ÇAMAŞIR GÜNÜ
İnsanoğlunun vücudu olsun, elbiseleri olsun, kullandığı eşyalar olsun zamanla kirlenir. Bu kirlenme için temizlik gerekir. Bugün için kullandığımız eşyaların temizliği çok kolaylaşmıştır. Giyim ve kuşamlarımızın yıkanmasında, otomatik makineler her şeyi halletmektedir. Kurutma da sorun değildir. Çamaşır kurutma makinesi bu işi kökten halletmektedir. Ev hanımına sadece çamaşırları makineye atmak görevi düşmektedir. Bazı ev hanımları bunu bile kendilerine yük görmektedirler. Hanımefendilerin, çamaşır makinesini çalıştırmak için düğmeye basmaktan parmakları bile yorulmaktadır(!) Bunları üç-beş günlüğüne eski zamana göndermek gerekir. Dünyanın kaç bucak olduğunu görmeleri için…
Eskiden ‘çamaşır yıkama’ denince aklıma, üzeri isten simsiyah olmuş kazan, tokaç ve esvap taşı (esbap daşı) gelirdi. Evin hanımı bir gün önce hamur katar, esbap yur ve ertesi gün hamama giderdi. Bu, en fazla on beş günde bir tekrarlanırdı. Çamaşır yıkama, sabah ezanlarıyla başlar, “kara yassı” ya kadar devam ederdi. Çamaşır için koca bir gün ayrılırdı. Çamaşır için ayrımaz üçlü: Esvap taşı, tokaç ve kazan idi. Tokaçın sağlam olması için, gürgen ağacından yapılan tercih edilirdi. Tokacın iki görevi vardı. Birincisi çamaşırları dövüp kirlerinin çıkmasını sağlamak; ikincisi de komşuya kavgaya giderken silah olarak kullanmak. Kadınların en büyük silahı tokaçtı. Evler tek katlı, hep birbirine bitişik…Her evde en azından üç- beş çocuk var. Böyle olunca, arada-sırada çocukların kavga etmeleri kaçınılmaz olurdu. Çocuğun birisi başka bir çocukla kavga edip eve ağlayarak gelirse, annesi hemen kapının arkasından tokacı alıp, kavga ettiği çocuğun evine kavgaya giderdi. O yüzden mahallelerde kavgasız-gürültüsüz gün geçmezdi.
ESBAP DAŞI
Çamaşır yıkamanın olmazsa olmazı esvap taşı idi. Bazıları ağaçtan dört ayak üzerine masa gibi yapılmış olan “esbap eşşeği” adını verdikleri yerde yıkasalar da, bunu az kişi yapardı. Her evde genellikle büyük veya küçük “esbap daşı” bulunurdu. Bu taşlar Üçhüyük bölgesindeki “Durayeri” denilen yerden, antik Bizans kalıntılarından getirilen dört köşe düzgün taşlardı. Avluya veya evin uygun yerine yerleştirilen bu taşların görevi, çamaşır yıkamanın yanı sıra, çocuk yıkamak için de kullanılırdı. Taşın üzerine oturtulan çocuk, burada güzelce yıkanırdı.
Evlerde su yok…Bir gün önceden bakır kovalarla ve testilerle sokaktan sular çekilir, arkasından ocağın altına odunlar hazırlanır, saycak üzerine konulan kazanın içi su ile doldurulurdu. Deterjanın adı bilinmiyor. Çamaşırın kirini ne çıkaracak? Kil, sabun ve soda…Kil, bazen eşeğinin heybesine yüklemiş sokak satıcılarından alınır; bazen de çarşıdaki esnaf dükkanlarından alınırdı. Neredeyse her bakkal dükkanı, kil de satardı. Kil, bir gün önceden bakır bir kabın içine konup ıslatılır, ertesi güne kadar merhem gibi olurdu.
Sabahın köründe kalkan evin hanımı, ocağı yaktıktan sonra esvap taşının üzerine, ıslatarak önce karalıları, sonra beyazlıları, en üste de iç çamaşırı ve tülbent gibi çamaşırları yığardı. Her koyduğu çamaşıra biraz kil sürer, biraz da soda ekerdi. Yığılan çamaşırın boyu neredeyse bir metreye varırdı. Kadın, kaynayan kazandaki suları döker, tokaçlar, işi biten çamaşırı sıkıp tekneye koyardı. Ekmek teknesinin, çamaşırları çeşmeye durulanması için götürülme görevi de vardı. İki veya dört kurnası da, güldür güldür akan çeşmenin hatılında durulanan çamaşırlar, tertemiz sakız gibi olurdu. Kimyasal madde olan deterjan kullanılmadığı için, ellere bir şey olmaz, sadece garcığırdı. Bazıları çamaşır için ücretli kadın da tutarlardı.
OCAK SIVAMA…
Çamaşır işi bitti mi? Hayır, bitmedi. Daha ocağın sıvanması var. Bu kuralı kimse bozamaz. Ateşi biten ocak su ile söndürülür; içindeki kül alınıp kırmızı toprakla karıştırılıp cıvık çamur haline getirilip, bir çaput ile ocağın içi sıvanırdı. İs-pas temizlenirdi. Gelen bir misafir evin temizliğini anlamak için ocağa bakardı. Eskiden kadınlar, gerçekten de “avrat” mış…Zamanın bêrinde, bebeği olan yeni bir gelin esbap yuyormuş. İçerde sancakta yatan çocuğuna, uyandı mı diye, ara ara gidip bakarmış. Öğle olmuş çocuk uyanmamış; ikindi olmuş çocuk uyanmamış; akşam olmuş çocuk uyanmamış. Bebeği öldü zannetmiş. Hemen gayınnasının yanına koşmuş, durumu anlatmış. Gayınnası: “Ben ona tülbentin içine nohut kadar afyon sakızı koyup, emmesi için ağzına verdim. Bizi işten alakoymasın diye yaptım. Şimdi uyanır.” demiş. Gelinin korkusu da biraz azalmış.