Bolvadin'in Temel Taşları

 

ZİRAATÇİ  ABDUREYİM  (ABDURRAHİM GÜMÜŞ)

 

3 Şubat 1929…Abdurrahim Gümüş dünyaya geliyor. Cılkoğlu Sülalesi’nden Hacı Abdurrahim Ağa’nın oğlu Ahmet Efendinin, altı çocuğundan birisidir. Hacı Abdurrahim Ağa, 1890 yılında belediye başkanlığı yapmış, varlıklı bir kişidir. Hacıoğlu Sucukları’nın tam karşısındaki, yıkılan Hacı Abdurrahim Çeşmesi’ni yaptırmış. Onun yanında da evleri vardı. Cılklar, Sarıkeçili Yörüklerinden olup, konar-göçer hayat yaşarken, 1780 yılında Bolvadin Dapan Ovası mevkiine iskân edilmişlerdir. Daha sonra, İmaret Mahallesi’ne gelip, yerleşik düzene geçmişlerdir. Zamanında en çok araziye sahip olan bir oymak olarak bilinir.

Abdürrahim Gümüş’ün babası Ahmet, rüştiye (ortaokul) mezunu idi. Sakin, efendi kişiliğiyle biliniyor. Genç yaşta vefat ettiğinde beş kız, bir oğlan dökülüp kalıyor. Oğlu Abdürrahim, henüz dokuz yaşında… Erkek çocuğu olarak evin sorumluluğu sırtına biniyor. İçinde olan okuma-öğrenme isteği, okumaya yöneltiyor. İlkokulu, ortaokulu ve ziraat lisesini başarıyla bitirip, ziraatçı oluyor. Daha sonra öğretmen lisesinde tarım öğretmeni olarak görev yapıyor. Emeklilik yıllarında, dini konuları içeren yedi kitap bastırıp, halka ücretsiz dağıtıyor. Horan Parkı’nın düzenlemesinde ve ağaçlarının dikiminde büyük emeği geçmiştir. Ağaç ve bitki sevdalısıdır. Bolvadin’de meyveciliği, Sultandağı’nda kirazcılığı başlatmıştır. Evliliğinden, bir kızı ve iki oğlu dünyaya geliyor. Kızı öğretmen, oğulları da mühendis oluyor.

 

   DEMİRCİ ÇIRAĞI

Yıl 1936…Develi’nin yanında tarlaları var. Babası, Eber Gölü’ne dökülen Akarçay’dan pancarı sulamak için, tarlaya gidiyor. Hava biraz soğuk… O zamanlar giymek için çizme falan yok. Ayakkabı ve çoraplarını çıkarıyor. İçdonunu sıvıyor ve buz gibi suya girip akşama kadar tarlayı suluyor. Bu arada çok üşüyor. Eve gelince titremeye başlıyor ve yatağa düşüyor. İlçenin tek hükümet tabibini getiriyorlar, ciğerlerini üşütmüş, diyor. Gerekli tedavi yapılıyor fakat bir türlü iyi olamıyor. Oğlunun çiftçi olmaması için elinden tutup Demirci Mıstık Emmi’nin yanına çırak olarak veriyor. Okula başladıktan sonra da tatillerde de çıraklığa devam ediyor. Babası, hastalandıktan iki sene sonra, otuz yedi yaşında iken vefat ediyor.

 

   JANDARMA

Bir milletin huzuru, rahatı için, jandarmaya ve polise büyük ihtiyacı vardır. Günümüzde jandarma ve polis bizim göz bebeğimizdir. Her daim onların selameti ve güvenliği için dua ederiz. Zamanında halka karşı gereksiz uygulamalar, toplumu jandarmaya karşı soğutmuş.

Abdurrahim Gümüş 8-9 yaşlarında… Bir gün kapılarının önünden iki jandarma geçiyor. Böyle zamanda anaların ilk işi çocuğunu alıp eve götürmek… Analar ağlayan çocuklarını, “Jandarma geliyor!” diye susturuyorlar. Biraz sonra iki jandarma, komşuları olan yaşlı, zor yürüyebilen Abdil Hoca’yı itekleyerek karakola götürüyor. Jandarmaların kucaklarına aldıkları kitaplar da zaman zaman yere düşüyor. Sonra öğreniyor ki, Hoca’yı “Kur’an öğretiyorsun.” diye götürmüşler.

İkinci unutamadığı olay da yine mahallerinde geçiyor. Yıl 1939 veya 40…Kapılarının önünden gene jandarmalar geçiyor. Analar kapı önünde oynayan çocuklarını telaşla eve alıyorlar. Bu sefer daha çok jandarma var. Bir ara silah sesi duyuluyor. Bunu başka silah sesleri takip ediyor. Sonra öğreniyor ki, mahallerinde dînî konularda hiç taviz vermediği için adı “Deli Veli” ye çıkan Hacı Veli Amca, çıkan çatışmada öldürülmüş. Daha sonra belediyenin iki tekerli ve atla çekilen çöp arabasına ölüyü yüklemişler, yıkanmadan üstüyle-başıyla mezarlığa gömmüşler.

İşte, böyle bir ortamda çocukluğu ve gençliği geçtiği için, dînî konularda çok zayıf yetişiyor. Ancak olgunluk çağında Kur’an’ı ve fıkhî bilgileri öğrenebiliyor.

 

   ELEKTRİK SANRALI

Afyon’a elektrik 1928 yılında geliyor. Bolvadin’e ise, bundan on yıl sonra, Belediye Başkanı Hasan Gemici zamanında geliyor. Şimdiki “TEK” binasının olduğu yerde kömür ile çalışan buharlı motorlarla başlıyor. Günde iki saat belirli yerlere elektrik verilebiliyor. Daha sonra mazotla çalışan büyük motorlar getiriliyor. Direkler dâhil bütün tesisatı Almanlar kuruyor. Rüzgârla sönmeyen, is çıkarmayan, yakmak için gazyağı ve kibrit gerektirmeyen elektriğin nimetlerinden, herkes faydalanmak istiyor ama nerede o para…

Yıl 1938…Yaz günü… Küçük Abdurrahim arkadaşlarıyla sokakta oynamaktadır. Babası öleli iki ay olmuş. Evleri, santrala yakın. Merak edip işçilerin yanına gidiyor. Yerde, uzatılıp kıvrılmış, yandan birbirine monte edilecek dört tane boru var. İçine ancak bir çocuğun girebileceği kalınlıkta…Oradan, Türkçe bilen bir Alman teknisyen, çocukların birinin içine girmesini istiyor. Çocuk, borunun içine girip elindeki somunları delikten uzatacak, dışarıdaki de cıvatalayacak. Diğer çocuklar korkuyor, giremiyor. Abdurrahim girmeyi kabul ediyor ve zorlukla bütün somunları delikten dışarıya uzatıyor. Kan-ter içinde borudan çıkınca herkes bunu alkışlıyor. Alman teknisyen buna 50 kuruş veriyor. Bir amelenin günlüğüne denk gelen bir para… Ertesi gün tekrar aynı işi yapmak üzere gidiyor. O gün de 50 kuruş veriyor. Üçüncü gün, son boruyu da civataladıktan sonra, Alman buna 150 kuruş veriyor. Toplam 250 kuruşu oluyor. İlk para kazanmanın mutluluğunu yaşıyor. Bu paranın bir miktarıyla ayağına güzel bir ayakkabı alıyor.“En hayırlı ve tatlı kazanç; insanın el emeği, alın teri ile kazandığı rızıktır.”

 

   MEKTEP

Yeni adıyla okul…İlmin irfanın öğretildiği yer…Okumak: Eşref-i mahlûkâtın üzerine farz olan emir…Cumhuriyet’in ilk yıllarında okuma oranı çok düşüktü. Politik oyunlar ve ekonomik zorluklar, bağnazlık, kişilerin okumasına engel oluyordu. Okumak isteyip de imkânı olmayan okuyamıyor, imkânı olan da: “Gavırmettabına gidip de ne yapacaksın!”, diye engelleniyor. Bazı anne-babalar da, çocuğun okula gitmemesi için kapıya bekçi geldiğinde çocuğunu saklıyordu. Toplum, böyle geri düşünce ve taassup içinde idi.

Abdurrahim 9 yaşında… Bir öğle vakti kapılarının önünde komşuları Mari’nin Abdil’le oynuyor. Abdil, birden okula geç kaldığını söylüyor. Sonra, buna da okula beraber gitmelerini teklif ediyor. Beraberce, Kaymas Mahallesi’nde bulunan iki sınıflı Kaymas Mektebi’ne gidiyorlar. Öğretmen Abdurrahman Yüksel…Öğretmen, kimin oğlu olduğunu öğrendikten  sonra bununla ilgileniyor ve: “Yarın gelirken kafa kağıdını (nüfus cüzdanı) getir de kaydını yapalım.”, diyor. Evde nüfus cüzdanı yok. Rahmetli babası nüfus idaresine doğumu bildirmiş ama dairede boş nüfus cüzdanı olmadığı için zamanında alamamışlar. Bir akrabalarının yardımıyla 5 kuruş götürülüp nüfus cüzdanı alınıyor. Nüfus cüzdanı şimdiki gibi olmayıp, defter şeklinde idi. İçerisinde; nüfus bilgilerinin yanı sıra; askerlikle ilgili bilgiler, yoklama kâğıtları, karne ile verilen ekmek, şeker, kaputbezi, gazyağı ile bilgiler bulunurdu.

Ertesi gün nüfus cüzdanını götürüp kaydını yaptırır. Sınıfta kendinden büyük öğrenciler de vardır. Bir gün, öğretmenler okula geç gelir. O gün Atatürk ölmüş. Atatürk’ün kim olduğunu bilen öğrenci yokmuş. Daha sonra öğretmenleri, Atatürk hakkında gerekli bilgileri vermiş. İki yıl burada okuduktan sonra, üç sınıflı olan Bahçe İlkokulu’na gider, beşinci sınıf burada olmadığı için, Akçeşme İlkokulu’nda okulu bitirir.

 

   GÖREV AŞKI

Yeni yazıyı bilen kişiler az olduğu için, devlet dairelerinde de memur sıkıntısı yaşanıyor. Dairede çalışanlar da, okuma-yazma bilen çocuklardan faydalanma yönüne gidiyorlar. İlkokul üçüncü sınıfa giden küçük Abdurrahim de, nüfus dairesinde çalışmaya başlıyor. Ödenek yokluğundan, gelen mektup zarflarını ters-yüz edip yapıştırıyor ve bu zarfı tekrar kullanıyorlar. Yıl 1941…Milli Şeflik Dönemi…Bir gün valilikten bir yazı geliyor. Nüfus kütükleri incelensin, “İnönü” soyadı alanların soyadı değiştirilsin, diye…Abdurrahim, Bolvadin’deki 14 mahalle, 2 nahiye ve 48 köyün kütüklerini kontrol ediyor “İnönü” soyadlıları buluyor ve bu soyadları değiştiriyorlar. Dördüncü sınıfa geçince özel idarede çalışıyor. Beşinci sınıfa geçince malmüdürlüğünde memur olarak çalışan Ali Şevki Yavuz’un yanında, günlüğü  50 kuruştan çalışıyor.

 

   HARIP

Çocukluğumuzda fakirlik çok fazla idi. Kimsenin cebinde önemli miktarda para bulunmazdı. Toplum, genellikle çiftçilikle uğraşıyor. Kış günü, işin gücün olmadığı zamanda, adamın cebinde bir çay parası olmadığı için kahveye gidip oturamazdı. Mahalle köşelerinde üçer beşer kişi toplanır, hem güneşlenir, hem de sohbet ederlerdi.

Dükkânı tezgâhı olmayan bazı “günazıklı”, “Tokalı”, “Kekliğin Hoca’nın kardeşi Hüseyin” gibi kişiler de, elinde bir sepetle veya bebek arabasına benzer eski bir arabayla; harıp (harnup-keçiboynuzu) gılik, kırık leblebi, iğde, ipe dizilmiş dizi şeker, alıç satarlardı. Kimsede para olmadığı için, çeşitli eski eşyalarla takas usulü satarlardı. Bu seyyar satıcılar, mahalle aralarında dolanırlar ve: “Yün gırığıynan, çapıt eskisiynen, yımırteynan, pareynan veriyoooon!” diye bağırırlardı. Evden eski bir şey bulan çocuk bunu götürür ve karşılığında istediğini alırdı.

Küçük Abdurrahim ve arkadaşları, Hacımuratların Oda’nın duvarına dayanmış ‘uzuneşşek’ oynuyorlar. İçlerinde ‘Mahmut’ adında bir çocuk da var. Mahmut’un babası da, yüzünü güneşe vermiş, Cılkların Oda’nın duvarına sırtını dayayıp yere çömelmiş, yanındaki kişilerle muhabbet ediyor. Bu arada harıp satan seyyar satıcının sesi duyuluyor. Bunu duyan Mahmut adlı arkadaşı, harıp almak için koşup babasından para istiyor. Babası, birkaç defa parası olmadığını söylese de Mahmut isteğinde ısrar ediyor, şirniyor. Oğlunun isteğinden vazgeçmeyeceğini anlayan babası Osman Ağa, çöktüğü yerden doğruluyor, arkası yamalı “guldur” lastik ayakkabısından ayağını çıkarıyor ve diz kapağına kadar olan yün çorabını çıkarıp oğluna veriyor : “Git ne alacaksan al!”, diyor. Sonra, soğuktan üşümüş çıplak ayaklarını lastiğin içine sokuyor. Bir baba ancak bu kadar fedakârlık yapabiliyor.                        “Dünyada her şeyin bir tartısı vardır. Sevginin tartısı da fedakârlıktır. Fedakârlık yapmayanın sevgisi de palavradır.”

 

   ORTAOKUL

Abdurrahim ilkokulu bitiriyor fakat içindeki okuma azmi sönmüyor, ortaokulu da okumak istiyor. Lakin Bolvadin’e daha ortaokul açılmamış. Bazı varlıklı ailelerin çocukları Afyon’a gidebiliyor. Abdurrahim, Afyon’daki Çocuk Esirgeme Yurdu’na, babası olmayan çocukların imtihanla alındığını duyar. Bu imtihana girer ve kazanınca ortaokula kaydını yaptırır. Burada iki sene okuduktan sonra Bolvadin’e ortaokul açılınca kaydını buraya aldırır ve iftiharla okulunu bitirir.

Ağaca ve yeşile çok merakı vardır. Türkiye’de sadece dört büyük şehirde olan ziraat okuluna gitmek ister. Ortaokulu bitiren beş arkadaş, imtihana girmek için Eskişehir’e giderler. Oradan da Bursa’ya gidecekler. Eskişehir’e gittiklerinde, Bursa otobüsünün gittiğini görürler. Eskişehir’den Bursa’ya günde sadece bir sefer yapılıyormuş. O günü Eskişehir’de geçirdikten sonra, ertesi gün Bursa’ya giderler. Eskişehir’den İstanbul’a giden karayolu yokmuş. Ancak trenle gidilebiliyormuş. Bursa’da imtihanı kazanır ve kaydını yaptırır. Ortaokulda okurken yaz tatillerinde belediyede çalışır. “odacı” kadrosu için bunu almak isterler fakat bu, okuyacağı için kabul etmez. Belediye Başkanı Hasan Türkmen, bütçeden yıllık 50 lira ödenek ayırttırır. Bununla ve ailesinin katkısıyla okulu bitirir.

 

   HORAN PARKI

Okulu bitirdikten sonra hemen tayinini Emirdağ’ına yaparlar. Burada görev yaparken askere gider, yedek subay olarak askerliğini bitirir.

Yıl 1954…Belediye başkanı Kitapçı Süleyman Kabadayı… Afyon Teknik Ziraat Müdürü Bolvadinli Alaattin Gümüş bunu çağırtır. Belediye başkanı Kabadayı ile bir proje hazırladıklarını belirtir. Halkın ve bilhassa gençlerin ihtiyacı olan bir park yapacaklarını, sorumlu olarak da bunun gelmesini söyler. Abdurrahim, memleketine hizmet etmenin aşkıyla bu teklifi kabul eder. Bolvadin’e ziraat teknisyeni olarak tayinini ister, tayini hemen yapılır.

Parkın yapılacağı alan şehre 1 kilometre uzakta bir yerdir. Burada ‘Horansuyu’ denilen su kaynağı var. Yanında da üç tane söğüt ağacı… Diğer taraflar dümdüz arazi. Abdurrahim Gümüş hemen işe girişir. Burası, hem piknik alanı, hem de meyvelik olarak düzenlenir. Çam, elma, armut, zerdali fidanları dikilir. Orta yere bir havuz ve yakınına çay ocağı yapılır. Meyve fidanlarının etrafı tel örgüyle kapatılır. Horan suyu ile sulanan ağaçlar kısa zamanda meyve vermeye başlar.

Bolvadin’de ve çevresinde meyvecilik gelişmediği için, sadece zerdali ve üzüm bağı bahçeleri vardır. Sadece Çay’dan küçük “kurtlu elma” gelmektedir. Burada yetişen iyi cins elmalar halkın hoşuna gider. Belediyeye büyük kazanç sağlar. Halkın en büyük dinlenme ve mesire yeri olarak park, büyük hizmetler verir. Bugün için, çevrenin en gözde piknik alanı olarak hizmet vermektedir. Sebep olup emeği geçenler nur içinde yatsınlar.

 

   SULTANDAĞI

Ogün için Bolvadin’in Çay ve Sultandağı olmak üzere iki nahiyesi ve 48 köyü var. 1958 yılında Menderes döneminde Çay ve İshaklı (Sultandağı) ilçe yapıldı. Bolvadin’e bağlı 48 köyün 35’i bu ilçelere bağlandı. Bolvadin’in 13 köyü kaldı. Köyleri kendisinden ayrılan şehrin ekonomisi günden güne azaldı. Memleket, suyu çekilmiş değirmene döndü. Hâlâ daha, kan kaybetmeye devam ediyor.

Sultandağı ilçe olunca Ziraatçi Abdurrahim’in tayini Sultandağı’na çıkar. Bu tayin, orayı da imar etmesi için yapılır. Toprağı, suyu, meyve fidanları için çok müsaittir. Yaptığı incelemede Eğirdir ilçesinde ‘Starking’ ve ‘Golden’ isimli iki elma çeşidine rastlar. Bunlar hem iri, hem de kışa dayanıklı elma türleridir. Bu fidanları dikmek istediğinde kimse yanaşmaz. Birisiyle ortağına bir tarla alıp buraya fidanları diker. Sultandağı’nda ilk defa da pompa ile çıkarılan yer altı suyunu, Bolvadinli Sucu Kadir Erşen’e çıkarttırır. İki sene içinde meyve alınmaya başlayınca, Sultandağı’nda meyvecilik bu şekilde gelişiyor. Daha sonra ismini kendi verdiği ‘Napolyon’ kirazını yetiştiriyor. Bence, Sultandağı’nın ortasına Abdurrahim Gümüş’ün heykelinin dikilmesi lazım.

 

   MUTLU SON…

Ziraatçi Abdurrahim dayım olur. İmanlı, ihlaslı, hayâ sahibi bir kişi idi. Son olarak uzun yıllar Akşehir Öğretmen Lisesi’nde tarım öğretmeni olarak görev yaptı. Bana, Bolvadin’e gömülmek istediğini söylemişti. Ölmeden önce gördüğü rüya, Akşehir’e gömülmesine vesile oldu.

29 Mart 2008 tarihinde, yetmiş dokuz yaşında iken vefat ettiğinde, Nasrettin Hoca Türbesinin hemen yanındaki boş bir yere defnettik. Diktiği ağaçlar inşallah şefaatçi olur. Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…          N.Sait EKİCİ