Bolvadin'in Temel Taşları

 

TAPITLARIN HACI GADİR  (KADİR YENEL)

Tapıtların Hacı Gadir, 1916’da Bolvadin’in Erkmen Mahallesi’nde dünyaya geliyor. Babasını adı Basri…Babası, I. Dünya Savaşı sırasında Fırat Nehri’ni geçerken şehit oluyor. Salıncakta iken babasın kaybedip yetim kalan küçük Kadir, beş yaşında da annesini kara toprağa veriyor. Ağabeyleri Rasih, Ali ve bir ablasıyla birlikte babaanneleri büyütüyor.

   Askerlik vaktine kadar, babasının mesleği olan çiftçilik ve hayvancılık işleriyle uğraşıyor. Askere gitmeden babaannesi bunu mahallelerinden Cicilioğulları’ndan Abdullah Kurtulmuş’un kızı ile evlendiriyor. Evliliğinden oğulları Hasan, Basri ve üç kızı oluyor. Otuz altı ay askerlik yapıp geldikten sonra 1939’da II. Dünya Savaşı patlak verince, bunu tekrar askere alıyorlar ve üç sene daha askerlik yapıyor.

Kadir Yenel; uzun boylu, çekik gözlü, güler yüzlü, sakin yapılı, alçak gönüllü, bazı zamanlarda çabuk kızan, şakacı bir kişiliğe sahipti. Yürürken yavaş ve sakin yürürdü. Çocukları çok sever, gerektiğinde çocukla çocuk, büyükle büyük olurdu. Îmân-ı kâmil, tarikat ehli idi. Kendisini hayır ve hasenâta adamış gönül adamı idi. Hayır hizmetlerinde, derneklerde aktif rol almıştır. İmam- Hatip Okulu Yaptırma Derneğinde, Sultan Carullah Kur’an Kursu Yaptırma Derneğinde başkanlık yapmış, ömrünü bu yolda kullanmıştır. Toplumda lafı dinlenen, sözü geçen birisiydi. Aile sistemine çok önem verirdi. Evlenecek gençlere yardımcı olur, kız istemelerinde en önde bulunurdu. Boşanmaları kesinlikle onaylamaz; boşanma olursa yer-gök titrer, der; yuvaların yıkılmaması için büyük gayret gösterirdi.

TALİPOĞULLARI

Kadir Yenel’in sülale ismi kütükte “Talipoğulları” diye geçer. Bu sülale, Kırık Minare’nin olduğu yerdeki Erkmen Köyü’nden Bolvadin’e göçmüştür. Erkmen Köyü, Roma ve Bizans dönemlerinde yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Selçuklu döneminde nüfusu 770’dir. Köyün ortasında ahşap bir camisi, hamamı ve imareti vardır. Köyün kuzeyinde bulunan mezarlığı, Dişli Belediyesi tarafından sürülerek tarla haline getirilmiştir.

Bu köyde yaşayanların atalarından naklen gelen rivayetlere göre, köyü fareler basıyor. Bütün uğraşmalara rağmen sıçanlardan kurtulamıyorlar. Köyün son Muhtarı Kocaoğlanoğlu Hacı Mustafa, Yörükkaracaören’de iyi bir kedi olduğunu duyar. Bu kedi, diğer kedilere göre daha büyük ve vahşidir. Bu köyde yaşayan Karakeçili Beyi Davut Bey’den kedisini ister. O da verir. Kedi, kısa zamanda köydeki fareleri temizler. Sonra insanlara saldırmaya başlar. Zorlukla kediyi yakalayıp muhtarın misafirhanesine kapatırlar. Kedi, duvarda asılı olan içi yağ dolu lambayı devirir, büyük bir yangın çıkar. Köy kısa zamanda tamamen yanar. Bu yangında kedi de kaybolur.

Erkmen köyünün son imamı Firuzzâde Hacı Mehmet Efendi ve Muhtar Kocaoğlanoğlu Hacı Mustafa halkı toplayarak Bolvadin’e göç etmeye karar verirler. Göç edenlerin bazısı Bolvadin Erkmen Mahallesi’ni kurar, Bazıları da Afyon yakınlarına göç ederek şimdiki Erkmen Köyü’nü kurarlar. Orada, yangından kurtarabildikleri ağaçları, eşyaları Bolvadin’e getirip evlerini, ahırlarını, samanlıklarını yaparlar.

TABUT

Eskiden her mahallede belirli sülalelerin odaları olurdu. “Oda” dediğimiz bu tür evlerde her türlü sosyal faaliyet yapılırdı. Pazar için bir gün öncesinden gelen köylüler, bu odalarda ücretsiz kalırlar; kendilerinin ve hayvanlarının yiyeceği oda sahipleri tarafından karşılanırdı. Odalara vakıf gözüyle bakılır, kâr amacı güdülmezdi. Bugün için bu odalardan Hacımuratlar’ın ve Tapıtlar’ın (Erkmen Odası) odası kaldı.

Ekim ayı…Hacı Kadir Yenel’in babası uzun boylu, geniş omuzlu güçlü-kuvvetli birisiymiş. Çift sürmek için öküzlerini çıkarıyor, sabanını arabanın üzerine atıyor ve tarlaya gidiyor. Akşama kadar, öküzlerle kapalı bir havada tarlayı sürüyor. Akşama doğru eve gelirken yağmurdan ıslanıp biraz üşüyor. Öküzleri ahıra kapatıyor. Oda’da soba yanıyordur, düşüncesiyle doğru odaya gidip, yanmayan sobanın yanına sırtüstü yatıyor. O arada biraz içi geçiyor. Bir müddet sonra odaya birkaç kişiyle birlikte Fakının Ali giriyor. Bunu, upuzun kendinden geçmiş yattığını görünce “üşür” düşüncesiyle “Basri kalk! Üşüyeceksin, tapıt gibi ne yatıyorsun!”  diyor. Orada geçen “tabut” kelimesini halk daha sonra “Tapıtlar” olarak lakap takıyor.

   CİNGAN

Tapıtlar, geniş bir aile oldukları için, Kemerkayalı beş tane hizmekâr da çalıştırırlardı. Hizmekârlar da bunların odada kalırdı. Genellikle, köylerden gelen erkekli-kadınlı misafirlerin erkeklerini odada yatırır, bayanları evlerine götürürlerdi. Ramazan boyunca ve bayramda günde üç-dört sofra yemek çıkarırlardı. Eskiden plastik eşya bilinmediği için; sepet, çiten, elek, kamıştan ve ağaç çubuğundan yapılırdı. Bunun imalatını da “Cingan” dediğimiz Çingene vatandaşlarımız yapardı. Bahar geldiği zaman söğüt ağacının yeni sürgün çubuklarını keserler, çiten yaparlardı. Kurumaya yüz tutmuş kamıştan, sepetler yapılırdı. Yaptıkları bu eşyaları arabalarına doldurur, arabalarının arkasına da mutlaka küçük köpeklerini bağlar ve satmak için köylere ve Bolvadin’e gelirlerdi. Geceleyin kimisi çadır kurar orada kalır, kimisi de odalarda kalırdı.

Mayıs ayının son günleri… Ramazan ayının ortası… Odada iftar için sofra hazırlığı yapılıyor. Herkes orucun verdiği manevi havaya kendini kaptırmış, ezanın okunmasını bekliyorlar. Bu arada dört tane Cingan içeriye giriyor. Hemen onları buyur edip başköşeye oturtuyorlar. İftardan sonra teravih namazı kılınıyor, demli çaylar eşliğinde sohbetler koyulaşıyor. Vakit geç olunca herkes evlerine dağılıyor. Hacı Kadir Amca da, onlara yatacakları yeri gösterip evine gidiyor. Ramazan ayında, yatılı misafir olunca bunları sahura kaldırır, yemeklerini götürürmüş. Gece yatarken “Bunlar oruç tutmaz.” düşüncesiyle cinganları sahura kaldırmayıp, yemek götürmeme kararı alıyor. Okuyup-üfleyip yatağında sağ tarafına dönüp yatıp uyuyor. Bir müddet sonra rüya görmeye başlıyor. Rüyasında, Çakır Eniştesinin evine gidiyor. Eve yaklaşınca eniştesinin hanımı kocasına: “Hacı Gadir geliyor! Aman gatmeri sakla!” diyor. Bu arada sıçrayarak uyanıyor ve hemen hanımını uyandırıp: “Hemen ocağı yak, gatmet et!” diyor. Hanımı, hamuru yoğuruyor ve ocağı haşgeş çirpisiyle yakıp, bol haşgeşli katmeri yapıyor. Sacdan aldığı katmeri, bakır tabağın içinde bulunan haşgeş yağına, tavşan bacağını bandırıp yağlıyor. Katmerin yanına tuluk peyniri, sadeyağı ve çay koyup odaya gidiyor. Oradaki dört misafiri “Er oldu kalkın!” diye uyandırıyor. Onlar da: “Yemek gelmezse oruç tatmayalım, diye karar almıştık. Şimdi rahatlıkla orucumuzu tutabiliriz.” diyorlar. Hacı Kadir Amca’da huzurlu bir şekilde evine dönüyor.

Tapıtları Hacı Gadir Ağa’ya odaya bakma görevi babasından kaldı. Bu görevi şimdi oğulları devam ettiriyor.

   KURBANLIK KOYUN

İnsanlar, yaptıkları iyiliklerle ve yaptığı kötülüklerle anılırlar. İki şeyi unutmamak gerekir: Allah’ı ve ölümü…İki şeyi de unutmak gerekir: Yaptığın iyiliği ve gördüğün kötülüğü…İnsan bu şekilde düşünürse iki cihanda da mutlu olur.

Yıl 1958…Hacı Kadir Ağa’da beslediği kurbanlık koyunları İstanbul’a götürüp satmaya karar verir. Bayrama bir hafta kalmıştır. Sabah erkenden önüne kattığı koyunları süre süre tren istasyonuna götürür. Gelen trenin vagonuna koyunları yükler ve kendisi de yanına biner. Haydarpaşa Garı’nda inip satış yerine götürür. Üç gündür beklediği halde hiç koyun satamamıştır. Bir gün, öğleye doğru bir kadın dikkatini çeker. Feraceli bir kadın, köşedeki taşa oturmuş iki saattir bunların tarafına bakmaktadır. Merak eder kadının yanına varır: “Bacım, kurbanlık mı alacaksın?” der. Kadın ezile-büzüle titrek bir sesle: “Dört çocuğum evde aç…Varsa biraz ekmek verir misin?” der. Bu cevap karşısında şaşırır, üzülür, ağlayarak koyunların yanına döner. İstanbul’a gelmeden iki tekne ekmek ettirmiş, yanında da sıygıç (et kavurması), bulgur, patates getirmiştir. Hemen biraz bulgur, yarım sıygıç ve dört ekmek alıp kadına verir. Kadın sevincinden yerleri öper. Bin duanın belini büker ve hızlı adımlarla oradan uzaklaşır. Bu olaydan sonra satışlar patlar ve iki gün içinde koyunları bitirip bayramdan önce Bolvadin’e döner. Bu olayın etkisinden kurtulamaz ve gelince çocuklarına da anlatır.

Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir. Yüce Mevlâ Zilzâl Suresinde: “Her kim zerre kadar hayır işlemişse onun karşılığını görecektir. Her kim zerre kadar şer işlemişse onun karşılığını da görecektir.” buyurmaktadır.

   HACC

Hac ibadeti hem beden, hem de mal ile yapılan bir ibadettir. Allah: “Hac yapmaya gücü yetenlerin hac yapması, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” buyuruyor. Bunun şuurunda olan Hacı Kadir Ağa, 1952’de otuz altı yaşında iken hac vazifesini yapmaya karar verir. Askerden geleli on dört yıl olmuştur. Bolvadin’de o yıl gidecek olan on dört kişiyle birlikte otobüslerle yola çıkarlar. On dört gün sonra Mekke’ye varırlar. Hacı Kadir Ağa ümmîdir. Yani hiçbir şekilde okuma-yazması yoktur. O gün için doğru-dürüst okuyan da yoktur. Orada Kur’an okuyanları görünce cahil olmanın ezikliğini hisseder. Kendisi cahildir fakat devamlı okumuş insanlarla oturup-kalkmış, ilim meclislerinde bulunmuştur. Oradaki kıymetli zamanı çok iyi değerlendirmekte, devamlı namaz, zikir ve tavaf vazifelerini yerine getirmektedir.

Bir gün öğle namazından sonra hemen Kabe’yi tavafa başlar. Yanında başka ülkelerden gelen Müslümanlar, ellerinde küçük kitapçıktan dualar okumaktadırlar. Üçüncü şavttan sonra, yanında bulunan Pakistanlı olduğunu tahmin ettiği bir hacı, elindeki kitapçığı okuması için buna vermek ister. Bu da okuma bilmediğini işaretle belirtir. O kişi de: ‘Nasıl Müslümansın?” gibisinden hareket edince bu onun çok ağırına gider. O anda hemen iki elini açıp Kâbe’ye dönerek: “Ya Rabbî! Ben okuma bilmiyorum fakat benim soyumdan hafızlar nasip et!” der.

Hacı olup geldikten sonra büyük oğlu Hasan’ı hafızlığa gönderiyor. Daha sonra da torunu Abdullah’ı İstanbul’a okumaya gönderip hafız ediyor. Niyetin düzgünse yolun selamettir,

FIŞKI

Kadir Yenel, hayır ve hizmet ehliydi. Sultan Carullah Kur’an Kursu binasının yapılması için dernek yönetiminde görev aldı. Temeli için gerekli çimento ve demirini kendi temin etti. Yapılıp bitirilmesinde büyük gayret gösterdi. Ayrıca Bolvadin İmam Hatip Lisesi Yaptırma Derneği’nde Süreyya Neslioğlu’ndan sonra ölesiye kadar başkanlık etti. Pek çok öğrencinin de velîsi oldu.

Yıl 1971…Kasım ayının ortaları…Hava beton atmaya müsait…Şimdiki İmam-Hatip Lisesinin temel betonu atılıyor. Hacı Kadir Ağa, inşaatın başında bekliyor. İkindi vakti gelince beton işi bitiyor fakat hava birden değişiyor. Soğukla birlikte kar fırtınası başlıyor. Kadir Ağa’yı, ‘Betonu donduracağız, emekler boşa gidecek!’ korkusu sarıyor. O telaşla hemen eve koşup traktörü çıkarıp römorku takıyor. Yanına da bir kişi alarak doğru Ağılönü’ndeki arkadaşının koturasına gidiyor. Bu arada hava da kararıyor. Karanlıkta bir römork fışkıyı (gübreyi) yükleyip inşaatın başına geliyorlar. Fışkının hepsini betonun üzerine seriyorlar. Bunu sererken tipi nedeniyle kardan adama dönüyor. Gece de hava ayaza çekiyor. Aradan bir hafta geçip hava düzelince fışkıyı topluyor. Bakıyor ki, beton çok güzel kurumuş. İyi niyetle fedakârca yapılan bir işe de Allah yardım ediyor.

2002 depreminde İmam-Hatip Lisesinde öğretmendim. Depremde bütün okullarda çatlaklar oluştuğu halde, bizim okulda bir çizik bile oluşmadı.

   MİNARE

Erkmen Köyü’nden Bolvadin’ göçen topluluk içerisinde bulunan Ferizzâdeler’den Hacı Mehmet Efendi, 1840’da buraya toprak damlı bir cami yaptırır. Bu cami 1954 yılına kadar ibadete açık olur. Tapıtların Hacı Kadir, bu eski camiyi yıktırır ve halkın yardımıyla da yerine beton bir cami yaptırır. 1955’de cami açılır. Sıra minaresine gelmiştir fakat para da kalmamıştır. Caminin minaresiz olması, içine sinmemektedir. ‘Minarenin inşaatını başlatayım, bir yerlerden Allah denk getirir.’ düşüncesiyle minareyi yaptırmaya karar verir.

Ertesi gün Minareci Seydi Uysal’ı bulur ve 3 bin liraya pazarlığını yapıp minareyi yapmada anlaşırlar. “Minareyi bitir, paranı al.” der. İçinden, ‘Bu, iki-üç ayda bitirir, o zamana kadar minare parasını tedarik ederim.’ diye düşünür. Ertesi gün Seydi Usta işe başlar, on beş gün olmadan minareyi bitirir ve teslim edeceğini söyler.

Kadir Amca’yı bir telaş alır. Çünkü elinde hiç para yoktur. Gece yatar fakat sabaha kadar uyuyamaz. Sabah ezanı okunurken kalkar ve: “Yâ Rabbi şu sıkıntıdan kurtar! Parayı yoktan ver!” diye dua ederek camiye gider. Namazda başka mahallede oturan “Dava vekili” dediğimiz, Avukat Hakkı (Hakkı Özsoy) da vardır. Namaz bitiminde Avukat Hakkı: “Bu caminin dernek başkanı kim?” diye sorar ve Hacı Kadir’e bir zarf vererek: “Caminin masraflarını görün.” der. Zarf açıldığında içerisinden 3 bin lira çıkar.

İLHAM

1986 yılı…Hacı Kadir’in eşinin tarlasından yol geçer. Belediye, bu yola karşılık şimdiki hastane karşısından bir arsa verir. O gün için orası kır olup, evler yoktur.  O gece bir rüya görür. Sabahleyin, eşi ve torunu Abdullah’la kahvaltı ederken cami yapacağını söyler. “Gece rüyamda ilham oldu, cami yap!” dediler der. Etraftan oraya cami yapılacağını duyan bazıları: “Orada ev-dam yok, o hayrı başka yere yap.” derler. Şiddetle karşı çıkar ve : “Orada hiçbir cemaat olmasa bile melekler namaz kılar. Zaman gelecek, caminin içi cemaatı almayacak. Yapacağım ve adını da ‘İlham Camii’ koyacağım.” der. Camiyi yapar, minaresinin yapım masrafını da oğlu Basri üstlenir. 1988 yılı Ramazan’ında ibadete açılır. Şimdi ise cami, cemaatı almamaktadır. Niyet hâsıl olmuştur.

…VE VUSLAT

1 Nisan 1995…Hacı Kadir 79 yaşında…Güneşli güzel bir gün…Hacı Kadir, ikindi namazını Çarşı Camisi’nde kılmak için evinden çıkıp çarşıya gidiyor. Camiye doğru giderken kahvenin önünde oturan dostları davet ediyorlar. O da onları kırmayıp yanlarına eğreti oturuyor. Oturmasıyla yere düşüp kalça kemiğini kırması bir oluyor. Gerekli tedavi yapılıp evinde istirahat ediyor. Bu arada bütün dostlarını çağırıp helâllaşıyor. Hıdrellezin birinci günü bir rüya görüyor. Çocuklarına: “Rüyamda beyaz gömlekli dört kişi geldi. Önce büyük bir tahtanın üzerine yatırdılar, sonra oradan alıp daha küçük bir tahtanın üzerine yatırdılar. Bayramın dördüncü günü öleceğim.” der. Tarih 16 Mayıs 1995…Düştüğünün kırkıncı ve bayramın dördüncü günü… Ölmeden önceki hâl olan sekâret’ül mevt durumunda: “Kâbe’de ezan okunuyor, abdest alıp, namazımı kılayım.” der ve elleriyle abdest alır gibi yapar ve biraz sonra son nefesini verir. “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.” buyruluyor. Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhuna Fatiha…

N. Sait EKİCİ