Bolvadin'in Temel Taşları

 

MAYMUNNUNUN GAZİ  (GAZİ APAYDIN)

 

Gazi Apaydın, 1922’de Bolvadin’in Bekirağa Mahallesi’nde dünyaya gelir. Babasına “Abaoğlu İbrahim” derlerdi. Annesi buna hamileyken, babası Kurtuluş Savaşı’nda şehit oluyor. Bu yetime, annesinin babası olan “Maymunnu Hasan” bakıyor. Bunu büyütüyor, okutuyor, meslek sahibi edip yetiştiriyor. Hasan Amca çok hareketli çevik olduğu için, halk maymuna benzetiyor ve bu lakabı takıyor. Gazi Amca’da, dedesinin bu lakabını alarak “Maymunnunun Gazi” olarak tanınıyor.

   Gazi Amca; uzun boylu, geniş omuzlu, heybetli ve iki tarafa sallanarak yürüyen bir kişiydi. Usûl-kural bilen bilge insandı. Merhamet sahibi, yardımsever, yumuşak kalpli, adaletli, kavga-dövüş bilmeyen kişiliğe sahipti. Zorda kalanın maddi manevi yardımına koşardı. Ödünç para vermeyi severdi. Kendinde yoksa başkasından bulurdu. Dini vecibelerini yerine getirir, çevresindekileri de teşvik ederdi. Faizden çok korkardı. Bir kişinin işi rast gitmiyorsa, sebebini faize bulurdu. Asker dönüşü yaptığı evliliğinden: Ulvi, Tacettin, Mehmet ve iki de kızı oldu. 1985 yılında hac ibadetini yerine getirdi.

ABAOĞLU  İBRAHİM

Gazi Apaydın’ın babası İbrahim tütün ticareti yapmaktadır. O gün için tütün ekimi yeterli olmadığı için, başka ülkelerden develerle getirilen tütün, Anadolu’da pazarlanmaktadır. O dönemde dağlarda eşkıyalar da bulunmaktadır. Bu eşkıyaların bazısı kanun kaçağı olduğu için, bazıları da çabuk zengin olmak için dağlara çıkmışlardır. Bolvadin’in ve çevresinin eşkıyaları Emirdağları’nda yuvalanmaktadır. Bu eşkıyaların başı olarak da “Musa” ve “İsa” adında kişiler vardır. Bu Eşkıyalar genellikle Bolvadin-Kemerkaya arasında “Kapaklı” denilen bölgede yol kesmektedirler.

Kemerkayalı “Mıkır” lakaplı zengin bir kişi var. Bu kişinin Emirdağ’ında ve köylerinde hatırı sayılacak kadar mülkü ve koyunu var. Bir Ramazan günü…Köy, şimdiki Kemerkaya’nın üstünde kayanın yamacında bulunuyor. Köy odasında, kandil ışığında cemaat teravih namazı kılıyor. Eşkıyalar köy odasını basarlar. Cemaat o sırada secdededir. Eşkıyalar küfürler ederek etrafa ateş ederler. Cemaat secdeden doğrulamamıştır. “İçinizde Mıkır kim ise kalksın!” derler. Mıkır kalkar ve bunu dışarıya çıkarıp bir odaya kapatırlar. Mıkır’ın karısı Ayşe, feryat ederek oraya gelir. Kadını oracıkta kama ile öldürürler. Mıkır’a parasının nerede olduğunu söyletmek için işkence ederler ve onu da öldürürler.

Yıl 1912…Rahmetlik İbrahim Amca on sekiz yaşında…Atların üstüne yüklediği tütün ve diğer malzemeleri Emirdağ ve köylerinde pazarlamak için yola çıkar. O zamanlar eşkıyalar yol kesip soygun yaptıkları için, diğer ticaret yapanlarla gurup halinde yola çıkarlar. Emirdağ’ına varırlar; mallarını pazarladıktan sonra, kuşaklarının arasına soktukları paralarıyla Bolvadin’e gelmek için yola çıkarlar. Dağ kenarlarından geçerken, bunların dönmelerini bekleyen eşkıyalar yollarını kesiyorlar. Bunların geldiğini gören İbrahim, hemen bir kayanın kenarına paralarını saklıyor. Eşkıyalar, bunların üstlerini arıyorlar ve alacaklarını alıp serbest bırakıyorlar. Ertesi gün İbrahim, atına atladığı gibi gidiyor ve koyduğu yerden parasını alıp geliyor. Devlet, daha sonra bunu önlemek için o bölgeye “Kapaklı Karakolu” adını verdiği bir karakol yapıyor.

   BALKAN  VE  KURTULUŞ  SAVAŞI

Yıl 1913…Balkan Savaşı sırası…Gazi Amca’nın babası İbrahim 19 yaşında…Askerlik kağıdı çıkar ve bunu askere alarak cepheye gönderirler. Oradan Hicaz-Yemen Cephesi’ne gider. Her bölgede, toplam yedi yıl düşmanla savaştıktan sonra, 1920’de teskeresini alıp Anadolu’ya gelir. Babası varlıklıdır, bunu hemen evlendirir. O sırada, ülkenin her tarafında düşman olup, Kurtuluş Savaşı yaşanmaktadır. Hanımı dört aylık hamileyken, bunu tekrar Kütahya bölgesine gitmesi için askere alırlar. Giderken hanımına: “Ayşe, ben şehit olur da gelemezsem sen tekrar evlen. Doğacak çocuğumuz kız olursa yanında götür. Oğlan olursa götürme, baban ona baksın.” der. Giderken yanına; köstekli saatini, kamasını ve tabancasını da alır. Yıl 1921 Eylül ayının başı…Yunanlılarla olan savaş, Kütahya-Haymana arasında bütün şiddetiyle sürmektedir. İbrahim, yanında çok sevdiği arkadaşı Özburunlu Mevlüt’le birlikte, kahramanca savaşmaktadır. İkindi vakti sıralarında yanlarında bir top mermisi patlar. Dağılan şarapnel parçaları ikisini de yaralar. İbrahim omzundan ve böğründen yaralanırken, arkadaşı küçük yaralarla atlatmıştır. Özburunlu Mevlüt, hemen bunu sırtlayıp cephe gerisine çeker. Oradan sıhhiye çadırına götürülür ve yaraları sarılır.

Yaralanışının beşinci günüdür. Haymana, düşman işgalinden kurtulmuştur. Arkadaşı Mevlüt bunun başında beklemektedir. O gün Mevlüt’e : “Rüyamda şehit olduğumu gördüm. İki beyaz melek beni alıp götürdü. Ayrıca, bir oğlum olacağını söylediler. Ben şehit olacağım, onun adını da ‘Gazi’ koysunlar. Ayrıca; tabancamı, saatimi ve kamamı da onlara hatıra kalması için götür, aileme teslim et.” der ve iki saat sonra vefat eder. Savaş sonrası Mevlüt, emanetleri getirip teslim eder ve durumu anlatır. Bunlar da, yeni doğan çocuğun adını: “Gazi” koyarlar. Vasiyet yerine getirilmiş olur. Çocuğun annesi olan rahmetlik Ayşe Annemiz de, kocasını çok sevdiği için hiç evlenmez.

ANA  EVİ

Ayşe Annemiz oğlu Gazi ile birlikte, kaynanası yaşlı olduğu için babası Hasan’ın yanına yerleşir. Orada çocuğunu büyütmeye başlar. Hayat şartları çok zordur. Akçeşme Mahallesi’nden bazı kadınlar da, Eber Gölü’ne kamış, kındıra, berdi biçmeye giderler. Kamış kesimi kasım ayında başlar, nisan ayına kadar devam eder. Kındıra (hasır otu) kesimi ise temmuz ayında başlar. Kesilen kındıralar gerekli işlemlerden sonra dokunur ve “hasır” haline getirilir. Vefâkâr ve cefâkâr ev kadınları ev işlerinin yanı sıra, aile bütçesine katkı için hasır dokurlar.

Savaş yılları…Erkekler cephede savaşıyor veya şehit oluyor. Eli silah tutan gençler cepheye koşuyorlar. Şehirlerde yalnız yaşlı erkekler, kadınlar ve çocuklar kalmış. Savaştan sonra erkek nüfusu çok azalmış. Bu durumda, göle gidip kındıra-kamış biçme işi kadınlara düşüyor. Ayşe Annemiz de, diğer kadınlarla birlikte göle çalışmaya gider. O zaman gölde yaban domuzu çoktur. En çok da domuz saldırır, korkusuyla çalışırlar. Bahçe ve hayvancılık işleriyle de uğraşır. Zor şartlarda çalışarak oğlu Gazi’yi okul çağına getirir ve ilkokulda okutur.

KUNDURACILIK

Gazi, ilkokulu bitirdikten sonra, dedesi Hasan bunu “Koca Usta” adıyla anılan kundura ustasının yanına verir. Askerlik vaktine kadar burada çalışır; her türlü ayakkabıyı yapar. Askere gitmeden ustasıyla ortak olurlar. Asker dönüşü Gıllakların Han’ın ikinci katına kunduracı dükkanı açar. Kunduracılığın yanı sıra, bahçe işleriyle uğraşır, hayvan alım-satım işleri yapar.

   OTOBÜS  İŞLETMECİLİĞİ

1965 yılı…Şoför Abdil Ciddi (Koreli) ve H.Hüseyin Tosuner (Güccük Asker), ortağına kasası ahşap olan bir otobüs alırlar. Sonra Gazi Apaydın’a da arabaya ortak olmasını teklif ederler. O da kabul eder. Bununla sadece Afyon’a ve Akşehir’e sefer yapıyorlar. Bir yıl sonra bu arabayı satıp daha iyi bir otobüs alıyorlar. Bir müddet sonra Güccük Asker ayrılıyor. Bu ikisi çalıştırmaya başlıyorlar.

Rahmetlinin ehliyeti yoktu, heveslenmedi de…Herkesin kendi işini yapmasını isterdi. Koreli şoförlük, bu da muavinlik yaparak, on sekiz sene ortaklık ettiler. Daha sonra minibüs alarak minibüsçülük yaptılar. O gün için otobüsçülük yapmak da zordu. Afyon’a gidesiye kadar birkaç kere teker patlardı. Motoru çalıştırmak için, arabanın önünden bir çevirme demiriyle el gücü ile çalıştırırlardı. Bir gün arabayı çalıştıramazlar. Arabanın önüne öküz bağlayıp çektirerek çalıştırırlar. O zamanlar Afyon’a otobüsler öğleye kadar devamlı gider ve orada beklerlerdi. Öğleden sonra sırayla Bolvadin’e dönerlerdi. Oradaki yemek işini Gazi Ağa üstlenmişti. Muavinlerin de sıcak yemek yemeleri için, ortaklaşa para toplayıp, pide yaptırıp getirirdi.

   KADININ ADI YOK

İslamiyet’ten önceki Türk toplumunda kadına büyük değer verilir, her yerde söz sahibi edilirdi. İslamiyet’ten sonra bu değer daha da fazlalaştı. Efendimiz: “Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allah’ın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin.” buyurmuştur.

Çocukluk günlerimde toplumumuzda bazı ailelerde kadın, erkekler tarafından hor görülürdü. Çocuklarına, ev işine, hayvana, tarla-bahçe işlerine bakan bir varlık olarak görülürdü. Kocasından dayak yiyen kadın, bunun normal olduğunu zannederdi. Kadının ölmesi de çok önemli değildi; adam hemen bir daha evlenirdi. Giymek için üst-baş talebinde bulunamaz, bir önücek ve şalvarla ömrünün geçeceğini sanırdı. Çile çekerek genç yaşta yaşlanırdı.

Ev içerisinde kocaya bir şey söyleme hakkı yoktu. Evin erkeği ne derse o doğruydu. Aile içinde demokrasi yoktu. Karısına bile sormadan, kızını bir başkasına verirdi. Gelin, kaynatanın olduğu odada bir köşeye büzülerek oturur; utancından kafasını yere eğip kilimin ilmiklerini sayardı. Gelinin ev içerisinde, kaynatasının yanında sesli konuşma hakkı da yoktu. Rahmetlik anam, kırk sene dedemin yanında hiç sesli konuşmadı.

Günümüzde artık bu tersine döndü. Bazı kadınlar azgınlaştı; bazı erkekler pıstı. Şimdi kadınların hâkimiyeti sürüyor. Çok kadın ve kızda, büyüğe hürmet azaldı. Çarşı ortasında giderken, kadın çarpmasın diye erkekler kıyıya kaçar oldu. Dolmuşa biniyorsun, kadın önünde veya arkanda yol boyunca bangır bangır telefonla konuşuyor. Aile içi konuları konuşuyor; toplumu rahatsız ediyor. Kadın öyle bir varlıktır ki: Ana olup cenneti ayağının altına alabilir veya şeytan olup ruhumuzu çalabilir.

   HAÇÇA  ABA

Hatice Apaydın…Toplum onu: “Haçça Aba” diye bilir…Rahmetlik Maymununun Gazi’nin hanımı…Şu an sağ ve 95 yaşında…Eli değil, ayağı öpülesi mübarek bir pîr-i fâni…Yıllar önce her mahallenin bir bilge kişisi, yâni bilgili, ahlaklı, olgun kişisi bulunurdu. Bu bilge kişiler o mahallenin sözcüsü, anası, babası, atası durumunda idiler. Hastası olan, derdi olan, maddi sıkıntısı olan, geçimsizliği olan bunlara gelir ve çare arardı. Bu kendini topluma adamış kişiler de, hiç şikayet etmeden herkese yardımcı olmaya çalışırlardı.

Akçeşme Mahallesi’nin bilge kişisi de Gazi Amca ve hanımı Haçça Aba idi. Bunlar gece demez, gündüz demez herkese yardımcı olmaya çalışırlardı. Yetmeyeni yetirir, bitmeyeni bitirirlerdi. Makineyle dikiş dikmesini bilirdi. Bayrama yakın çok kadın, çocuğunu elinden tutup hamama götürürdü. Bu, kapısının önüne oturur; üstü başı perişan gördüğü kız çocuğunu durdurur; ölçüsünü alır; onlar hamamdan dönesiye kadar Çaputçu Basri’den aldığı kumaşla çataldonu diker ve verirdi. Haçça Aba’m çok sert ve otoriter ve çalışkan bir kadındır. Mahalleli onun sever ve sözünden hiç çıkmaz. Bugüne kadar evinde, başkasının çocuğu olan pek çok yetimi büyütmüştür.

   LAYLON  EDİK

1968 yılının bir bahar günü, Akçeşme Mahallesi’nde ağaçlar çiçek açmış fakat gene de hava soğuk… Haçça Aba’m evinin karşısındaki bahçesine finde (fide) tohumları ekerken, yoldan geçen satıcının sesiyle bahçe kapısının önüne çıkar. O gün için, renkli naylon terlikler bilinmiyor. Çok kadın ayağında, “guldur” lastik pabuç sürüyor. Satıcı, el arabasına doldurduğu rengarenk yeni çıkmış naylon terliklerin, bağırarak satışını yapıyor. Mahalledeki kadınlar ilgiyle terlikleri inceliyorlar.

Haçça Aba da, merakla tezgahın başına gider. Çok kadının, terliklerde canı kaldığı halde almaya gücü yoktur. Kendisine mavi renkli bir terlik alır. Komşularından bir kadın da almak ister fakat cesaret edemez. Dokuduğu hasırın kazancından biriktirebildiği üç-beş kuruşu vardır. Haçça Aba’nın teşvikiyle ayağına ölçer ve yeşil renkli bir terlik alıp, evine sevinçle götürür.

Kadının kocası erkenden göle kamış biçmeye gitmiş ve henüz gelmemiştir. Kadın, tek odalı evlerinin ortasına kurdukları teneke sobayı, odun ve kemireyle yakar. Üzerine, etrafı isten simsiyah olmuş tencerenin içine bulgur ve mercimek koyarak pişirir. Mercimekli pilav aşı hazırdır. Üzeri birkaç yerden yamalıklı olan sofraaltını serip sofrayı kurar. Bahçeden, iki gömü pırasası çıkarıp sofraya doğrar ve kocasını beklemeye başlar.

Yeni aldığı terlikleri de evin başköşesine koyar. Kocasına sürpriz yapmak istemektedir. Kocası yorgun ve üşümüş bir şekilde gölden gelir. Kadın hemen karşılar ve hazırladığı iliyen (leğen) ve ıbrıkla eşinin elini yıkar. Ayağını yıkarken adamın gözü terliğe takılır. Dikkatli baktıktan sonra ne olduğunu sorar. Kadın sevinecek zannederek: “Ben aldım, yeni terlik…” demesiyle birlikte, adam yerinden kalkarak sofranın üzerindeki ekmek bıçağını kapar ve eline aldığı terlikleri doğramaya başlar. Doğradığı yerde: “Orusbu mu olcan a…goduğumun karısı!” der ve bu sefer kadının üzerine saldırır. Kadın can havliyle Haçça Abagilin eve kaçar. Onlar da, sofraya oturmuş yemek yemektedirler.

Kadın; “Kurtarın!”, diye feryat ederek içeriye girer ve önü perdeli olan yüklüğe saklanır. Arkasından kocası içeri girer. Kocasını teskin edip sofraya oturturlar. Kadını da saklandığı yerden çıkarırlar. Haçça Aba sert bir şekilde: “Yemek bitesiye kadar kimse konuşmayacak!” der. Yemekler yenir, sinirler yatışır. Kavga konusunu anladıktan sonra erkeğe, karısının kıymetini bilmesini söyler ve tavsiyelerde bulunur. Kadına da: “Evin erkeği sever de, döver de!” diyerek onu da teselli eder. Çaylar içildikten sonra bunları mutlu bir şekilde evlerine gönderir.

YETİMİ  KORUMAK

İslam’ın beş şartı vardır. Durumu uygun olan bir Müslüman’ın bu şartları yerine getirmesi mecburidir. Bunun yanında müstehap olan, yapıldığında sevap kazandıran işler de vardır. “Ben Müslüman’ım”, diyen kişi, farzların yanında bunları da yapması gerekir.

Adam, tâdil-i erkâna uymadan namazını kılıyor; akşama kadar gıybet ederek orucunu tutuyor; sanki seyahat eder gibi hacca da gidip geliyor; hele bir de, bir “hocaefendi” nin eteğine de yapıştıysa, kendini en iyi Müslüman zannediyor. Seni-beni beğenmiyor. Yok öyle bir Müslümalık!…Nafile ibadetleri de yapmak lazım.

Gazi Amca nafile ibadetlere de dikkat ederdi. Ömrü boyunca, sekiz tane yetimi beslemiş, büyütmüş ve evlendirmiştir. Bolvadin’de başka örneği yaşanmayan bir hayır işlemiştir. Efendimiz: “Yetime merhamet et! Onun başını okşa ve yediğinden yedir!” buyurmuştur.

SON  NEFES

Takvimler 07 Ocak 2006 Cumartesi tarihini gösteriyor. Gazi Amca seksen dört yaşında iken, üç gün yattığı yatakta emaneti teslim ediyor. Büyüttüğü yetimler ve kalabalık halk tarafından, son yolculuğuna uğurlanıyor. Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ