Bolvadin’i ve çevresini çok iyi tanımıştır. Orada çekilen sıkıntıları, yoksullukları, perişanlıkları yaşamış ve görmüştür. Yurt, düşmandan kurtarıldıktan sonraki emeklilik dönemini de, vatan evlatlarına hizmet için geçirmiştir. 1923 yılından itibaren, Afyon-Bolvadin çevresini gezerek, halkın sıkıntılarını gidermek için gayret etmiştir. Bilhassa, savaşlar sırasında şehit olan kişilerin yetim çocuklarını sünnet ettirmiştir.
1923 yılının Ağustos ayı…Harman yerlerinde çiftçiler ekinlerinin işleriyle uğraşıyorlar. Yedi yaşında olan küçük Ramazan evlerinin önünde arkadaşlarıyla oynuyor. Bu arada evlerinin önünden, davulcu zurnacı ve arkasında bir sürü çocuk geçiyor. Davulcu, bir ara davul sesini kesip: “Ey Ahali!…Yetim ve fukara çocukları harman yerinde sünnet edilecek. Bu kişiler çocuklarını getirsinler!” diye bağırır. Anaları, bu tür çocuklarını ellerinden tutup götürürler. Ramazan da, bu davulcunun peşine takılıp harman yerine gider. Orada çadırlar kurulmuş; kazanlarda pilavlar pişirilmiş; şenlik yeri haline gelmiş. Sünnet başladığında Ramazan, diğer arkadaşlarının sünnet olduğunu görünce, sünnet olacağını söyler. Bu da sünnet olur ve götürüp çadıra yatırırlar. Akşam olup Ramazan eve gelmeyince annesi, çocuğun halasında yatacağını zanneder ve aramaz. Ertesi gün öğleye doğru Ramazan, g.tü-başı açık; bir elinde donu, apalaya apalaya eve çıkagelir. Anası bunun bu halini görünce ağlar ve hemen yere yatak sererek çocuğu yatırır. Ertesi gün, çocuğun sünnetine kesmek için beslediği keçiyi kestirir ve yemekli mevlidini yapar.
Ancak unutulmamalıdır ki, hiç kimse kimsesiz değildir. Kimsesiz gibi görünenlerin bir kimsesi vardır. Çalışmayı elden bırakmadan kimsesizlerin kimsesine dua edelim.
GÜVERCİN MERAKI
Çok kişinin, yaptığı işin haricinde zevk için yaptığı işler vardır. Kimisi top oynamayı, kimisi tavuk köpek beslemeyi, kimisi de çiçek yetiştirmeyi sever. Konyalının Ramazan’ın ablası, Çengeller’e gelin gider. Çengeller’in çiftlikleri var. Çiftlik, yeşillikler içinde, arı kovanlarının olduğu, her türlü kümes hayvanının bulunduğu bir yer…Birkaç bin koyun ve sığır da var. Ablası bir gün, Ramazan’ı gezmesi için çiftliğe götürür. Ata biner, eşeğe biner. Orada güvercinler de vardır. Onlarla ilgilenir ve çok sever. Birkaç gün orada kaldıktan sonra evine dönerken, ablası bir çift güvercin verir.
Evleri düz damlı olup “ayak damı” dediğimiz damda gezinti yeri vardır. Oraya hemen bir kümes yapıp güvercinleri koyar. Zamanla güvercinler çoğalır. Yalnız bir sorun vardır. Evin kedisi güvercinleri tutup yemektedir. “Ağılda oğlak doğsa, ovada otu biter.” Kedinin rızkı ayağına gelmiştir. Kendi kedileri olduğu için bir şey de yapamamaktadır. Bunu engellemek için düşünür taşınır ve doğru çarşıya gidip Bakkal KABAYEL’den biraz katran alır. İki tane de cevizi, tam ortadan ikiye ayırıp içlerini boşaltır. Bir kapta erittiği katranı ceviz kabuklarının içine döker. Katran donmaya başlayınca, kedinin ayaklarını bunların içine batırır. Kedinin ayakları ceviz kabuğunun içine yapışmış ve donmuştur. Kediyi bırakır. Bir insan nasıl nânil (nalın) giyer de yürüdüğü yerde “takıduk, tukuduk” ses çıkartırsa, kedi de yürüdüğü yerde böyle ses çıkartmaya başlar. Garip kedi neye uğradığını şaşırır. Ramazan’ın amacı, o sesi duyan güvercinlerin kaçması içindir. Tilkiden kurnazı yok ama pazar onun postuyla dolu. Kedinin bu halini gören annesi çok üzülür ve: “Oğlum, ‘bir’ oldun, ‘pîr’ oldun!.” der. Merhamet her zaman intikamdan daha değerlidir.
SEPET SEPET YUMURTA
Bolvadin’in köylerinin çok olduğu dönemlerde; yün, tiftik, yumurta gibi ihtiyaç maddeleri şehir dışına gönderilirdi. Bütün bakkallar, halktan yumurta satın alırlardı. Bakkallar tarafından toplanan yumurtalar “büyük esnaf” denilen, şimdikinin marketi durumundaki bakkallara verilirdi.
Annesi, yetişkin çağına gelen Ramazan’ın eline bir sepet verir ve mahallelerden yumurta toplamasını söyler. Sepetin kenarına renkli renkli çizi şekerleri sıralar. Akşama kadar şeker karşılığı veya para karşılığı topladığı yumurtaları, toptancı olan Telliler’in Basri’ye götürüp verir. Ana-oğulun günlük mutfak masrafları çıkmaktadır. Bunun çalışkanlığını ve dürüstlüğünü gören Basri Telli, köylere de gitmesini teklif eder. Eşeğin iki tarafına küfe koyup yola çıkar. Giderken harıp, iğde, döngel, çizi şeker de götürür. Ayrıca, “ip boyası” denilen, çorap örülecek yünlerin nakışı için renkli boyalar verir. Yumurta karşılığı boyayla takas eder. Birkaç gün içinde küfelere yumurtaları doldurur, gelir.
AFYON SAKIZI
Anadolu’da haşhaş bitkisinin Hititler’den beri ekildiğini biliyoruz. Haşhaşın kabuğunun çizilmesi sonucu çıkarılan beyaz sıvıya “Afyon Sakızı” adı verilir. Günümüzde kullandığımız pek çok ağrı kesici ilaçların içerisinde, işlenmiş afyon sakızı vardır. Haşhaş, Türkiye’de en çok Afyonkarahisar bölgesinde yetiştirilmektedir. 1974 yılından sonra haşhaş kapsülü çizimi yasaklanmış ve kabuğunda kalan hammadde, fabrikada işlenerek çıkarılmaktadır. Pek çok ülkede uyuşturucu madde olarak kullanılmaktadır. Afyon bitkisini ekip de bağımlısı olmayan tek millet biziz…
Bolvadin ve çevresinde, haşhaş kapsülü çizimi yasaklanmadan önce, herkes afyon sakızını kendi çizip çıkarırdı. Yeşil halde iken kapsülün üstü çizilir, kapsülün üzerine akan sıvı bir müddet sonra donar ve açık kahverengi bir durum alırdı. Daha sonra bu sıvı aletlerle toplanıp top haline getirilir, üzerine haşhaş yaprağı sarılırdı. Çarşıda bu sakızı alan esnaflar vardı. Bunlar: Atomlar, Gemiciler, Telliler, Muharrem Köseer, Himmet Karaca, Raşit Karyağdı, Ali Cömert…
Ramazan Soyaslan’ın, Erkmen’de babadan kalma bahçesi var. Oraya, “İki ortağın arasına Allah bereketini de kor.” düşüncesiyle, Dibevli Abdurrahman’la birlikte haşhaş ekerler. İki sene mahsul iyi olur ve para biriktirir. On yedi yaşına gelince, ablaları “Everelim, mürüvvetini görelim.” diyerek evlendirirler. Doğan ilk dört çocukları ölür. Sonradan iki kız, iki oğlu daha olur. Oğlu Ziya memur emeklisi, diğer oğlu Kadir ise esnaflıktan emekli…
PATATES – SOĞAN
Konyalının Ramazan, askerlik sonrası memleketine döner ve Çarşı Camii önünde seyyar sebzecilik yapmaya başlar. Daha sonraları patates ve soğana ağırlık verir. Bundan 150 sene önce, Türkiye’de patates bilinmiyordu. 1853 yılında, Kafkasya Bölgesi’nden Doğu Karadeniz’e getirilip ekimi yapıldı. Daha sonra Sakarya Vadisi’ne ekimi yapıldı. Sonradan tüm Türkiye’ye yayıldı. Anavatanı Şili ve Arjantin olup, pek çok çeşidi vardır. Önceden çiftçiler, bahçesine kendi yiyeceği kadar patates ekerlerdi. Tarla halinde patates ekilmezdi. Bu yüzden, Bolvadin’in patates ihtiyacı genellikle Adapazarı tarafından gelirdi. Şimdi tarım makinelerinin gelişmesiyle, Türkiye’nin her tarafına Şuhut-Bolvadin patatesleri gönderiliyor.
Konyalının Ramazan da, patatesi soğanı Adapazarı’ndan trenle getiriyor. Bir vagon dolusu kadar aldığı patatesi getirip pazarlıyor. İşleri iyi giderken, gene bir vagon dolusu patatesi yükler. Tren yolda gelirken alev alır ve patatesler yanar. Devlet, masrafı iki sene sonra öder. Karpuz da, Aydın tarafından gene trenle gelmektedir. Sıcak bir yaz günü bir vagon dolusu karpuz alır ve trene yükler. Tren gecikmeli olarak beş günde gelir. O karpuzlar da sıcaktan mıncıdığı için satamaz ve ondan da zarar eder. Ağılönü taraflarına çok kavun ekilirdi. Oradan her sene, peygamber pazarlığı tarla mahsulünü satın alır. “Peygamber pazarlığından çok bereket buldum, çok para kazandım.” der.
GÖKBEDENİN ALİ
Her şehirde, aklî melekelerini yitirmiş kişiler vardır. Toplum bu kişilere sahip çıkar; onları kollar; gözetir. Bolvadin’de de kimseye zararları dokunmayan; Gökbedenin Ali, Celal, Abdurrahman gibi meczup kişiler vardı. Ramazan Soyaslan, bu tür kişileri devamlı kollar; arada evine getirip karınlarını doyurur; ihtiyaçlarını giderir.
1985 yılının Kasım Ayı…Manav Ramazan, Akşehir’de bir kelem (lahana) tarlası satın alır. Tarlaya kamyon girememektedir. Topladığı kelemleri bir traktöre yükleyerek Nasrettin Hoca Türbesi’nin önündeki boş araziye indirir. “Param Bolvadinli’ye nasip olsun.” düşüncesiyle, kelemleri taşımak için Bolvadin’e gelip kamyon arar fakat bulamaz. Ertesi gün getirmek düşüncesiyle evine giderken, Gökbedenin Ali’yi görür. Gökbedenin Ali, önceden kundura ustası iken, sonradan meczup olmuş bir kişidir. Onu da yanına alarak evine götürür. Akşam yemeklerini yiyip çaylarını içtikten sonra Ali gitmek ister. Akşamleyin hava bozmuş ve tipi çıkmıştır. Manav Ramazan, hava soğudu düşüncesiyle Ali’yi bırakmaz, sabah gitmesini söyler. Öbür odanın sobasını yakarak Ali’yi yatırır. Kendisi de çocuklarıyla birlikte diğer odada uykuya dalar.
Sabah uyandığında her taraf bembeyaz olmuştur ve dışarıda soğuk ve yarım metre kar…Lahana da, soğuğa karşı dayanıksız olan, çabuk donan bir sebzedir. “Eyvah! Gitti bizim kelemler, mahvoldum!..” diyerek, başını iki elinin arasına alıp düşünmeye başlar. Bunun üzüntülü halini gören Gökbedenin Ali: “Hiç korkma! Hıdırlık’tan indiler, senin kelemlerin üzerine hasır örttüler.” der. O gün yollar kapalı olduğu için, Akşehir’e gidemez. Ertesi gün kamyon tutar; Şoför Boyacı Ahmet (İnci), Zühtü Taktak, Gökbedenin Ali’nin yanı sıra, oğlu Kadir’i de yanına alarak Akşehir’e giderler. Vardıklarında bakarlar ki, kelemlerin üstü kar ile kaplanmış. Karları temizlediklerinde gözlerine inanamazlar. Kar, kelemlerin üzerini yorgan gibi örtmüş, onların donmasını önlemiş. Manav Ramazan Gökbedenin Ali’ye: “Ulen Ali Ağa! Senin kalp gözün açık, dediğin çıktı!” der ve kelemleri kamyona yükleyip neşe içinde Bolvadin’e dönerler. Bolvadin’e gelince, bunları hemen bir lokantaya götürüp karınlarını doyurur. Bu memleketin delisi de evliya, velîsi de evliya…
ERMENİ MEZALİMİ
Tarih sayfalarını karıştırdığımızda, Ermeniler’in Türkler’e büyük düşmanlık beslediklerini, işkence, zulüm ve katliamlar yaptığını görüyoruz. 1913-1915 yıllarında, Doğu illerimizde Ermeniler’in yaptığı katliamlara şahit oluyoruz.
Ramazan Soyaslan’ın askerliği Kars-Göle’ye çıkar. Dört senelik askerliği sırasında ancak bir kere izne gidebilir. Süvari birliğindedir. Oradaki görevlerinden birisi de, atların bakımını yapmak ve çayırda yaymaktır. Bir gün atları yayarken, yaşlı bir kadının, yerlerden kurumuş hayvan dışkısı olan tezek topladığını görür. Kadın topladığı tezekleri çuvala doldurur ve yanında getirdiği eşeğin üzerine yüklemek ister fakat kaldıramaz. Bunu gören Ramazan, hemen koşarak çuvalı kucaklar ve eşeğe yükler. Kadın çok memnun olur. İyiliğin karşılığını vermek için hemen heybesindeki arpa ekmeğinden biraz koparıp verirken adını sorar. “Ramazan” adını duyunca ağlamaya başlar. Ermeniler’in köye baskın yaptığını, oğlunu öldürdüklerini, oğlunun adının da “Ramazan” olduğunu, kendisini de öldü zannettikleri için bıraktıklarını anlatır. Ramazan bu olaydan çok etkilenir. Diğer günler kadın geldiğinde ona devamlı yardımcı olur.
VEFATI
Ramazan Ağa hastalanır. Çocuklarına: “Benim kimseye borcum yok. Babanın borcu vardı, diye gelen olursa inanmayın.” der. İki gün hasta yattıktan sonra, 12 Temmuz 1997 Cumartesi günü seksen bir yaşında iken vefat eder. Allah gani gani rahmet eylesin… Ruhuna Fatiha…
N. Sait EKİCİ