Bolvadin'in Temel Taşları

 

TERZİ MODA  (RAMAZAN TUNÇAY)

Terzi Moda…Demirci Ahmet’in oğlu Ramazan…1924’de Bolvadin’de dünyaya geldi. Tüccar terzilik, müteahhit terzilik,  hamam işletmeciliği yaptı. Müteşebbis (girişimci) ruhludur. Azimli, atılgan, sert mizaçlı, disiplinli, ticaret yapmayı seven bir kişidir. Bolvadin’in temel taşlarındandır. Herkes “Terzi Moda” olarak bilir. Zamanında, Bolvadin siyasetine yön veren kişiler arasına katılmıştır. Adalet Partisi’nin ve Anavatan Partisi’nin Bolvadin’deki kurucuları arasında yer almıştır. Dört kızı, bir oğlu vardır. Oğlu Mehmet, babasının mesleğinin yanı sıra, konfeksiyon işleri de yapmaktadır.

   KELLE  ÜTÜLEME

Eski Bolvadin yaşantısında, koyunun yeri fazlaydı. Çiftlik-çubuk sahiplerinin sayısız sürü halinde koyunları vardı. Kasaplarda da genellikle koyun-keçi eti satılırdı. Koyun ve keçiler, şimdikilere göre daha iri ve yağlı idi. Koyunun hiçbir yeri ziyan edilmezdi. Bilhassa kellesi ve ayakları çok tüketilirdi. Araba yapan, soba tamiri yapan, pulluk, saban tamiri yapan demirci esnafı da çoktu. Bu demircilerin ikinci işi ise, kelle-ayak ütülemekti. Demirciler; kelleyi körükle çalışan, odun kömürü yakan ocaklarında ütülerler, üstlerinin kıllarını temizlerler ve sahibine verirlerdi. Bu kelle yıkandıktan sonra hemen tencereye konur ve mahalle veya çarşı fırınına verilirdi. Evde bayatlayan ev ekmeği bir kaba doğrandıktan sonra, üzerine bu kellenin sıcak yağlı suyu dökülürdü. Onun üzerine ise, kelle ve ayak etleri doğranır, son olarak sarımsaklı yoğurt üzerine döküldükten sonra tahta kaşıkla afiyetle yenirdi. İnsana enerji ve vitamin verirdi.

Ramazan Amca’nın babası da, Hafız Ali Osman Karaer’in yağcı dükkanının yanındaki küçük bir dükkanda demircilik yapıyordu. Demirle ilgili tamir işlerinin yanı sıra, kelle de ütüleyen günazıklı bir kişiydi.

KELOĞLAN

Demirci Ahmet’in iki oğlu vardı. Nuri ve Ramazan…Nuri iki yaşında, Ramazan da dört yaşındayken anneleri vefat ediyor. Babaları bir süre sonra tekrar evleniyor. Bu iki çocuğu,  hamamda natırlık eden ve dedesi olan Natır Mehmet Kırık yanına alıp büyütüyor. Okul zamanı gelince bunları okula göndermek istiyor fakat Ramazan’ın kafası kel olduğu için okula almıyorlar. Arkadaşı Fevzi Köksoy’un da (Kel Fevzi) kafası kel olduğu halde, onun babası belediye başkanı olduğu için okula alıyorlar.

Dedesi, okula gidemeyen küçük Ramazan’ı, Terzi Mustafa Karakaş’ın (Çatıkkaş) yanına çırak olarak veriyor. Ramazan on yaşında…Mevsim ilkbahar…Kurban bayramı yaklaşıyor. Ramazan, bayrama ayakkabı alması için babasına gidiyor. Babasının ikinci hanımından yedi çocuğu oluyor. Adamın başını külfet basmış…Babasına, ayakkabısının olmadığını, ayakkabı almasını söylüyor. Babası çaresizlik içinde “Oğlum, alacak gücüm yok! Bak, padişahın develeri bile yalınayak geziyor. Bayrama böyle çıkıver!” diyor. Sonra dedesine gidiyor, o da ayakkabı alıveriyor. O zamanlar bilhassa yaz günü, çok çocuk sokakta yalınayak gezerdi. Terzi Çatıkkaş’ın anası da buna sahip çıkıyor. Varsın olmasın hayatta her istediğimiz. Olana “Elhamdülillah”, olmayana da “Eyvallah” demesini bilmeliyiz.

 ASKERLİK

Askerlik vaktine kadar Çatıkkaş’ın yanında terziliğin özelliklerini öğreniyor. Askerliğini yapmak üzere Balıkesir’e gidiyor. Askerde, komutanın emir eri oluyor. Aynı zamanda terzihanede çalışıyor. Komutanların hanımlarının elbiselerini diktirmek için şehirdeki bayan terzisine gidip geliyor. Oradaki terzi dükkanının adı “Moda Kadın-Erkek Terzisi” imiş. Askerlik bitince bu terzinin yanına çalışmaya başlıyor. Burada kadın-erkek elbiseleri dikiminde kendini geliştiriyor. Memlekete gelse, dükkan açacak parası yok. Belli bir süre orada çalıştıktan sonra, arkadaşı ve komşusu olan Çolağın Hasan Hüseyin buna bir mektup yazıyor. Mektupta, Bolvadin’e gelip dükkan açmasını, gereken yardımı yapacağını söylüyor. Terzi Ramazan, bu teklif üzerine Bolvadin’e geliyor ve Palas Oteli’nin altına dükkanını açıyor. “çolak makinesi” dediğimiz, ayakkabı dikiş makinesinden bozma bir makine, bir masa alıp işe başlıyor. Dükkanın adını da: “Moda Erkek-Bayan Terzisi” koyuyor.

O gün için Bolvadin’de bayan terzisi yok. Şimdiki gibi konfeksiyon elbise de satılmıyor. Memur-âmir hanımları buna elbise diktirmeye başlıyorlar. Kısa zamanda ünleniyor ve maddi yönden kendini toparlıyor. Hayatta her şey nasiptir. Bir bardak çay söylersin, nasibin varsa içersin.

MODA’NIN  HAMAM

   Hamamın Türk kültüründe büyük yeri vardır. Bolvadin’de halk, genellikle hamama “ıscak” derdi. Şartların zor olduğu dönemlerde, evlerde yüklüğün altında “gusulhane” denilen yıkanma yerleri vardı. İslimde, güğümle su ısıtılıp banyo yapılmaya çalışılırdı. İmkanı olmayan bazıları ise, ahırın bir köşesini çevirip orada banyo yaparlardı. Halk, iyice yıkanmak için mutlaka hamama giderdi. Hamamdan çıkan bayanlar, gördükleri yerde bir büyüğünün elini mutlaka öperlerdi.

Selçuklular döneminde, Şazi Mahallesi Hamamı, Hacımahmut Camisi’nin önündeki boşlukta imiş. Hisar Mahallesi Hamamı, Ölügızılar’ın dükkanın olduğu yerde imiş. Kestemet Mahallesi Hamamı da Tahtalı Camisi karşısında imiş.

Büyük Hamamın olduğu yerde, Çoğuluzâde Müftü Osman Hulûsi Efendi’nin medresesi varmış. 1924’de kapanmış. Uzun süre depo olarak kullanılmış. 1940’da yıkıldıktan sonra boş arazi olarak kaldı. Bolvadin Belediyesi, 1962’de buraya bir hamam yaptırdı. Kadınlar ve erkekler hamamı ayrıydı. Duvarında da “Büyük Hamam” yazılıydı. Yapılan ihale sonucunda üç yıllığına, Terzi Ramazan Tunçay burayı tuttu. Hamamın külhanını Salim Akay kızdırırdı. Müdürlüğünü ise Veliefendinin Sabri yapardı. Herkes bu hamama kendi ismiyle hitap etmez, “Moda’nın Hamam” derdi. Bolvadin’e iki hamam yetmiyordu. Bu hamamın açılması halkı rahatlattı. Burayı daha sonra, Manav Ramazan Durgut ve Hakkı-Ramazan Karyağdı işletti.

   KESE

Terzi Moda, esnaflığı iyi bilen çalışkan bir kişiydi. Hamamı en iyi şekilde işletti. Hizmette kusur etmedi. Bir gün bir yabancı hamam gelir. Kese yapınmak ister. O an için de, keseci yoktur. Müşteriyi memnun etmek için Ramazan Amca soyunur, dökünür, keseyi eline geçirip adamı keselemeye başlar. Adam şuram oldu, buram olmadı, deyip mahrem yerlerini de keselemesini isteyince, bunun takkası atar: “Beyefendi, ben buranın patronuyum, fazla ileri gidiyorsun!” der ve keselemeyi bırakır.

   İMARET  HAMAMI

İmaret Camii, külliyesiyle birlikte 1481’de yapılmıştır. Zamanla yolun ve çevresinin yükselmesi sonucu hamam, yüzeyden daha çukurda kaldı. Natır Nebi Kırık işletirdi. En son işletmecisi Kadir Umutlu idi. Hamama; camiye bakan kapısından giren kişi, önce Hamamcı Kadir Amca’yı görürdü. Rahmetlik Kadir Amca; orta boylu, zayıf, hoşsohbet bir kişi idi. Soyunma odasının kapı kısmına gelen yere sandalyesini yana çevirir, ayağının birini altına alır otururdu. Elinde sigara, dalgın ve düşünceli bir şekilde dururdu. Öksürüğü hiç eksik olmazdı. Yıkanıp giden kişileri: “Şifâlar olsuun! Sağlık suları olsuun!” der, uğurlardı.

Hamam, kesme taştan yapılmış olup, mermerle kaplı idi. Hamama girildiğinde sağ tarafta, kalın kerpiç duvarlı soyunma odaları vardı. Hamamın soğukluk kısmına, dört-beş basamak merdivenle inilirdi. Soğukluk kısmında mermerden yapılmış fıskiyeli küçük havuz vardı. Buradan geçildikten sonra hamama girilirdi. Kubbe kısmında yuvarlak şekilde küçük ışıklıklar vardı. Kubbeden aşağıya uzun bir kablo ile sallandırılmış, sarı, kör bir lamba yanardı. 1973 yılında yıkılıp, yerine şimdiki beton bina yapıldı. Hamamın temellerinin hâlen toprak altında olduğu söylenmektedir.

RÜSTEMPAŞA  HAMAMI

Daha çok “Ceyliğin Hamam” diye bilinir. Rahmetlik Hamamcı Kadir Ciğer Amca, minyon tipli, çalışkan, sert görünüşlü bir kişi idi. Hamam, cami ile birlikte 1553 tarihinde Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır. Bedesten içinden ve Hasır Pazarı kısmından girilen iki kapısı vardır. Hasır Pazarı kısmındaki kapı, kadınlara aittir. Bu hamam da, yolun yükselmesi sonucu çukurda kalmıştır. Soğukluk kısmına merdivenle inilerek hamama girilir.

Sabahleyin saat 10.00’a kadar erkeklere açıktı. Bu saatten sonra akşama kadar kadınlara aitti. Eskiden, hamam sıkıntısı olduğu zamanlarda, kadınlar arka kapıya ellerinde bakırcalarla, taslarla doluşur, hamamda yer kapmak için mücadele verilirlerdi. Allah rahmet eylesin Natır Nebi Ağa (Kırık) bu hamamda, erkeklere açık olduğu zaman çok çalıştı ve çok emek verdi. Kadınlar yıkanırken hamam içinde bir arıza olduğu zaman, kadınlar soyunma yerine çıkarılır, erkek hamam çalışanının gözlerini bir bezle bağlarlar ve içerideki arızayı tamir ettirirlermiş. Gene gözleri bağlı bir şekilde birinin yardımıyla hamamdan çıkarılırmış. Önceden bu hamamı, Kölenin Mehmet (Metinsoy), Terzi Hıdıdak Ahmet, Ceylik Kadir ve Hilmi Çetinova çalıştırdı. Hamam şu an topluma hizmet vermektedir.

DÜĞÜN  HAMAMI

Maalesef zamanla kültürümüzü, âdetlerimizi kaybediyoruz. Toplumumuzda ‘düğün hamamı’ kültürü kalmamış durumda…Erkek tarafının damat ve sadıçları, gelin ineceği gün erkenden hamama giderler, temizlenirlerdi. Evde damat tıraşından sonra, gelin almaya gidilirdi. Oğlan tarafının akrabaları ise gelin kızı ve akrabalarını “gelin hamamı” adını verdikleri bir gün, hamama götürüp, yedirir, içirirlerdi.

Ayrıca, kız nişanlı iken hamama götürülürdü. Buna “dernek hamamı” da denirdi. Bazen hamam kapatılır, düğüncülerin harici kimse alınmazdı. Hamama giderken, oğlan evi tarafından yiyecek içecek de götürülürdü. Oğlan tarafından bir kişi, girenlere bir kalıp sabun verirdi. Hamamın yıkanma yerine girerken, gelin kız girenlerin ayaklarına su döker, hediye olarak terlik verirdi. Ayrıca başlarına da ‘çırpı’ dediğimiz oyalı beyaz başörtüsü verirdi. Bunlar hep tefçi eşliğinde olur. Tefçiyle beraber gelin kız, mumlar eşliğinde, yüzü pullalılı, ayakları ve elleri çatmalı kınalı olarak hamamın içine girer. Tefçi göbek taşına çıkıp ayakta hem türkü söyler, hem def çalar. Bu arada gelin kız, bütün davetlilerin büyük-küçük ellerini öper. Yıkanır ve dışarıya çıkan davetlilerin ayaklarına tekrar su döker. Hamam olayı daha bitmemiştir. Hamamın bir köşesinde çay demlenmektedir. Yapılan hamursuzlar, yiyecekler, meyveler, çerezler çıkarılır. Misafirlerin karnı doyurulur ve bu âdet de mutlu bir şekilde yerine getirilmiş olur.  (Yanlış gelmişiz…Bu dünya garıların…)

   İHÂLE

Terzi Moda, sadece terzilikle kalmayıp, özel ve resmi kurumlara elbise dikme ihalelerine de girmiştir. 1966’da meclis personelinin elbise ihalesini alınca, hamam işletmeciliğini bırakmıştır. Ankara’da bahçeli bir ev tutuyor ve Bolvadin’den bazı terzileri oraya götürüyor. Terziler giderken yastığını, yorganını döşeğini de götürüyorlar. Evde çalışılıyor ve yeme ve yatma işini burada görüyorlar.

1966 yılının Ekim ayı…Yağmurlar başlamıştır. Bir gün şiddetli bir yağmur yağar. Diğer bazı evlerle birlikte terzilerin evini de sel basar. Yastık, yorgan, çarşaf ıslanır. Bunları kurutmak için evin önündeki duvara işlemeli yastıkları, işlemeli çarşaf kenarlıklarını duvara sererler. Oradan geçenler sergi var, sanıp işlemeli kanaviçelere bakıyorlar. Kimisi de o kanaviçelerden örnek alıyor. Koyun can derdinde, kasap et derdinde.

   EHLİYET

Terzi Ramazan Amca, okuyamamanın ezikliğini devamlı şekilde içinde duymuştur. Bu yüzden çocuklarını okutmuştur. Devamlı da, okumuş kişilerle oturup kalkmıştır. En çok da ihaleler için teklif vereceği zaman zorluk çekmiştir. Vereceği fiyatı rakiplerinin bilmemesi gerekmektedir. Bu yüzden okula giden bir çocuğa harçlık verip ihale mektuplarını yazdırmıştır. Diplomalı olma arzusu bütün benliğini sardığı için, altmış beş yaşında dışarıdan imtihanlara girerek ilkokul diploması almıştır. Daha sonra da ehliyet alıp, araba kullanmaya başlamıştır. İnsan; güçlükleri, engelleri azmi sayesinde yener.

FIRIN  ETİ

Zamanla her şey değişiyor. İnsanlar da değişiyor. Devran dönüyor. Zamanla genç olanlar yaşlı; zamanla güzel olanlar çirkin; zamanla zengin olanlar fakir; zamanla itibarlı olanlar da itibarsız oluyor. Toplumda bunun örneklerini devamlı görüyoruz.

Eskiye göre, çarşıda gezen insanlarda da çok değişiklikler oldu. Toplumda şakacı, neşeli, birbirine takılan insanlar çokken, bunu şimdi göremiyoruz. Herkes bir karış suratla geziyor. Eskiden fırın etine, pidesine, gazozuna, elbisesine, gömleğine iddiaya girilirdi.

Yıl 1948…Terzi Ramazan arkadaşlarıyla iddiaya girer. Konu, “korkusuzluk”tur. Fotoğrafçı İhsan Boyacı, Terzi Ramazan Tuncay’ın şapkasını Sultan Carullah Türbesi’ne koyacak, Terzi Ramazan da gece karanlıkta, yanına hiçbir ışık almadan gidip bunu getirecek…Getiremezse arkadaşlarına fırın etini verecek. Getirirse Fotoğrafçı İhsan verecek. Fotoğrafçı İhsan, Terzi Ramazan’ın şapkasını götürür, türbenin içine girer ve yatırın başı ucundaki taşa giydirir. Gece olur. Hava çok karanlıktır. Türbe mezarlığın içinde olup, çevresinde de hiçbir ev yoktur.

Terzi Ramazan, karanlıkta mezarlığın yanına gelir, çok korkmaktadır. Okuya üfleye mezarlığa girer. Sonra da el yordamıyla türbenin kapısını bulup, içeriye girer. Kapının gıcırtısıyla, içeride bulunan güvercinler ürker ve birden havalanırlar. Terzi Moda korkuyla, “Eyvah yatır dirildi!” diye kendini mezarlığın dışına atar. Koşarak çarşıya gelirken Bisikletçi Mıstık’a rastlar. Ona durumu anlatır. Sonra onunla beraber gidip şapkayı alır gelirler. İddiayı kazanmıştır. Fırın etini karşı taraf verir.

SON  NAMAZ

Terzi Ramazan, 1978 ve 1995 yıllarında iki sefer hac vazifesini yapmış, dini vecibelerini yerine getiren bir kişi idi. Her an için ölümü beklerdi. Çarşıda olmadığı zamanlar, namazlarını Çolağın Mescit’te kılardı. Ramazan ayı dâhil, yemeğini akşam namazını kıldıktan sonra yerdi. Tarih 3 Eylül 1998 Perşembe…Ramazan Amca yetmiş dört yaşında…Güzel, sıcak bir gün…Hacı Ramazan Amca, ikindiden sonra çarşıdan eve geliyor. Evde biraz oturduktan sonra kalkıp abdestini alıyor ve akşam namazına hazırlanıyor. Bu arada biraz tesbih çekiyor. Akşam ezanına yakın kalkıyor ve her zaman gittiği evlerinin yakınındaki mescide gidiyor. Mescitte ezanı bekliyor. Ezan okunduktan sonra müezzin efendi namaz için kaamet getirirken, içeride bir “Allah” sesi duyuluyor ve Ramazan Amca oraya yığılıp kalıyor. Cemaat başına geldiğinde son nefesini veriyor.

Ölümün bizi nerede, nasıl beklediği belli değil…İyisi mi, biz onu her yerde bekleyelim. Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ