Bolvadin'in Temel Taşları

 

KÖSENİN RAMAZAN  (RAMAZAN ÇALIŞKAN)

Ramazan Çalışkan 1910’da Bolvadin’in Alaca Mahallesi’nde dünyaya geliyor. Amelelik yapan babasının adı Ahmet’tir. Kendisinden büyük ağabeyi Abdülkadir’den sonra üç kız kardeşi daha vardır. Dört yaşında iken babasını kaybetmiştir. Amelelik yapmış, Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde çalışmış, kırk beş sene de Çay Tren İstasyonu’ndan Bolvadin’e ve çevre ilçelere eşya taşımıştır.

  Kösenin Ramazan; orta boyda, gülmeyen, sert görünüşlü ve sert mizaçlı birisi idi. Çalışmayı çok sever, çok konuşmaz, yeri ve zamanı geldiğinde konuşurdu. Kafasına uyan kişi olduğu zaman da muhabbetine doyulmazdı. 1980’de hac vazifesini yerine getirdi.

   GÜLMEYEN  ADAM

Gülmek ve ağlamak insanlar için bir ihtiyaçtır. İnsanlara gülümsemek ise bir sadakadır. Gülmek, kalbe hayat verir. Ruha huzur verir. İnsanlar arasında güven, sıcaklık ve yakınlaşma meydana getirir. Dostluğu arttırır, düşmanlığı öldürür. Yalnız; çok gülmek, yapmacık gülmek, kahkahayla gülmek doğru değildir. Efendimiz, bir kişiyi gördüğü zaman hafifçe tebessüm eder, selam verirdi. Kahkahayla hiç gülmemiştir. Gülerken, sadece iki sefer mübarek dişlerinin göründüğü rivayet edilir.

Ramazan Çalışkan, dört kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelir. Babası Ahmet’in; tarlası-takkası, malı-mülkü, hayvanı-haşaratı yoktur. Anadan-babadan da bir şey de kalmamıştır. Bir göz odada, ailesini geçindirmek için bulduğu işe, ameleliğe giden gün azıklı, kalender bir kişidir. Genç yaşta bu dünyadan terk-i mekân eder. En küçüğü Ramazan olmak üzere, dört çocuk dökülür kalır. Ramazan’ın anası, ailenin geçim yükünü üstlenir. Çapaya gider, çizgiye gider. İlkokula gittiği yaşlarda komşularının çocukları sünnet olurken, bunu da ettiriverirler. Ablalarının evlenmesine komşuları katkıda bulunur. Anası, çocuklarının üzerindeki elbisesi kirlendiği zaman çıkartır ve o şekilde yere yatırıp üzerini örter. Elbisesi yıkanıp kuruyuncaya kadar o şekilde yatar. Çünkü değiştirimlik giymeye ikinci bir elbisesi yoktur. Fakirlik paçadan akmaktadır. Babasının kaderini bu da yaşar. “Rızkı veren Hüdâ’dır, kula minnet eylemem!” diyerek ameleliğe gider, ömründe bir gün dahi tatil yapmadan, çocuklarının rızkı için, muhanete muhtaç olmamak için ölünceye kadar çalışır.

Çok konuşmaz, ihtiyaç halinde kısa cümlelerle konuşurdu. “Çok konuşmanın hesabını vereceksiniz.” derdi. Gereksiz konuşmayı sevmez, gıybet edildiği zaman konuşmayı kestirirdi. Hakkına razı olan dürüst bir kişi idi. Evde, çocuklarına karşı çok disiplinli idi. Çocukları babalarının yanında devamlı iki diz çökerek oturur, konuşamazlardı. Sofraya oturulur, yemek bitesiye kadar hiç konuşulmazdı. Çocukları, sofrada göz işaretiyle hanımlarından su isterlerdi. Babalarının yanında eşleriyle konuşamaz, çocuklarını sevemezlerdi. Ramazan Ağa’nın yumuşak ve kırık kalbinin yanında; asık suratlı, sert görünüşlü, gülmeyen bir hâli vardı. Çektiği acılar, yokluklar, sıkıntılar yüzüne yansımıştır. Büyük oğlu Ceylan’ı ve torununu genç yaşta trafik kazasında kaybeder.  Onun güldüğünü hiç gören olmamıştır. Hayatın bu acımasız şartları altında ezilen bir kişiden de gülme beklenemez. O, gülmeyi öbür dünyaya bırakmıştır.

GENÇLİK  YILLARI

Küçük Ramazan, ilkokulu başarıyla bitirir fakat elinden tutacak kimsesi yoktur. O andan itibaren hayat mücadelesine başlar ve evlerinin rızkına katkı için inşaatlara amelelik etmeye gider. Elektrik santralının yapımında, başlangıçtan bitimine kadar çalışır. Askerliğini İzmir’de yapıp gelir. Asker dönüşü tekrar amelelik yapmaya başlar. Yirmi altı yaşında iken evlenir. Allah, bir kız, üç oğlan verir. Oğulları; Ceylan, Ahmet ve Ali İhsan’dır.

1925 yılında, Gazi Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya bir çiftlik kurulması kararlaştırılır. Bu çiftlikte ziraatın yanı sıra, et ve süt hayvanları, kanatlı hayvanlar da yetiştirilmektedir. Yetiştirilen bitki tohumları ve hayvanlar köylüye verilmektedir. Yıl 1937…O zaman Bolvadin’de sığır çok…Bolvadin’den de kırk tane sığır satın alınır ve Ankara’ya götürülmek istenir. Sığırları götürmek için kamyon da yok, yol da yok…Hayvanlar yayan olarak Ankara’ya götürülecek. Bu hayvanları götürecek adam ararlar. Cesareti olmayanın başarısı da olmaz. Ramazan Ağa altı aylık evli olduğu halde, bu görevi üstlenir ve hazırlıklarını yapar. Eşeğin üzerine kepeneğini atar. Heybesine de yol boyunca yiyeceği azığını doldurur. Hayvanları boyunlarından urganlarla birbirine bağlayarak yola çıkar. Hayvanları çayırlıklarda yayarak yirmi dört günde Ankara’ya varır. Hayvanları teslim ettikten sonra, görevliler tarafından orada çalışması için teklif sunulur. Aylık olarak maaşını almak üzere göreve başlar. Görevi, hayvanların bakımının yanı sıra sütlerini de sağmaktır. Orada süt sağmayı da öğrenir. Bir buçuk sene orada hiç izin almadan çalışır. Aile ve memleket hasretinden dolayı işi bırakıp Bolvadin’e döner.

   TREN  KARGO  TAŞIMACILIĞI

Osmanlı döneminde yaptırılan tren yolları, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte devam etti ve yurdun her tarafı demir ağlarla örüldü. Ulaşım ve taşımacılık yapan tren yolları, şehirler arasında kara yolları olmadığı için, Türk milleti’nin gelişimine büyük katkı sağladı. Afyon- Çay tren yolu ve istasyonu ise, 1890’de Almanlar’a yaptırılır. Bolvadin’in içinde geçmesi beklenen demir yolu, iddiaya göre bazı zengin tarla sahiplerinin “tarlamız bölünecek” düşüncesiyle Çay ilçesi tarafına kaydırıldığı rivayeti vardır. Bu zenginlerin “Trenle şehrimize düşman gelir.” diyerek halkı kandırdığı söylenir. Bu söylentilerin ne derece gerçek olup olmadığını bilmiyoruz.

Yeterli karayolu ulaşımı olmadığı için, şehrimize diğer şehirlerden gelecek olan her türlü eşya, mektup, tren yoluyla gelmektedir. Ayrıca, insanlarımız diğer şehirlere tren vasıtasıyla gidip gelmektedirler. Eskiden bu istasyonlara “iskele” denirdi. Tren eşya taşımacılığı, bugünkü kargo taşımacılığının aynısıydı. Büyük şehirlerden sipariş verilen eşyalar, adresteki tren garlarında indirilirdi. Bu kargo işini yapan görevliler vardı. Bunlar, ihale yoluyla devletten yıllığına kiralarlardı. Bu işletmecilerin atlı arabaları vardı. Bu arabalarla esnafın mallarını taşırlardı. Mustafa ve Mehmet Aşkar, Gazi Yiğitbaşı, Ali – Ahmet ve Fevzi Günday, Fahrettin Koçak (Hobban Hoca), Sami Babacan, Cafer Tabak, Ramazan Çalışkan bu istasyonun müstecirliğini (işletmeciliğini) yapmışlardır. Bu kişilerin evleri istasyonda idi. Eşya taşımak için atlı arabaları vardı. Bu arabaları: Ali Apak, Mehmet Palas, Gartmusanın Gadir kullanır. Çok mal olduğu zaman ise, Halil Güvenir’in kamyonla taşınır. Mektup ve küçük koli taşımacılığını Gündaylar yaparlar. Gelen postaları postaneye teslim ederler, gidecekleri götürüp trene verirler.

TREN  İSTASYONUNDA  İŞE  GİRİŞ

İstasyonun işletmeciliğini Mehmet Aşkar yapıyor. Ramazan Ağa’ya istasyonda çalışması için teklif eder. O da kabul eder. Onların at ve arabalarıyla bir müddet eşya taşıdıktan sonra, kendi at ve arabasını alır, taşımayı kendi hesabına yapmaya başlar. Bolvadin’deki evinden sabah ezanından sonra gün ışırken yola çıkar, 10 kilometre uzaklıktaki istasyondan malı yükler ve esnafın mallarını teslim eder. Bazen çok yağmur yağdığı zaman Develi Çayı taşar. O gün işe gidemez. Ayrıca, Sultandağı’na ve Emirdağ’a eşya götürür. Bazen iki-üç sefer yaptığı olur. Bu işlem; tatil-pazar, yaz-kış, soğuk-sıcak demeden her gün böyle devam eder. Bir müddet sonra burasının komisyonculuğunu kendisi alır. Kendi hesabına mal taşımaya başlar.

TÜP  KAMYONU

1974 yılının Ocak ayı…Ramazan Çalışkan sabah ezanlarıyla birlikte kalkar. Hanımı, daha önceden kalkıp, zeytin, peynir ve çaydan oluşan kahvaltıyı hazırlamıştır. İki sokum ekmek yedikten sonra canı almaz ve sofradan kalkar. Kafasında, istasyona nasıl gideceğim, sorusu vardır. Çünkü dışarıda kar tipisi vardır ve odalarının küçük penceresinin yarısı beyaza bürünmüştür. Hanımı Hacer Aba da, eşinin bu havada gitmesinden rahatsızdır. Sıkı bir şekilde giyinir. Yün şapkasını kulaklarını örtecek şekilde başına geçirdikten sonra dışarıya çıkar. Ahırdaki atını çıkarır arabaya koşar ve üşümesin diye üzerine çul örtüp bağlar. Arabanın her zamanki sol ön taraftaki yerine, atın yem torbasını koyup üzerine oturur. Besmeleyle yola çıkar. Tipi şeklinde yağan kar, yolun bazı kısımlarını kapatmıştır. Her zaman gidip-geldiği için at şaşırmadan yolu bulabilmektedir. İstasyona vardığında her tarafı buz kesmiştir. Arabayı üstü kapalı olan yere park edip, istasyon memurlarının bulunduğu odaya girer. Dışı ateşten kızarmış olan sobanın yanındaki bir sandalyeye, bir ayağını altına alarak oturur. Gelecek olan treni beklerken, sıcağın etkisiyle oturduğu yerde biraz canı geçer. Biraz sonra tren geldiğinde, gider ve malları arabasının üzerine yükler. Yanında götürdüğü kalın urganla sandıkları kolileri bağlar. Malların çoğu Tekele indireceği mallardır.

Atın boynuna takılı olan yem torbasını çıkararak, tekrar Bolvadin’e gitmek için yola çıkar. Yolda gelirken her tarafının uyuştuğunu hissedince, donma tehlikesine karşı arabadan iner ve arabanın yanında yürümeye başlar. Testi ocaklarına yaklaştığında hava biraz daha sertleşmiş ve tipi başlamıştır. Tekrar arabaya biner. Arabaya bindikten bir müddet sonra, arkadan gelen tüp yüklü kamyon yoldan kayarak gelir ve bunun arabaya vurur. At bir tarafa, kendisi de bir tarlaya savrulur. Bütün eşyalar etrafa saçılır ve bazısı ziyan olur. Ufak-tefek sıyrıklarla kurtulmuştur. Tüp kamyonunun sorumlusu Ahmet Aynacı, oluşan zararları telafi eder.

İNHİSAR  (TEKEL)

Tekel idaresi, özelleştirilinceye kadar devlet tarafından işletiliyordu. Bu idarenin görevi; halkın ihtiyacı olan kahve, çay, tuz, kibrit, barut, ispirto teminini ve dağıtımını yapmaktı. 1862 yılına kadar tütün ve sigara, Türkiye’deki yabancı şirketler tarafından yurt dışından getirilip satışı yapılıyordu. Bu tarihten itibaren devletin bir kuruluşu olan “İnhisar” (Tekel) kuruldu. Artık devlet kendi ithal edip satmaya başladı. Tütün, alkollü içkiler, kibrit, tuz kendi ülkemizde üretilmeye başlandı. 1884’te sigara fabrikaları kuruldu. Türkiye’de tütün ekilmeye başlandı.

Çay bitkisi ilk olarak Çin’de yetiştirilmiştir. Bizde önceleri çay bilinmiyordu. İkinci Abdülhamit döneminde yurda girmeye başladı. Aynı dönemde Çin’den getirilen tohumlar Bursa’ya ekildi fakat yetişmesi mümkün olmadı. 1930’da Gürcistan’dan alınan tohumlar, Rize’nin arazisine ekildi ve başarılı oldu. O günden sonra bütün Karadeniz’e yayıldı. Yetiştirilen çaylar devlet eliyle satın alınıp, halka satışı yapıldı. Uzun yıllar Hindistan’dan deniz yoluyla Türkiye’ye çay getirildi. Gelen çaylar, şehirlere eşit şekilde gönderiliyordu. Bolvadin’de Aşkar’ın Mehmet bunun dağıtıcısıydı. Büyük tahta sandıklar içinde tren yoluyla gelen çaylar, 50 ve 100 gram olarak külaha konup, halka karneyle belli bir ücret karşılığı satılıyordu. 1983 yılında çay fabrikaları özelleştirildi.

Dedelerimiz, çayla sonradan tanışmışlardır. Herkes sabah kahvaltısında çorba içmektedir. Şimdiki gibi kahvaltıda dokuz çeşit katık yoktur. Çayın vücuda faydaları olduğu gibi, kahvaltıda içilen çayın, kandaki bulunan demiri azalttığı belirtilmektedir. Zamanında kahvehanelerde genellikle kahve içilmekte, sabahları süt servisi de yapılmaktadır. Bolvadinli, kahvenin “sade” olanını sevmektedir. Bu gün için “kahvehane” denildiği zaman hemen aklımıza çay içilen yerler gelir. Tekelin ürettiği çaylar, 100 gramlık küçük karton kutularda bulunan çaylardı. Çok kişinin bir kutu çay almaya gücü yetmezdi. Bakkallar, bu kutuyu açarlar, gelen müşteriye bir külah içinde parça çay satarlardı. Bir kiloluk kesme şeker ve küçük kutu çay ayrılmaz ikili gibiydi. Bir hastaya ziyarete, başsağlığına veya ev görmeye giderken, genellikle bu ikisi götürülürdü. Bazen bu ikilinin üç-beş ev dolaştığı da olurdu.

Türkiye’nin iklim şartları kahve üretimine uygun değildir. Bu yüzden bugün de kahve dışarıdan ithal edilmektedir. Ayrıca, o gün için önemli bir ihtiyaç olan kibrit üretimi, tekel tarafından satışa sunuldu. İllerde ve ilçelerde kurulan tekel idarelerine gelen mallar, esnafa veriliyordu. Bolvadin Tekel İdaresi’nin müdürü Hayrettin Gülcan idi. Memurları ise: Emin Yörük, Mehmet Gülsüm, Ahmet Çalışkan idi. Tekele gelen mallar, tren yoluyla gelirdi. İstasyona gelen malların tekel idaresine taşıma işi ihale ile verilirdi. Ramazan Çalışkan, kırk beş sene buradan mal taşımış ve bunun yirmi iki senesi kendi namına ihaleyi alıp malları taşımıştır.

   TANKER  KAZASI

1960’lı yıllarda Bolvadin’de, Yazıcılar’ın ve Gemiciler’in petrol istasyonları vardı. Bunlar, petrolü İzmit Rafinerisi’nden getirirlerdi. Yolların bozuk olmasından dolayı kazalar da hiç eksik olmazdı. Yazıcılar’ın tankeri kullanan Kaymaslı Kara Kâzım, gece Eskişehir yakınlarında Porsuk Çayı’na uçuyor. Yaralı halde yüzerek kıyıya çıkıyor fakat kan kaybından vefat ediyor. Yıl 1967…Gene aynı tankerle Mehmet Yazıcı ve  Ziya Yazıcı petrol almak için İzmit’e gidiyorlar. Şoför ise Ramazan Çalışkan’ın oğlu Ceylan Çalışkan…Oradan, tankere mazot doldurduktan sonra yola çıkıyorlar. Mahmudiye İlçesine yaklaştıklarında, Bolvadin istikametinden gelip İstanbul’a gitmekte olan yolcu otobüsüyle kafa kafaya çarpışıyorlar. Çarpışmanın etkisiyle Şoför Ceylan ve Yazıcılar’ın Ziya orada vefat ediyor. Çarpışma esnasında açılan kapıdan tarlaya fırlayan Mehmet Yazıcı yaralı kurtuluyor. Otobüs yolcularından ise yirmi bir kişi ölüyor. Ölenlerden birisi de Bolvadinli elektrikçi Sıtkı Sayın…Otobüste yer olmadığı için, şoförün yanında bulunan buzdolabının üzerinde otururken ecel yakalıyor.

Cenazelerin çokluğu yüzünden yeterli tabut bulunamıyor. Bolvadinli vefat edenlerden ikisi bir tabutta, birisi de başka tabutta Bolvadin Devlet Hastanesi’nin morguna getiriliyor. Cenazeleri ailelerine vermiyorlar. Oğlunun ölüm haberini alan Kösenin Ramazan, büyük bir acı içerisinde hastaneye koşuyor. Yıkanmakta olan oğlu Ceylan’ın başına gelerek: “Yavruuum, sen benim cenazeme su dökecekken, şimdi ben senin cenazene mi su dökeceğim!” diyerek feryat ediyor. Dört yıl çocuğu olmayan şoför Ceylan’ın hamile eşi, bu olaydan iki ay sonra bir erkek çocuk dünyaya getiriyor. Çocuk üç buçuk yaşına geliyor fakat o da babasıyla aynı kaderi paylaşıyor. Sokakta oynarken bir minibüsün çarpması sonucu vefat ediyor. Ramazan Çalışkan, bir kere daha yıkılıyor ve o yıldan sonra hayata küsüyor.

   SEVDİKLERİYLE  BULUŞMA

Yıl 1980…Ramazan Çalışkan’ın hacdan gelişinin ikinci ayı…. Birden hastalanıyor ve kaybettiği sevdikleriyle buluşmak üzere, sonsuzluğun sahibine yürüyor. Allah gani gani rahmet eylesin… Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ