EN FAKİR KİM
BİLEMEDİM BU DÜNYANIN FENDİNİ!..
Yıllar geçtikçe, teknoloji ilerledikçe toplumların refah düzeyleri yükseliyor. Bunun sonucunda, insanların daha rahat bir ortamda yaşayıp, yeme, içme, giyinme konularında sıkıntıların olmadığını görüyoruz. Bu hızlı gelişme ve imkanların artması, toplumları bazı yönlerden olumsuz etkiliyor. Bilhassa eğitim konularında teknolojide hızlı bir gelişme yaşıyoruz. Bilgisayar, laptop, tablet bilgisayar, telefon, son zamanların teknolojik buluşları…Bu teknoloji aletlerini eğitime büyük katkı sağlarken, yerinde kullanmayan öğrenci ve yetişkinlerimiz için büyük zararlara yol açmaktadır.
Bilhassa, internet bağlantılı cep telefonları büyük bir tehlike saçmaktadır. Çarşıda, okulda, yolda, evde, misafirlikte, dolmuşta, hastanede, pastanede…öğrenci ve genç neslin elinden düşmemektedir. Göze ve beyne zararlı olan bu davranış, aynı zamanda toplumu tembelliğe itmektedir. “Sosyal Medya” denilen paylaşım sitelerinde, görgüsüz ve şuursuzca fotoğraflar paylaşılmakta, çoğu zaman aile içi mahrem görüntüler ortaya saçılmaktadır. Sofrada, lokantada, masada yenilen yemekler toplumla paylaşılır hale gelmiştir. Önceden, sofraya oturulunca besmele çekilirdi, şimdi ise resim çekiliyor. Bilhassa genç bayanların yapmış olduğu çeşit çeşit pasta, börek, çörek, kek gibi yiyecekler toplu halde paylaşılmakta, imkanı olmayanlar için üzüntü ve kıskançlığa yol açmaktadır. Ayrıca ‘nazar’ olacağı da muhakkaktır. “Unun varsa, günün de var.” Bugün için imkanların iyi olabilir fakat yarını da düşünmek durumundasın. İnsan hayatında hiçbir gün, aynı gitmiyor. Bugün zengin olanlar yarın fakir; fakir olanlar da zengin olabiliyor. Yılan bile bitmesin diye toprağı yalaya yalaya yermiş. İnsanlar geleceklerini de düşünüp, tedbirli ve iktisatlı hareket etmelidir. Muhannetin (yabancının) kapısı zor…Zorda kaldığın zaman kimse kimseye bir dilim ekmek vermez. Ayrıca, Bu israf durumları aile içerisinde de huzursuzluğa sebep olmakta; fakirlikten dağılmayan yuvalar, zenginlikten dağılır hale gelmektedir.
ELİĞİN ARTIĞI…
Eskiden beri yaşadığımız gelenek ve âdetlerimizde, insanın yediğini, içtiğini anlatması büyük ayıplardandı. Sohbet sırasında yediğini söylemesi gerekirse, tevazu göstererek: “Eliğin artığı acık fasille vardı, onu yidik.” denirdi. Kesekağıdının olmadığı, poşetin adının bile bilinmediği zamanlarda, babalar aldıkları yiyeceği ya koltuğunun altına saklarlar; ya da cebindeki mendile sarıp evlerine getirirlerdi.
Çocuklarımızın durumu daha da içler acısı durumdadır. Artık çocukların, söğütten veya zerdali çekirdeğinin iki tarafını delip yaptığı düdüklerin devri kapanmıştır. Anne, yeterli şekilde çocukla ilgilenmek istemediğinden, eline ağır pahalı tableti, telefonu vermekle, çocuğuna en büyük kötülüğü yapıyor. Tableti telefonu çok iyi kullanan çocuk, evde ilgisiz kalmış çocuk demektir. Ayrıca, her yönden çocuklar şımartılmakta; çeşit çeşit elbiseler alınmakta, neyi yiyip neyi yemeyeceği sorulmaktadır. Ondan sonra da, çocukla ilgili şikayetler başlamaktadır. Sen çocuğa, kral-kraliçe muamelesi yaparsan; çocuk da çevresindekilere köle-hizmetçi muamelesi yapacaktır.
EN FAKİR KİM?
Günümüzde bazı insanlar, israf ve zenginlikte âdeta yarışmaktadırlar. Herkes birbirine nispet yaparcasına en iyi arabayı, en iyi telefonu, en iyi evi, en iyi ev döşesini, en iyi elbiseyi, en iyi yiyeceği almak için yarış halindedir. Her şeyin bir sonu vardır. Bu lüks ve şatafat yarışı nereye kadar gider bilinmez.
Savaş, yokluk, kıtlık zamanlarında da, herkes birbirleriyle fakirlik yarışı yaparlardı. Toplumun çoğunluğu çiftçi…Bilhassa kış günleri, cebinde kahvehaneye gidip çay içecek parası olmayanlar, mahallesindeki odaya gider, orada vakit geçirir, muhabbet ederlerdi. Günün birinde, Hacımuratlar’ın odada sekiz-dokuz kişi oturmuşlar muhabbet ediyorlar. Konu: Kim daha çok fakir…Birisi der, evde yağ yok; diğeri der evde un yok; öbürü der evde yakacak yok…Bu muhabbet uzar gider fakat en fakiri bulamazlar. Oradan cin fikirli birisi atılır: “Herkes iki ayağını da yukarıya kaldırsın!” der. Kendisiyle birlikte diğerleri de ayaklarını yukarıya kaldırır. Herkesin ayaklarının altına baktıktan sonra: “Ben ve Ahmet en fakiriz!” der. “Nasıl bildin?” derler. O da: “Hepinizin çorabının altının ön ve arkası iki tarafı delik. Bizim ikimizin çorabın altı hiç yok! “der.
“Bilemedim bu dünyanın fendini…Eltim saydııı, ben sayamadım. Dokuz muyduu…on muydu?..”