Bolvadin'in Temel Taşları

 

KEL FEVZİ  (FEVZİ KÖKSOY)

 

   Hacıyonuzların Fevzi…1929’da Bolvadin’de doğdu. Babasının adı Neslizâde Hakkı… Babası, manifaturacı olup, belediye reisliği de yapmıştır. Erkek kardeşleri; Hilmi, Yunus ve İbrahim’dir. İki de kız kardeşi vardır. Gençlik yıllarında, çiftlikleri olan “Hacıyonuzlar Çiftliği”nde çalışmıştır. Askerden sonra, bir süre züccaciye dükkanı çalıştırmıştır. Koruma başkanlığı yapmıştır. Uzun süre, İmaret Mahallesi Muhtarlığını da yapmıştır. Oğulları; Hakkı, Ahmet ve Ziya’nın yanı sıra, iki de kızı vardır.

   Fevzi Köksoy, biraz kısa boylu, dolgun vücutlu, tıknaz bir kişi idi. Saçları döküldüğü için devamlı şapka giyerdi. Tertip ve temizliğine çok dikkat ederdi. Onu, takım elbisesiz ve kravatsız gören olmamıştır. “İki dirhem, bir çekirdek” tabir ettiğimiz şekilde giyinirdi. İnsan sarrafı idi. Herkesin damarına göre şerbet verirdi. Saçına göre de tarak vururdu. Deliyle deli, veliyle veli, efendiyle efendi olurdu. Genel olarak konuşması ve hareketleri çok beyefendiydi. Konuşurken net ve kibar konuşurdu. Çok zekiydi. Kinayeli ve mecazlı kelimeleri çok kullanırdı. Ortamı neşelendirmek için bazı kişilere takılırdı. Siyaseti severdi. Ölesiye kadar siyasetin içinde bulundu. Başkasının işini görmeyi de severdi. Ne iş yaptığını soranlara: “Hiçbir işim yok; başımı kaşıyacak da vaktim yok.” derdi. Şu an Bolvadin’de onun emsalinde kişinin olduğunu sanmıyorum. O, çarkın dişlilerinin dışarıya attığı parçaydı.

KEL  BOLAVADIN

Bu lâkap bize hangi yönden geldi bilmiyorum. Acaba, etrafımızdaki dağlarda ağaç olmadığından mı, yoksa kafasında kel hastalığı çok olanlardan mı?…Bence ikincisi doğru. Sebebi ise; bundan yetmiş sene önce etrafımızdaki dağlar ağaçlarla doluymuş. Fakirlikten, cahillikten hepsi kesilmiş yok edilmiş. Kesilenlerin yerine de bir şey dikilmemiş. Kel hastalığı, saçların bazı kısımlarının dökülmesine sebep olan mantardan kaynaklanıyor. Bu mantar hastalığı genellikle kirden kaynaklı olup, kel olan birisi başkasına da çabuk bulaştırabiliyor.

Benim çocukluğumda Bolvadin’de kel pek çoktu. Daha önceleri, kelle ilgili hükümet tarafından bir başkanlık kurulmuş, kel olan çocukları Ankara’ya ücretsiz tedaviye göndermişler. Orada bir ay tedavi gördükten sonra iyi olup gelmişler. Kafası kel olan çocukları okula almazlarmış. Küçükken Fevzi Köksoy’un da kafası kel olduğu için, herkes “Kel Fevzi” demiş. Herkes zamanla bu şekilde tanır olmuş. Başka keller okula alınmazken, bunun babası belediye başkanı olduğu için okula kaydolmuş.

LÂKAP  TAKMA

Toplumumuzun en büyük hastalığı lâkap takmadır. Soyadı kanunu çıkmadan önce mecburen herkesin lâkabı vardı. Kişi ancak öyle tanınırdı. Bu normal lakap…Bir de Allah’ın ve insanlığın sevmediği lâkap türü var. İnsanın bedeninde ve huyunda bir eksiklik varsa, bunu Allah’ın bir takdiri olarak görmeyiz, hemen lâkabı takarız. Eskiden adam gözlüklüyse “kör”, saçı yoksa “kel”, çok oturuyorsa “gadı”, hastalıklı ise “maccalı”, boyu kısaysa “badak”, iri yapılıysa “löngürdek”, sakallıysa “Humeyni”, hızlı hareket ediyorsa “yelli”, çabuk kızıyorsa “telli” gibi lakaplar takılırdı. Artık günümüzde, bu tür lakaplar pek takılmıyor. Allah, Hümeze Suresi’nde: “Lakap takanın, arkadan çekiştirenin, kaş-göz işaretiyle eğlenenin vay haline!…Böylesi, mal yapar ve onu sayar durur.” buyuruyor.

Çok büyük kusurlarımız var. Onun rahmetine sığınıyoruz. Allah’ın lütfu ve merhameti olmasaydı, bizim halimiz nice olurdu?

FOTEL VE KRAVAT

Türklerin milli başlığı börk ve kalpaktır. Börk, keçe veya çuhadan yapılan kalaksız başlıktır. Osmanlının ilk zamanlarında da börk giyilmiştir. II. Mahmut zamanında, kökü Yunan’a ve Fas’a dayanan, üstü püsküllü kalaksız başlık olan “fes” giyilmeye başlanmıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra 1925’de “Şapka Kanunu” çıkarıldı. Bütün bürokrat ve memurlara şapka giyme ve kravat takma zorunluluğu getirildi. Devlet memurları genellikle kasket yerine fötr (fotel) şapka giymeye başladılar. Yurtdışından yüz binlerce fötr şapka ithal edildi. Resmi kurumlara verilecek vesikalık fotoğraflarda, şapkalı fotoğraf mecburiyeti getirildi.

Fevzi Köksoy da, devamlı kravat takar, fotel şapka giyerdi. Bolvadin esnafının ileri gelenleri fotel, diğer halk kasket giyerdi. Başı açık gezen ayıplanırdı. İlkokul çağındaki küçük çocuklar bile kasket giyerdi.

1960 İhtilalinden sonra, 1964’de Ömer Yazıcı, Adalet Partisi’nden belediye başkanı seçildi. Bolvadin’in nüfusu o gün için 19 bin 139…Partinin kurucuları arasında Fevzi Köksoy da var. Fevzi Ağabey, aynı partiden belediye encümen üyesi olarak da seçilir. Bir gün, belediye reisi izin alıp reis vekilliğini buna bırakır. Aksilik bu ya, vali de belediyeye teftişe gelir. Reisi arar yok; memurlara bakar, kravatları yok; çok kızar. Hemen bir zabıta ve polis, Fevzi Ağabeyin çarşıdaki dükkanına gidip buna haber verirler. Belediyeye girince vali, “Bunlar nasıl devlet memuru!” diye fırça atar. Valiyi teskin eder ve vali tekrar geleceğini belirterek gider. Fevzi Köksoy, onun hızıyla memurları toplar ve herkesin mecbur kravat takacağını söyler. O güne kadar kravat nedir bilmeyen memurlar çok kızarlar fakat “Frenk yuları” diye düşündükleri kravatları da takarlar. Sonuç ne olursa olsun, kişi mecbur kaldığı yolda yürümelidir. Ulü’l-emre (devlet yöneticileri) itaat gerekir.

RAMAZAN  TOPU

Ramazan ayında yaptığımız âdetlerden birisi de “Ramazan topu” dur. İstiklal Savaşı’ndan kalmış bir top, sade barutla patlatılarak, orucun başlama ve bitiş zamanları halka duyurulur. Bolvadin’de, belediye binasının damında bulunan, “canavar düdüğü” dediğimiz, siren sesi çıkaran bir alet vardı. İmsak ve iftar vakitlerinde bu öttürülür, vakit belirlenirdi. Ezan ise hoparlörsüz okunduğu için, her tarafa duyulmazdı. Herkes düdüğü bekler, “Daha düdük ötmedi!” diye birbirine söylerdi.

24 Aralık 1965 Cuma…Ramazan’ın ilk günü…Belediye reisi Ömer Yazıcı…Ramazan ayı gelmeden önce, encümen üyesi olan Fevzi Köksoy, reise bir teklif götürür. “Başka şehirlerde Ramazan’da top atılıyor; nasıl olsa eski bir topumuz var; biz de top atalım.”der. Reis de kabul eder ve “Kim atacaksa ve top atılma yerini sen belirle.” der. Fevzi Ağa, askerliğini topçu olarak yapmış birini bulur ve bu iş için görevlendirir.

O dönemde, şimdiki Tedaş (İlk elektrik santralı yapılan yer) binasından sonra evler yoktu. Orada “Gavırlar Harmanyeri” vardı ve onun arkasında üzüm bağları ve zerdali ağaçları vardı. Fevzi Ağa, bu elektrik santralının yanını, top atmaya uygun görür ve topu buraya kurdurur. Şehrin yakınına kurdurmasının amacı, top sesinin her tarafa rahat ulaşması içindir. İftar vakti yaklaşır, Fevzi Ağa’da topun başındadır. Vakit gelince top patlatılır, çok büyük bir gürültü çıkar. Yalnız, büyük bir hata yapılmıştır. Topun ağzı iyice yukarıya kaldırılmadan patlatılmıştır.

Top atılacağından habersiz olan halk, fırından üstü susamlı sıcak pidesini almış, sofra başına oturmuş, hem dua ediyor, hem de mis gibi kokusu gelen tarhana çorbasına kaşık sallamak için bekliyor. Topun büyük bir gürültüyle patlamasıyla, halk deprem oluyor, korkusuyla büyük bir paniğe kapılarak sokaklara koşuşur. Gürültünün etkisiyle çarşı dükkanlarının camları ve bazı evlerin camları olduğu gibi yere iner. Evinde olan Ömer Yazıcı da, hemen çarşıya gelir. Bakar ki bütün camlar inmiş, halk sokakta: “Yaktın beni Fevziii! Yaktın beni Fevziii!” diyerek dizlerini döver. Ertesi gün top, eski hastanenin arkasındaki boş araziye götürülür. Kırılan camlar da, belediye tarafından tekrar taktırılır.

Kaybedeceksek iyi niyetimizden kaybedelim. Zamanla hak yerini bulacaktır.

SAĞIRLAR  OKULU

Hiç kimse sakat doğmak istemez, sakat olmak da istemez. Bu Allah’ın bir takdiri, bir imtihanıdır. Bolvadin’imiz, okulların çeşitliliği açısından çok zengindir. Bu konuda bürokratlarımızın gayreti çok olmuştur. Bu memleket için, maddi ve manevi olarak bir çivi çakandan Allah razı olsun.

Yıl 1984…Hasan Yazıcı belediye başkanı seçildi. 1 No’lu Sağlık Ocağı’nın yanına önceden “doğum evi” yapılması planlanıyor. Arsa yerini rahmetli Muammer Ekim bağışlıyor. Abdurrahim Gümüş de dükkan bağışlıyor. Hamiyetsever Bolvadin halkının yardımıyla da bina yapılıyor. Daha sonra, doğumevinin yeni yapılan hastane bünyesinde olmasına karar veriliyor. Başkan Hasan Yazıcı boş olan bu bina için, çevrede olmayan farklı bir okul açılmasını istiyor. “körler okulu” veya “sağırlar okulu” olması kararlaştırılıyor. Başkan, uygun gördüğü herkese danışıyor. Fevzi Köksoy’a da danışıyor. Fevzi Ağa: “Sağırlar okulu olsun.” diyor. Başkan sebebini sorduğunda, iki kolunu ileriye doğru uzatıp parmaklarını açıp gözlerini yumarak: “Körler nereye gittiğini bilmez. Sağa-sola çarpar zarar verirler. Sağırlar zararsızdır. Hem kızdığımızda yüzlerine söveriz, anlamazlar.” der ve bu fikir uygun görülerek Bolvadin’e bir okul kazandırılır.

SÜRGÜN  VE  ÖLÜ YIKAMA

1970’li yıllarda Bolvadinli dört tane din görevlisinin tayini başka yerlere çıkarılmıştı. Sebebi ise, vazifelerini düzgün yapmamaları gösterilmişti. Şikayet üzerine gelen müfettiş, bunların tayinini komşu ilçelere yaptı. Bu din görevlileri, tayin oldukları yerde bir müddet görev yaptıktan sonra, tekrar Bolvadin’e döndüler. Dönünce, bunu kutlamak için fırın etleri verirler ve diğer hocaları da çağırarak Horan’a yemeğe giderler. Orada karınlarını doyurduktan sonra, kendilerini şikayet eden kişiyi tartışmaya başlarlar. Fevzi Köksoy’dan şüphelenirler. Kendi aralarında söz verip yemin ederek: “Kel Fevzi’nin cenazesini yıkamayacağız.” diye karar alırlar. Bu, Fevzi Ağa’nın kulağına gider.

Güneşli güzel bir gün…Tapıtların Hacı Gadir, Erkmen Mahallesi’ndeki evinden, öğle namazını İmaret Camisi’nde kılmak için yola çıkar. Emirdağ Caddesi üzerinden eşe-dosta selam vererek gelir, Halepli’nin evin oradan döner. Tam Fevzi Köksoy’un evin önünden geçerken, Fevzi Ağa küçük oğlu Ziya ile birlikte evden çıkar. Hacı Gadir Emmi bunlara selam verir ve Ziya’nın hangi okula gittiğini sorar. Kendisi İmam-Hatip Okulu derneğinin başkanı olduğu için, her çocuğun o okula gitmesini istemektedir. Fevzi Ağa: “İmam- Hatip Okulu’na gidiyor.” der. Hacı Gadir Ağa keyiflenerek: “Çok iyi yapmışsın o okula yollameynan!” der. Fevzi Köksoy ise: “Nası’ yollameyen Hacı Ağa! Hocalar karar almışlar, benim cenazemi yıkameycaklarımış. Heç olmazsa cenazem ortada kalıp kokmasın. O yüzden yolladım.” der. Bu espri karşısında ikisi de gülerek oradan ayrılırlar.

EMANETE  HIYANETLİK

Fevzi Köksoy’un arkadaşının babası, başka bir şehre taşınır. Oradan, oğluna borçlarını ödemesi için para gönderir. Oğlu da parayı borca vermeyip harcar. Bu, Fevzi Ağa’yı rahatsız eder. Bir perşembe günü, Hobban Hoca’yı bularak isim verir ve durumu anlatır. Hoca’da açık sözlü olup, böyle şeyleri hiç sevmez. Ertesi gün Cuma’dır. Fevzi Ağa o arkadaşına, Hobban’ın Cami’ye gitmeyi teklif eder ve beraber giderler. Minberin önüne otururlar. Minbere çıkıp hutbeyi okumaya başlayan Hobban Hoca, Fevzi Ağa’nın yanında bu adamı görünce, hemen konuyu değiştirir ve: “Emanete hıyanetlik olmaz! Babanın yolladığı para yerine ulaştırılır!” gibi sözlerle adama bakarak lafı yerine gönderir. Adam ezilip büzülürken, Fevzi Ağa bıyık altından kıs kıs gülmektedir. Camiden çıktıklarında arkadaşı, hoca’nın ermiş bir velî olduğuna karar verir.

ÂH  MİN’EL  MEVT!

Âh şu ölüm!…Dünya âleminden, berzah (kabir) âlemine geçiş…Şu kısacık dünya hayatının noktalandığı an…Hesaba çekilme vaktinin yaklaştığı zaman…Bütün servetinin ve malının yok olduğu an…Geride kalan sevdiklerin için bir tûfan…

Ölüm, bütün canlılar için kaçınılmaz bir son…Sırası gelen herkes o ânı yaşayacak. Önemli olan, hâlis bir imanla, “ele-eteğe düşmeden” gidebilmek. Cenazeyi kabre kadar taşımak, bir mümine yapılacak en son hizmettir. Bu taşıma, aynı zamanda ibadettir. Halkımızın güzel hasletlerinden birisi de, kim olursa olsun, cenazeye sahip çıkmasıdır. Hoparlörden cenaze ilanı verilirken, herkes kulak kabartıp “Kim ölmüş?”diye dinler. Bilhassa çarşı esnafı bildik-bilmedik herkesin cenazesinin salına girip, namazını kılmaya çalışır. Cenaze, vakit namazından sonra kalkacaksa,  Çarşı Camii dolar. Defin sırasında da, azımsanmayacak kadar cemaat olur.

DEFİN  KURALLARI

Bugün için, yaptığımız olumsuz davranışlar da yok değil. Cenaze camiye getirilirken, iki kişinin yan yana gelip, mevtâ hakkında konuşmalarına şahit oluruz. Kabire kadar gidip, mevtanın üzerine üç kürek toprak atmak müstehaptır. Yani, bize sevap kazandırır. Ayrıca, cenaze defnedildikten sonra “Bakara Suresi” nin tamamının okunması, mevtayı kabirde rahat ettirir.

Belediyemiz, mezarlığa seyyar oturaklar ve ses sistemi koymuş. Güzel bir hizmet… Kabire giden kişi, sırtını güneşe vererek oturur, defini seyreder ve okunan Kur’an ve dualardan sonra taziyede bulunup ayrılır. Defin sırasında cemaatin de mevta için dua etmesi ve kendisi için de muhasebede bulunup ibret alması müstehaptır. Orada da, bazı kişilerin hatalar yaptığını görüyoruz. Defin sırasında yanındaki kişilere; ölenin hısımını, akrabasını sorarlar. Mezar başında bulunanları sorgularlar. Hatta Kur’an okunurken bile konuşurlar. Eskiden bir de, ölen kişi için yaşını öğrenmek amacıyla “Kaçlı çıktı?” diye birbirine sorarlardı. Şimdi hoparlörden yaşı söyleniyor da, bu soru artık sorulmuyor.

TAZİYE  (BAŞ SAĞLIĞI)

Ölen kişi için, geride kalan akrabalarına baş sağlığı dilemek insani bir vazifedir. Bu taziyeyi de fazla uzatmamak gerekir. Efendimiz: “Taziye üç gündür.” buyuruyor. Bilhassa kadınlarımız bu kurala pek uymuyorlar. Adam öleli üç ay olmuş. Kadın evde, kime misafirliğe gitsem, diye gavzınıyor. Üç ay sonra başsağlığına gidiyor. Bu, yarayı deşmekten başka bir işe yaramıyor.

Fevzi Köksoy hastalanır. Doktor “ameliyat” der. Ameliyata gitmeden önce “geçmiş olsun” a gelen dostlarına sıkı sıkı şu tavsiyede bulunur: “ Ben ölürsem, siz de cenazemi götürürken ve kabirde defnedilirken, kesinlikle yan yana gelmeyeceksiniz. Bu size vasiyetim. Çünkü benim dedikodumu yapacağınızı biliyorum gozlar!” der. Fevzi Ağa ölür, cenazesinde dostları, vasiyete uyarak yan yana gelmezler. Kabirden geldikten sonra, bir araya gelip pideciye girerler ve pidelerini yerler. Orada ne konuştular biliyorum ama söylemem!.

AMELİYAT

Doktorun “ameliyat” demesinden sonra, Fevzi Ağa ameliyat olur. Fakat bir türlü iyileşemez. Afyon hastanesine yatırılır. Tarih 05 Ekim 1991 Cumartesi…Fevzi Ağa oltmış iki  yaşında…Hastaneye yatışının onuncu gününde vefat eder. Allah Gani Gani Rahmet Eylesin. Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ