Bolvadin'in Temel Taşları

 

HIRKALININ AHMET – (AHMET ESKİCİ)

 

Hırkalının Ahmet, 1921’de Bolvadin’de çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Babasının adı Abdurrahman’dır. Bir ablası ve Bilal, Celal ve Raşit adlarında üç erkek kardeşi daha vardır. Kundura imalatı ile başladığı mesleğini, müstâmel (ikinci el) ayakkabı tamir ve satışı ile devam ettirmiştir. Otobüs ve minibüsle yolcu taşıma işlerinin yanı sıra, kamyonla yük taşıma işleri de yapmıştır.

Ahmet Eskici, orta boyda, hafif esmer tenli, sol yanağının üzerinde siyah bir beni olan, merhametli fakat sinirli, sert mizaçlı, sert görünüşlü bir kişiydi. Maddi durumu iyi olduğunda; bunu eşle dostla, fakirle fukarayla paylaşmasını severdi. Onurlu insandı. Durumu zayıf olduğunda ise, bunu kimseye belli etmemeye çalışırdı. Yardımseverdi, ayakkabı alamayacak durumda olanlara ücretsiz verirdi. Şoförlüğü sırasında parası olmayanı ücretsiz götürür, ayrıca asker ve polisten ücret almazdı. Okumaya ve siyaset içerisinde olmayı severdi. Okuma ve yazması olmadığı halde her gün gazete alır, hanımına okutur, o da dinlerdi. Çocuklarına kavga etmemelerini, ederlerse bile küfür etmemelerini, Bolvadinlilerin ayrık otu gibi birbirleriyle akraba olduğunu belirtir, küfür ettiklerinde kendi akrabalarına etmiş olacaklarını söylerdi. Sigara alışkanlığı vardı. “Sigarayı nargile temizler, nargileyi de teneşir temizler.” der, her hafta pazar günleri mutlaka eskiden beri alışkanlık haline getirdiği nargilesini yakar ve keyifle içerdi. Tembellere kızardı, kendisi çalışmayı, üretmeyi çok severdi. Ölünceye kadar da çalıştı.

 

HİSAR MAHALLESİ

Bolvadin, Anadolu’nun en eski uygarlık merkezlerinden birisidir. Türklerden önce; Roma, Pers, Bizans dönemlerini yaşamış sosyal ve kültür şehri durumundadır.Zamanla, deprem ve savaşlar sonucunda halkın büyük bir bölümü dağılmıştır. Bolvadin; 1116 tarihinde, Bizanslılar’la yapılan savaşlar sonucunda Türkler’in eline geçmiş ve Emir Buga vali olmuştur. Bu bölgeye Türklerden; Yazır, Avşar, Karkın, Çepni boyları yerleşmişlerdir. 17. Yüzyılda Voyvodalar, 18. Yüzyılda ayânlar (şehrin ileri gelenleri) tarafından yönetilmiş. Bu dönemde; Emrullah Ağa, Hacı Mehmet Ağa, Tahir Ağa, Abdil Ağa tarafından idare edilmiş. Bolvadin’de 1854’de belediye teşkilatı kurulunca, şehremini (belediye başkanı) seçilmiştir. İlk şehremini ise; Bucak Mahallesi’nden “Çiloğlanlar”dan Recep Efendi olmuştur. İkinci şehremini ise Cılkzâde Hacı Hasan Ağa ( Gümüş) olmuştur.

Bizans döneminde, şimdiki Hisar Mahallesi’nin olduğu yere büyük bir kale yapılır. Bu kalenin üç kapısı bulunmaktadır. Kapıların birisi çarşıya, İkincisi Cirit Mahallesi’ne, üçüncüsü ise Kestemet Mahallesi’ne doğru açılmaktadır. Burası Türklerin eline geçtikten sonra, ilk mahalle kurulmuş ve adını kalelerin üzerlerindeki hisarlardan alan “Hisar Mahallesi” denmiştir. Buraya ilk mescit yapılmış ve buna da “Kutlu Mescit” adı verilmiştir. İşte, Hırkalının Ahmet bu mahallede dünyaya gelmiştir.

 

   OKULSUZ HAYAT

Ahmet Eskici’nin babası Abdurrahman Ağa bir daha evleniyor. Küçük Ahmet altı yaşında iken babası ayrı eve taşınıyor. Ahmet’e ve ablasına anaları bakmaya başlıyor. Çapaya gidiyor, temizliğe gidiyor, muhanete (nâmert) muhtaç olmamak için çalışıyor, çocuklarını büyütmeye başlıyor.  Başlarında baba olmayınca iki çocuğunu okula gönderemiyor. Küçük Ahmet’i, yedi yaşında iken o günün geçerli mesleklerinden olan kunduracı ustalığına, “Irza Usta” nın yanına çırak olarak veriyor. Sünnetini de bu usta yaptırıyor. Okumaya öğrenmeye meraklı olan Ahmet, ustasının yanında, bir hayatı boyunca lazım olacak olan, eski rakamları ve bunlarla hesap yapmayı öğreniyor. Daha sonra, kundura atölyesi olan Mahmut Kızıltoprak’ın yanına kalfa olarak giriyor. Burada on sekiz yaşına kadar çalışıyor. Askerlik vakti gelinceye kadar, kendi başına iş yapmaya karar veriyor ve ustasıyla helalleşip köylere ayakkabı tamiri yapmak için gitmeye başlıyor.

 

 ESKİCİLİK

Bolvadin’de “eskici” dendiği zaman, hemen akla, ayakkabının yırtığını-söküğünü tamir eden kişi gelir. Ahmet Ağa’nın dükkan açacak gücü yok. En iyisi köyleri dolaşıp, rızık aramak…Bu da öyle yapar. Atının sırtındaki heybesinin bir tarafına ayakkabı tamir aletlerini, diğer tarafına yiyeceği ekmeğini aşını koyar, yollara düşer. Ayrıca, kullanılmış ikinci el ayakkabıları da tamir edip bunları da satmaya götürür. Şehre gelip kundurasını, yemenisini, çarığını tamir ettiremeyen köylü, bu tür seyyar tamircileri dört gözle beklerdi. Karşılığında verecek parası yok. Ücret olarak, katı yoğurt, arpa, buğday, yerine göre para verir. Hırkalının Ahmet, akşamları köy odalarında yatarak, günlerce köyleri dolaşıp rızkını arar. “Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım.”

 

    ASKERLİK DÖNÜŞÜ

   Askerliğini iki yıl olarak yapmak için Çanakkale’ye giden Ahmet Eskici, İkinci Dünya Savaşı devam ettiği, Türkiye’nin de savaşa girme ihtimali belirdiği için dört yıl olarak yapıyor. Vatan görevini yerine getirdikten sonra Zafer Caddesi’nde bir dükkan açıyor. Burada; yemeni, mest, kundura imalatına başlıyor. Eline ekmeğini tam olarak aldıktan sonra sıra dünya evine girmeye gelmiştir. Mutlu evliliğinden biri kız, dördü oğlan beş evladı dünyaya geliyor. Abdil ve Mehmet şoförlükten emekliler. Ali memurluktan emekli, Seydi ise Alkaloid Fabrikası’ında çalışıyor. Hırkalının Ahmet, kunduracılık işini kırk yaşına kadar devam ettiriyor. Bolvadin’in köyleri azalınca, ve hazır fabrikasyon ayakkabı çıkınca, işlerin azalması sonucu bu mesleği bırakıyor.

Bolvadin’e ilk olarak otobüsü Gani ve Latif Boyacı’nın getirdiği söylenir. O zamanın otobüslerinin kasaları ahşaptan olup, en fazla 18 kişiliktir. Ablasının kocası eniştesi olan Afili Kadir (Bozdemir), ilçenin ilk şoförlerinden olup, direksiyonunun kuvvetliliği ve kişiliği bakımından iyi bir insan olarak bilinir. Afili Kadir ve Hırkalının Ahmet, ortağına bir otobüs almaya karar verirler. Ahmet Ağa, kunduracı dükkanındaki bütün malzemelerini, ileride lazım olur, düşüncesiyle bir başkasına devretmez ve evinin bir köşesine bırakır. İkinci el otobüs satın alırlar. Yalnız bir sorun vardır. Ahmet Ağa, şoförlük bilmemektedir. Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz. Şoför Efedölünün Hayri’den (Şenefe) şoförlük dersleri alır ve ehliyetini de aldıktan sonra uzun yıllar kalkamayacağı şoförlük koltuğuna oturur. Akşehir, Emirdağ, Çay, Afyon seferleri yaparlar. Zamanla otobüslerini yenilerler. Bazı ilçelere sadece oranın pazarı olduğu gün giderler. Pazara mal satmaya giden yolcunun eşyası çok olduğu için bazen otobüsün üzeri eşyaları almamaktadır. Yeni bir sadece kasasız otobüs alırlar. Akşehir’de, yarısı otobüs, diğer yarısı kamyon olacak şekilde kasa yaptırırlar. Bu şekilde pazarcıları taşımaya başlarlar. Bolvadin’e geri dönüş yapmadan; Emirdağ, Sivrihisar, Polatlı, Mihallıççık pazarlarını bir hafta dolaşırlar. On iki sene eniştesi ile birlikte çalışırlar. Çocukların büyümesiyle birlikte ayrılırlar.  Lebibin Ekrem de (Kantar), aynı şekilde ölesiye kadar şoförlük yaptı. Rahmetlik Ekrem Ağa Polatlı pazarına giderken, yolda arabası alev alıyor ve sebzecilerin ve tuhafiyecilerin malları araba ile birlikte kül oluyor.

Hırkalının Ahmet, bir süre sonra otobüsü satar ve kamyon alır. Bununla genellikle İzmir’e arpa taşır. Yaş ilerleyip, uzun yolculuk ağır gelmeye başlayınca kamyonu satar ve yerine minibüs alır. O zamanlar Bolvadinli alış-veriş için Afyon’dan daha fazla Akşehir’e gider gelirdi. Minibüsüyle Akşehir’e seferler yapmaya başlar. Dört yıl minibüsçülük yaptıktan sonra emekli olur ve şoförlüğü bırakır.

 

AYAKKABI TAMİRCİLİĞİ

Hırkalının Ahmet çalışkan bir insandır. Emekli de olsa boş durmak istemez ve Alaca Camisinin yanındaki evinin önüne bir dükkan açar. Bir gün lazım olur, düşüncesiyle evinin bir köşesine koyduğu ayakkabı imalatı ve tamir aletlerini çıkarır ve burada çalışmaya başlar. Genellikle müstâmel (ikinci el) ayakkabı satışı yapar. İki ayda bir İstanbul’a gider ve oradaki ayakkabı pazarından eski ayakkabıları getirir. Yırtığını-söküğünü diker, gerekirse tabanına pençe yapar. Bu ayakkabıları dükkanının önünde sergi açarak teşhir eder. Genellikle de Emirdağ pazarını hiç bırakmaz. Rızık için devamlı çalışır.

 

HARÇLIKSIZ GENÇLİK

Savaşlardan çıkmış, yeni gelişmekte olan, ekonomik açıdan zayıf bir Türkiye…Milletin çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlamaya çalışıyor. “tuzukuru” diye tabir ettiğimiz varlıklı insan çok az…Ailelerde gelir yetersiz fakat çocuk çok…Bilhassa yeni yetişen delikanlının harçlığa ihtiyacı var. Babalarından yeterli harçlık alamayan gençler, mahalle köşelerinde birikip muhabbet ediyorlar. Babada yok ki çocuğuna versin. Kış günü, delikanlının cebinde kahvehaneye oturup çay içecek parası dahi yok. Çay parası olan da, sabahtan akşama kadar kahveye oturup bir bardak çay içiyor, iki testi de su içiyor. Hiçbir eğlence yeri yok, sadece sinema var, sinema afişlerine bakıyor film izlemeye gidecek cebi tamtakır…

İşte bu şartlarda bazı delikanlılar, harçlık için aile içerisinde gayrimeşru yollara başvuruyorlardı. Adamın babası çiftçi ise, evlerinde kışın kullanılmak için ambara konulan arpadan, buğdaydan, haşgeşten usulca belli etmeden alıp satarak harçlığını çıkarırdı. Babasının koyunu kuzusu olan çocuk bir miktar yapağıyı koltuğunun altına saklayarak götürür satardı. Pek çok esnaf da, çocuğa bunu nereden aldığını sormazdı. Esnaf çocuğu ise, kasadan bir miktar para yürütürdü. Şoför çocuğu olup muavinlik yapıyor ise gene aynısını yapardı. Buna, şoför kültüründe “makas atma” denirdi. Hiçbir şeyleri olmayan çocuk dahi, kümesteki dört tavuğun yumurtasını usulca alarak bakkala götürür satardı. Ana-baba da bunları bildikleri halde pek seslerini çıkartmazlardı.

Köylerden-kentlerden anayola çıkan köylüler geçecek bir araç beklerler, minibüs, otobüs, kamyon, ne denk gelirse binerlerdi. Kamyon şoförleri bu tür yolculara “ördek” derler, gördükleri yolcuyu alırlar, aldığı ücretle de o günkü çorba parasını çıkartırlardı. Otobüsler bu günkü kadar büyük olmayıp, bagaj kısımları otobüsün üzerinde olurdu. Otobüste mutlaka muavin bulunur. Otobüsün arka kısmında iki testi su daima hazır bulundurulurdu. Yolculuk sırasında muavin, önden başlayarak aynı bardakla testiden doldurduğu suyu yolculara ikram ederdi. Muavinler ayrıca, yolcu indirme-bindirmede ve eşyasını otobüsün veya minibüsün üzerine yüklemede yardımcı olurlardı. Ayrıca, otobüs hareket ettikten sonra “ Pamuk eller cebe!” diyerek ön kısımdan başlar, taşıma ücretini toplarlardı. Bazı muavinler de, topladığı ücretlerin içinden, şoföre belli etmeden bir miktar para yürütürlerdi.

 

   MAKAS ATMAK

Yıl 1972…Hırkalının Ahmet’in otobüsüyle yolcu taşıdığı yıllar…Henüz delikanlılık çağında olan oğulları Abdil ve Mehmet de şoförlüğü öğrenmişler, otobüs kullanmasını biliyorlar. Günlerden salı, Emirdağ pazarının olduğu gün…Hırkalı’nın Ahmet çınarın altına arabasını çeker, Kemerkaya’ya Emirdağ’ına gitmek isteyen yolcuları beklemeye başlar. Muavini de henüz delikanlılık çağında olan oğlu Mehmet’dir. Mehmet: “Kemerkaya’ya Emirdağ’ına!…” diye bağırmaya başlar. Pazara gidecek olan yolcular bindikten sonra araba hareket eder, yolculuk sırasında bazı yolcular iner, bazıları biner. Emirdağ’ına varınca topladığı paraları babasına verir. Lakin, gençliğin verdiği heyacanla toplanan paranın bir miktarına makas atar. Babası her şeyin farkındadır fakat bir şey demez. Bu birkaç kere tekrar edince babası: “Bugün Kemerkaya’ya arabayı sen götür.” der kendisi muavinlik yapar. Mehmet, otobüs sürmenin sevinciyle direksiyona geçer. Bu, birkaç gün böyle devam eder. Mehmet artık toplanan paraya makas atamadığı için bu durum pek hoşuna gitmemeye başlar. Babasına; otobüsü süremeyeceğini, muavinlik yapmak istediğini söyleyince: “Oğlum, sana harçlığını yeterli veriyorum, senin ortakçılığından çok zarar ettim.” deyince Mehmet’in yüzü kızarır ve artık böyle bir harekette bulunmaz. Dürüst olmaktan korkma! Kaybedeceğin, en fazla yanlış insanlar olur.

 

   YÜKLÜKTEKİ TELEVİZYON

   Eski adamlar, bu günkü yaşayan kişilere göre daha sert ve otoriterdi. Devamlı azarlarlar, yüzleri gülmez, kendisinden küçüklerle sohbet etmezler, torunlarını kucaklarına alıp sevmezlerdi. Her çocuk, evdeki dededen veya babadan çok korkardı. Kültürümüz mü öyleydi veya hayat şartları mı onları bu hâle getirdi bilemiyorum.

Televizyonun yayınının ilk başladığı yıllarda, siyah-beyaz televizyonlar çok pahalı olduğundan herkes alamıyordu. Mahallede iki-üç evde televizyon varsa akşamları yayın başladığında o kişilerin evleri komşuları tarafından dolup taşardı. Hırkalının Ahmet’in evde televizyon yok. Bazen komşulara gidip televizyon izliyorlar. İstasyon Caddesi üzerindeki beyaz eşya satan dükkanın vitrininde bir televizyon var. Akşam olup yayın başlayınca televizyon açılıyor ve pek çok kişi vitrinin önüne toplanıp televizyon izliyor. Ahmet Eskici’nin en küçük oğlu da akşamları gidip burada televizyon izliyor. Bir gün televizyon izlerken vitrin camının yanına uyuyup kalıyor. Evlerine gitmekte olan ağabeysi Mehmet bunu görünce çok üzülüyor ve çocuğu kucaklayıp evlerine götürüyor. Mehmet, bu olaydan çok etkileniyor ve ertesi gün taksitle televizyon alıp evlerine getiriyor. Emirdağ’ına pazarda olan babasını kızacağını bildiği için, önü perde çekili yüklüğün içerisine televizyonu kurduruyor. Hepsi de babalarından korkularına televizyon aldıklarını söyleyemiyorlar. Babası eve gelip bunları utlu utlu görünce ne suç işlediklerini sorar. Bunlar korkarak yüklüğün perdesini açıp televizyonu gösterince: “Bu kafir, şeytan icadını benim evime ne getirdin? Ahmet, senin de babıcın dama atıldı!” diyerek kahirlenir, kızar ve herkese küser. İçeride bir ölüm sessizliği olur. Kaça aldıklarını sorar. Fiyatını öğrenince: “Len oğlum! Ben bu parayala kamyon alırdım!” der. İki gün sonra bayramdır. Ahmet Ağa oğluna elini vermez. Mehmet, kamyonuyla şehirler arası çalışmaktadır.: “Elini vermezsen yola gitmeyeceğim.” der. Babası biraz yumuşamıştır, elini öptürür. Mehmet bir hafta sonra yoldan geldiğinde, babasının evin köşesindeki mindere yerleşip “Köle İsaura” dizisini seyrettiğini görünce çok rahatlar.

 

YALAN DÜNYA

   Ecel kapıyı çalınca neylesin ilaç doktor; / Bu üç günlük dünya, yaşamaya geldik güya. / Dördüncü gün anlıyorsun hepsi yalan hepsi rüya. / Kim var, var mı kalan; gidiyor vakti dolan. / Yer altında toprak oldu, yeryüzünde sultan olan.

Yetmiş altı yaşına kadar çalışan Hırkalının Ahmet, 3 Mayıs 1997 Cumartesi günü bu yalan dünyaya veda eder. Allah gani gani rahmet eylesin…Ruhuna Fatiha…          N.Sait EKİCİ