Bolvadin'in Temel Taşları

 

 SİNTAFIN ŞERÂFET  (ŞERÂFET SEVİM)

Şerâfet Sevim 1911’de Bolvadin’in Kaymas Mahallesi’nde dünyaya geliyor. “Sintaflar” diye bilinirler. Hayvancılık ve ticaretle uğraşan babasının adı Ahmet’tir. On iki yaşında iken babasını kaybetmiştir. İbrahim, Mustafa ve Şerife adlarında üç kardeşi daha vardır. Bakkallık ve manifaturacılık işleri yapmıştır.

   Sintafın Şerafet; orta boyda, yavaş konuşan ve hareketleri biraz yavaş olan birisiydi. Yerinde ve zamanında konuşur, konuştuğunu çevresine dinlettirirdi. Sakin, ağırbaşlı, sözü dinlenen fikir sahibi bir insandı. Siyaset yapmayı sever ve yöneticilik işlerinde bulunmuştur. Kültürlü bir aileden gelmektedir. Dedesi müderris olup, diğer akrabaları da ilim sahibi kişilerdir. 1980’de hac vazifesini yerine getirmiştir.

ÇOCUKLUK YILLARI

Kaymas İlkokulu’nu bitirdikten sonra, babası olmadığı için amcaları tarafından bir kunduracıya çırak olarak verilir. İki yıl kunduracıda çalışır.  Küçük Şerafet’in gözü ticarettedir. Bu yüzden kunduracılığı bırakır ve İstasyon Caddesi’nde bir bakkal dükkanı devralır. Burada da çok fazla iş olmamaktadır. Bir sene sonra burasını bir başka kişiye devreder. O gün için sabah kahvaltısında ve diğer zamanlarda çay içme âdeti olmadığı için, devraldığı yarım kilo çay, satılmadığından dolayı onu da devreder. Askerlik vaktine kadar amcalarının yanında çalışır. Askere gitmeden önce evlendirilir. Evliliğinden Tuncay (eczacı), Kadri (emekli öğretmen) ve Meşkûre ve Mefkûre adlarını verdiği iki kızı olur.

MANİFATURACILIK

Cumhuriyet kurulduktan sonra, bilhassa halkın büyük ihtiyacı olan; kumaş, bez, basma fabrikaları kurulmuştur.1925 yılında Adana Dokuma Fabrikası’ndan sonra Sümerbank Dokuma ve Bez Fabrikalarının kurulması topluma giyecek konusunda rahatlatmıştır. Fakir halk, giyecek bir şeyler bulamamaktadır. Yama üstüne yama yapmaktadır. Fabrika unlarının çuvallarını bozarak üstlerine giysi yapmışlardır. Bu durumu gören un fabrikası sahipleri de, çuvalları desenli yapmaya başlamışlardır. Çok zaman paranla dahi kumaş, basma almak zorlaşmıştır.

Amcası Sintafın Mehmet’in Çarşı Camii karşısında manifaturacı dükkanı var. O gün için köylere ve pazarlara bakkal eşyaları satan çerçiler ve manifaturacılar gitmektedir. Doğru-dürüst yol yok… Dağlardan tepelerden aşacaksın. Amcaları, ağabeyi İbrahim’e ve Şerâfet’e araba ve güçlüsünden iki at alırlar. Bunlar evlerinin altındaki ahırlarına bunları bağlarlar. Devamlı arpa ve kuru üzümle beslerler. Arabalarının üzerine yükledikleri manifatura eşyalarını, köylere ve nahiye pazarlarında satmak için götürürler. Gittikleri yerlerden bir ay sonra Bolvadin’e geri dönerler. Askerden sonra tekrar aynı işine devam eder. Bir süre sonra, kardeşleri anlaşarak iş ortaklığından ayrılırlar. Araba ve atlar kardeşlerine düşer. Bu sürede işsiz kalır. Denizli Aydın taraflarına gidip; zeytin, yemiş, sabun, yağ getirip satmayı düşünür.

   İYİLİĞİN KARŞILIĞI

Emirdağ pazarına gittiklerinde gece handa kalırlar, köylerde ise odalarda kalıyorlar. Emirdağ pazarı bitmiş ve bunlar hana gelip atlarını bağlıyor ve istirahata çekiliyorlar. Odalarında, Denizli’den basma satmak için gelen bir kişi daha var. Bu kişi, oranın pek iyi tanınmayan, her türlü kötülüğü yapabilecek kişilerle içki içmiş ve hana sarhoş gelmiştir. Bu duruma Şerâfet Ağa’nın çok canı sıkılır. Buna güzelce nasihat eder ve diğer pazarlarda yalnız bırakmaz ve büyük iyilik yapar.

Şerâfet Ağa, manifaturacılığı bıraktıktan sonra, yemiş, zeytin, yağ alıp gelmek ve bunun ticaretine başlamak için Denizli’ye gider. Çarşıda gezerken, mesleğinden dolayı manifaturacı dükkanlarını gezer. Vitrinlere bakarken bir kumaş dikkatini çeker ve içeriye girip fiyatını sorar. Dükkan sahibi bunu tanır ve: “Sen Bolvadinli Şerâfet değil misin?” der. Şerafet Ağa da yıllar önce tanıştığı, nasihatta bulunduğu bu kişiyi tanır. Karşılıklı sohbetten sonra adam gerekli ikramı yapar. Onun, zamanında yaptığı iyiliğe karşılık dükkanından istediği kadar mal verebileceğini söyler. Şerafet Amca, bu mesleği bıraktığını söylese de adam ısrar eder ve bir balya mal hazırlattırıp trenle Bolvadin’e gönderir. Bu gelen dokumaları bir başkasına hemen satar ve bunun kârıyla bir sene geçinir. 1939’lu yıllarda Emirdağ’ına dükkan açar, işleri çok iyi gider. Burada beş sene kalır. Bu arada bir dükkan alacak kadar para biriktirir. Gözü Bolvadin’dedir. Bolvadin’de İstasyon Caddesi’nde, kesme taştan, iki katlı, demir kapılı bir dükkan alır. Burada yetmiş yaşına kadar manifaturacılık yapar.

EŞKİYA BASKINI

Osmanlı’da ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında eşkiyalar var. Asker kaçakları, kanun kaçakları, haramiler çete oluşturur; dağlara çıkarlar. Bazen köylere baskın yapıp köylülerin koyununu-kuzusunu, karısını kızını dağa kaçırırlar. Devamlı yer değiştirdikleri için yakalanmaları da zordur. İtiraz edeni, karşı geleni hemen öldürürler. Devlete ve millete karşı her türlü suçu işlerler. Kısaca bunlar, anasının uçkurunu satmış kişilerdir. Çok zaman yoldan giden kervanların önünü keserler, ne var ne yok ellerinden alırlar.

Yıl 1938…Aylardan Eylül…Sintafın Şerafet kardeşleriyle birlikte iki atlı arabalarına kumaşları, basmaları, astarlıkları, diğer dokumaları yüklerler ve bir gün önceden, Çifteler pazarına gitmek için erkenden yola çıkarlar. Akşama doğru hana varıp atlarını bağlarlar, kumaşlarını odalarına çıkarırlar ve istirahata çekilirler.

Sabah güneş doğmadan kalkarlar ve pazar yerine varıp, götürdüğü malları sergilerler. Pazar, akşama kadar sürer. İyi alış-veriş yapmışlar ve mallarının yarıdan fazlasını satmışlardır. Yollarda her türlü tehlike olduğu için, bu şekilde pazara gidenler toplu olarak hareket etmektedirler. Paralarını sayıp demet ederler ve haramilerin yolda önlerini kesme ihtimaline karşı, basmaların içine paralarını saklarlar. Ertesi gün, birlikte gurup halinde Emirdağ’ındaki pazar için yola çıkarlar. Çifteler-Emirdağ arasında Bağlıca Köyü var. O köye yaklaştıklarında elleri silahlı eşkiyalar havaya ateş ederek önlerini keserler. Hepsini yüzükoyun yere yatırırlar. Çakal sürüsü kurdu pusuya düşürünce, kurt nasıl kurtulacağını değil, intikamını nasıl alacağını düşünür. Şerafet Ağa, gençliğin verdiği cesaretle, tabancasını çıkarıp karşı koymak için elini beline atar. Bunu gören çetenin başı olan kişi, buna doğru iki el ateş eder. Kurşunlar başını sıyırır geçer. Soyguncular, bunların basmaların içine sakladıkları paralarını, tabancalarını alırlar. Hatta kardeşi Mustafa’nın yeni aldığı ayakkabısını dahi alırlar.

Dünyada işlenen bazı suçlar gayretullah’a dokunur. Gayretullah demek: Büyük suçlar büyük mahkemelerde görülür. Allah, kâfirlerin, zâlimlerin cezasını ahirete bırakmıştır. Bazen dünyada yapılan haksızlıklar zulümler öyle bir duruma gelir ki, Allah ihmal etmez, cezasını bu dünyada da verir. Haramiler bu soygundan sonra, malları paylaşamazlar ve bazıları birbirini vurup öldürür. Bazılarını da jandarma yakalar ve idam edilirler. Cezalarını bulmuşlardır.

 VERESİYE

Allah, kendisine karşı işlenen hata ve günahları affettiği halde, kul hakkını bunun dışında tutmuştur. Ödünç alınan parayı iade etmemek, veresiye alınan malın karşılığını ödememek, hırsızlık, yalancı şahitlik, rüşvet almak, birisini haksız yere öldürmek veya sakat bırakmak, esnafın, dükkanının önüne halka ait olan kaldırıma eşya koyması, dedikodu yapmak, kul hakkına girer. Bu durumda olan kişilerin hak sahibi ile helalleşmeleri gerekir. Bu dünyada helalleşmeden ölürse, ahirette alacaklıya sevaplarını vererek helalleşecektir. Helalleşmek istediğimiz mal sahibi ölmüş ise, varislerine ödeme yapılır. Kul hakkı, müminin ayıbı ve kusurudur.

Yıl 1967…Şerafet Ağa’nın manifaturacı dükkanına bir adam gelir ve veresiye kumaş alacağını söyler. Adamın isteği yerine getirilir ve yirmi sekiz liralık mal verilir. Adam zamanında borcunu getirmez. Şerafet Amca, çocukları meslek sahibi olduğu ve kendisinin de yaşlandığı için 1980 yılında dükkanını kapatır. Yıl 1983…Bu veresiye verdiği tarihten on altı sene geçmiştir. Bir gün bir kadın gelir, borçları olduğunu söyleyip ödeme yapacağını söyler. Şerafet Ağa eski veresiye defterini açıp, 28 lira borçları olduğunu belirtir. Kadın, daha çok borçları olduğunu belirterek itiraz eder. Şerafet Ağa, yıllardır gerçekleşen enflasyon farkını dikkate almaz ve defterdeki yazılı olan yirmi sekiz lirayı alır. Adam, bundan kumaşları aldıktan sonra Almanya’ya gitmiştir. Orada zengin olur fakat ölür. Geceleri karısının rüyasına girip bunlara borcunu ödemesini, orada kendisinin rahat olmadığını belirtir. Kadın hemen Türkiye’ye gelir, borcunu öder ve helalleşirler.

DEMOKRAT PARTİ

Demokrasiye geçişten sonra, 1946 yılından önce Türkiye’de tek parti vardı. 1946’da Demokrat Parti kuruldu ve 1950’de tek başına iktidar oldu. Bolvadin’den Mehmet Aşkar milletvekili seçildi. Şerafet Sevim, parti kurucuları arasında olup, partiye en iyi hizmet edenler arasındadır. 1960 ihtilâlinde hükümet devrilince; Abdil Karagüven (Hacıgüccük) başkan, Şerafet Sevim başkan yardımcısı idi. 1958 yılında Adnan Menderes Bolvadin’e gelir. Coşkulu kalabalığı görünce: “Benden bir isteğiniz var mı?” der. Halktan bazıları hastane, okul, fabrika isteyeceği yerde: “Ağır ceza mahkemesi istiyoruz!” derler. Menderes şaşırır ve hemen mahkemeyi verdirir.

Mehmet Aşkar, Abdil Karagüven, Cafer Ata, Hilmi Kantarcı, Hancı İbrahim Özsoy, Sadettin Tabak, Mümtaz Hıdıroğlu partinin ileri gelenleri idi. Bunlar Şerafet Ağa’nın taş mağazada toplanır, şehirlerinin kalkınması için fikirler ileri sürer, bunları uygulamaya geçirirlerdi. Lise, sadece Afyon’da vardı. Bolvadin’e lise kadrosunun alımında büyük gayretleri olmuştur. Ayrıca dışarıdan gelecek öğrenciler için pansiyon (Şimdiki Gazi İlköğretim Okulu’nun olduğu yer) yaptırmışlar. Masrafın yarısı devletten, yarısı kendi ceplerinden ve halktan karşılanmıştır. 1958’de lise ve pansiyonu hizmete girmiş, açılışını da Menderes yapmıştır.

ŞALVAR DAVASI

Bolvadinliler; millî ve manevi değerlere çok önem veren bir topluluktur. Vatanını bayrağını çok seven, dîni vecibelerini gerektiği şekilde uygulamaya çalışan bir zümredir. Dışarıdan gelen azınlıklar Bolvadin’de barınamamışlardır. Yüzyıllardır aynı sülaleler, birbirinden kız alır, kız verirler. Herkes birbiriyle bulaşık suyu kadar da olsa akrabadır. Aynı zamanda; yardımsever, sabırlı, kanunlardan korkan ve hükümlerine uyan insanlardır. Yalnız, bir damarları vardır ki, ona basmamak gerekir. Şeref, namus ve haysiyetlerinin oynanmasını, maneviyatlarına söz edilmesini kesinlikle kabul etmezler. Böyle bir durumda hep birlik olup, volkan gibi patlarlar.

Cumhuriyet döneminde yaşanan darbe ve darbe kalkışmaları, bu aziz milleti hep geriye götürmüştür. Demokrasiden yana olan toplum, bu ihtilâlleri hiç sevmemiş ve devamlı eleştirmiştir. 27 Mayıs 1960 tarihinde bir darbe olmuş ve yönetim askeriyeye geçmiştir. İktidarı destekleyen Bolvadinli milletvekili ve siyasiler de, gözaltına alınıp tutuklanmışlardır. Bazı işgüzar, acemi yöneticiler de, üst makamlara yaranmak için halka baskı uygulayarak, toplumun tepkisini çekmişlerdir. İşte, bunlardan birisi de, Bolvadin’e yeni atanan Vekil Kaymakam Yaşar MERMUT’tur. Tarihe, “Şalvar Davası” olarak geçen olayın kahramanı olmuştur.

GİYİM-KUŞAM ÖZGÜRLÜĞÜ

Bazı yaptırımlar, fakir halka külfet getireceği gibi, inanç özgürlüklerini de kısıtlamaya yöneliktir. İhtilâlin, ülke üzerindeki yaptırımlarından yararlanmak isteyen kaymakam; halkın yaşam ve giyim-kuşam tarzına müdahale eder. Her evde en az bir sağılır inek var. Evlerde su olmadığı için halk hayvanlarını çeşmeye götürüp suluyor ve evine getiriyor. Yollara hayvanlar pisliyor, diye bu yasaklanıyor. Tek katlı toprak evler…Bu evlerde odanın birinde baca var, diğerinde yok…Adam tutmuş, sobasının borusunu pencerenin camından veya duvardan dışarıya çıkarmış. Bu da yasak… Halk, bu kurallara uymaya çalışmış lakin iş bununla bitmemiş. Bolvadinli çarşaf bilmez. Çevre ilçelerde giyenler belki var. Bolvadinli rahat ve tesettüre uygun olsun diye, şalvar giyer, atkı, çar örtünür. Yasaklama sırası ise bunlara gelmiş. “Herkes şalvar yerine etek giyecek, atkı yerine yünlü örtü örtünecek!” denir. Şalvarlı, atkılı şekilde sokağa çıkmak yasaklanır. Fakir halk, nerden bulsun eteği de giysin!…G.tüne giyeceği donu zor buluyor!

Tarih: 20 Nisan 1961 Perşembe…Kaymakamlık tarafından görevlendirilen kişiler, sokağa şalvarla çıkan kadınların şalvarlarını makasla kesmeye başlarlar. İşte bu olay, bardağı taşıran son damla olur. O ana kadar sabreden halk patlar ve kadın-erkek, bu olayı protesto etmek için hükümet binası önünde toplanır. “Şalvarımıza dokunma!” derler. “Soba borularını nereye sokalım? G.tümüze mi sokcaz!” derler. “Hayvanların g.tüne bez mi tutalım!” derler. Hızını alamayan bazı kişiler de, hükümetin yukarı katında bulunan kaymakamın yanına çıkmaya çalışırlar; jandarma müdahale eder. Bu arada kaymakam, can korkusuyla Afyon Valiliğini arayıp yardım ister. Sağduyu sahibi halk, demokratik hakkı olan protestosunu yapıp dağılmıştır. Bir müddet sonra Afyon’dan askeri birlikler gelip, hükümet binasının etrafını sararlar.

  ADALET

Ertesi gün çıkan gazeteler, olayı çok önemli bir gericilik hareketi olarak gösterirler. Bu olay ülkede bomba etkisi yapar. Bazı gazeteler konuyu irticaya vardırıp, olayları büyütürler. Yazar Çetin ALTAN gazetesinde Bolvadinliler’e “Yobaz!” yaftalaması yapar. Kaymakamın tayini başka şehre yapılarak bir üst göreve getirilir. Kaymakam, daha sonra Danıştay Başsavcılığına kadar yükselir.

İş bununla bitmez. Olaylarla hiçbir ilişkisi olmayan; memleketin ileri görüşlü bürokratları, saygıdeğer esnafları, olaylara öncülük ettikleri iddiasıyla, karşı siyasetçilerin şikayetiyle tutuklanırlar. Adalet olması gereken yerde, adaletsizlik yaşanır. Bu tutuklanan kişiler, olaylarla ilgisi olmadığı anlaşıldıktan sonra tahliye edilirler. Uzun süre içeride kalmaları yanlarına kâr kalır. “Adalet nedir?; diye sorarlarsa, Hz. Ömer öldü, deyin!..”

SON NEFES

17 Eylül 1993 Cuma…Şerafet Sevim seksen iki yaşındadır ve bir sıkıntısı yoktur. Evde otururken rahatsızlık hisseder ve İğneci Hasan Taytak’ı çağırırlar. Serum takılır ve sohbet ederlerken ruhunu teslim eder. Allah gani gani rahmet eylesin…Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ