BATIL İNANÇLARIMIZ
Gerçeklik payı olmayan, İslam’a ters düşen inanışlara batıl inanç (hurafe) denir. İnsanoğlu yaratılışından itibaren din harici bazı maddi veya manevi varlıklardan da medet ummuştur. Kültürümüzde; din dışı olan, Türkler’in İslamiyet öncesi Şamanist dönemden kalan, Arap ve Batı kültürünün etkisiyle yerleşen bazı adetlerimiz vardır. Bazı batıl inançlar insanı şirke götürecek kadar tehlikelidir.
CEYLANİ HAZRETLERİ
Bağdat’da bulunan Seyyit Abdülkadir Geylani Hazretlerinin 12. Kuşaktan torunu olan Şeyh Seyyit Abdülkadir Sâni Hazretlerinin kabri, Ağılönü’ndedir. 17 yüzyılın başında buraya gelip, Kadiri Tarikatının bir üyesi olarak irşat görevini üstlenmiştir. Buraya cami, çeşme, medrese, misafirhane, çilehane, tekke yaptırmıştır. Toplum onu “Ceylani” olarak bilir. Vefatından sonra tekkenin yanına gömülmüş, daha sonra oğulları ve aile efrâtından olan kişiler de yanına gömülerek, burası türbe haline gelmiştir. Türbede 17 sanduka vardır. Türkiye’nin her yerinden ziyaret için gelenler olmaktadır. Ayrıca; şehrimizde evlenen gençler, sünnet olacak çocuklar, mutlaka buraya uğrayıp iki rekat namaz kılar ve dua ederler. Bu şekilde büyük zatların kabirlerini ve diğer kabirleri ziyaret edip ruhlarına okumak, hem bize sevap kazandırır, hem de ölümü hatırlatır.
MÜBAREK TOKMAK (!)
Bu tür türbelerde bazen olumsuz olaylara da rastlamaktayız. “Batıl inanç” dediğimiz bu olaylar eskiden çok fazla iken, bugün halkın bilinçlenmesiyle çok azalmıştır. En önemlisi; türbeye gelen kişi, orada yatan mevtaya dileklerini bildirirdi. Kimisi çocuk isterdi, kimisi iş isterdi, kimisi sınıfını geçmek isterdi, kimisi de evlenmek isterdi…Derdi olan bu tür türbelere koşardı. Dileği gerçekleşen kişi, bir tane horoz alıp, türbenin kapısının önünde kestirir ve bir fakire verirdi. Eskiden, türbedeki kabirlerin üzeri yuvarlak biçimde ahşap sandukaydı. 1985 yılında mermer lahit haline getirildi. Dileği olan bazı kişiler, en baştaki Ceylani’nin sandukasının üzerine, kalemle dileklerini yazarlardı. Çaput bağlayanlar olurdu. Hasta olan çocuk türbenin içine yatırılır, iyi olması beklenirdi. Bilhassa yaşlı kadınlar şifa bulmak için yorgan-döşek yatarlardı. En çok ilgi çeken de, baş kısmı büyük olan tokmak şeklindeki ağaç parçasıydı. Bu sihirli tokmak(!) her dertlere deva idi. Çocuk çok mu ağlıyor? Çocuğun ağzına bunu vur susar. Çocuk çok mu yaramazlık yapıyor? Hemen başını bununla sıvaşla mum gibi olur. Öğrenci derslerinde başarısız mı? Hemen kafasının üstünde dolaştır, zekası açılır. Sırtın, yanırlın, yanın-belin mi ağrıyor? Hemen bütün vücuduna bunu gezdir, bir şeyin kalmaz. Mübarek sanki tokmak değil, ordinaryüs profesör!…
Dileği gerçekleşenlerin uygulamaya koydukları bir olay daha vardı: Mum yakmak…Türbenin mihrabının yanına hususi konmuş mermerden bir taş vardı. Dileği gerçekleşen, dileğinin büyüklüğüne küçüklüğüne göre belli sayıda o taşın üzerine mum yakardı. En çok ilgi çeken olaylardan birisi de toprak yeme, idi. Hasta olup türbeyi ziyarete gelen kişi, ahşap sandukanın tahtaları arasından elini uzatıp, mezardan bir parça toprak alarak yerdi. Bununla şifa bulacağını zannederdi. Halbuki o mezarın üzerindeki toprak, orada yatan mevtanın malıdır. Kesinlikle alınmaz hatta bir çiçek bile koparılmaz. Cehalet! Sen ne kötü bir şeysin. Sen bizleri affet Allah’ım!
KURTBABA TOP ATIYOR
Bolvadin’in Batı kısmına düşen tarafta Paşadağı var. Bu Paşadağı’nın tepesinde, ağaçlıklar içerisinde “Kurtbaba” adlı bir ermiş kişinin mezarının olduğu söylenir. Kimdir bu Kurtbaba? 150 yıl önce Maraş’ın Afşin ilçesinden gelen “Avşar Boyu”nun aile reisi olarak bilinmektedir. Bolvadinliler, bilhassa Hıdrellez günü bu kişinin kabrini ziyaret etmek için Paşadağı’na çıkarlardı. Arabalara; kesmek için koyunlar, bulgur, ekmek, testilerle su yüklenir, yola çıkılırdı. Bu özel gün için önceden hazırlıklar yapılır, şehrin çoğunluğu oraya taşınırdı. Koyunlar kurban edilir, pilavlar pişirilir, helvalar dokunur ve yenirdi. Arkasından, toplu halde Allah’a dua edilir, rahmetin yağmasıyla mahsüllerinin bol olması istenirdi. Testilerle getirilen sular ağaçlara dökülürdü. İslami duyarlılığı zayıf olan bazı kadınlar; ağaçlara çaput bağlar, mum yakar, dileklerde bulunurlardı. Ben küçükken, şehrin üzerinde geçen uçak bazen “Bom!” diye ses çıkarırdı. Bu ses, uçak hava boşluğuna denk geldiği zaman olurmuş. Halk bu sesi duyduğunda: “Kurtbaba top atıyor, kurban istiyor.” derlerdi. Önceden, çevremizdeki dağların hepsinde de ağaç yoktu. Zamanında var olan ağaçlar kesile kesile bitirilmiş. Yalnızca Kurtbaba’nın olduğu, Paşadağı’nda ağaç vardı. Bunun sebebi ise halk arasındaki rivayetlerdi. Oradan ağaç kesip gelen kişinin, gece olunca o ağaçların yanıp evini de yaktığı söylenirdi. Ayrıca; getirilen o ağaçlar, sonra birer sopa olup, getiren kişiyi dövdüğü rivayet edilirdi. Artık ne derece doğru bilemeyiz. Doğruyu ancak Allah bilir.
KURŞUN DÖKME
Şimdi kurşun döktüren var mı bilmiyorum fakat eskiden bu âdet çok yaygındı. Kendisinde, çocuklarında “göz” olduğunu, “nazar” olduğunu tahmin eden kişi, kurşun döktürürdü. Her mahallenin kurşun döken kadınları vardı. Bunlar, büyüklerinden “el” almışlardı. Bakır yuvarlak kepçenin içerisine konan kurşun maddesi, ateşin üzerine konularak eritilirdi. Bir kabın içine de su doldurulurdu. Kurşun dökünecek olan kişi yere çöker ve üzerine bir örtü tutulurdu. Kaynamış olan sıcak kurşun, kişinin baş kısmına doğru getirilip kaptaki suyun içine dökülürdü. Soğuk suyla buluşan kurşun, sertleşerek “cazzz” diye ses çıkarır, çeşitli şekiller alırdı. Hemen burada kurşun döken kadın devreye girer: “Gözleri çıkasıcalar, nasıl bakmışlar!” veya “Dili kopasıcalar, arkasından pek konuşmuşlar!” der ve üzerinde çok büyük bir nazarın olduğunu belirtmek isterdi. Karşılığında, kurşun döken kadına üç-beş kuruş verilirdi.
Kurşun dökme, İslamiyet öncesi Türk geleneklerinden gelen bir âdettir. İlmen ve tıbban bir özelliği yoktur. Ayrıca, nazar da haktır. Bazı insanların gözü veya konuşması insanı hasta etmek için yeterlidir. Bu durumlarda Kalem Suresi’nin 51.- 52. nazar ayetlerini ve “Felak” “Nas” surelerini okumak gerekir.
KIZLAR EVCİĞİ
Kızlar Evciği (Kırk Kızlar), Kurtbaba tepesine çıkılan yokuş üzerinde, “Antik Polybotum” kenti harabelerinin yanında, “İncegadirler”in Çiftliğinin üst kısmındadır. Oyulan bir kayanın içerisinde üç tane sanduka kalıntısı vardır. Burası bir çeşit kaya mezarıdır.
Zamanın birinde, Develi Akarçay’ının yanında “İlyas Köyü” varmış. Kırık Minare’nin olduğu yerde de Erkmen Köyü var. İlyas Köyü’nden Erkmen Köyü’ne bir gelin alayı giderken, Durayeri’nde şiddetli yağmur yağmaya başlar. Kadınlar, bu kaya mezarın içine saklanırken, erkekler de arabaların altına gizlenirler. Bir süre sonra yağmur kesilir. Ortalık sükunete erince erkekler, kaya mezarlığına saklanan kadınların gelmesi için seslenirler fakat hiçbir cevap alamazlar. Korku ve merak içinde bu kaya mezara girdiklerinde ortalıkta kimseyi göremezler. Bütün aramalar sonuçsuz kalır. Olay üzerine çeşitli görüşler ortaya atılır. Sonunda, bu kadınların “kırklar” a karıştığı sonucuna varırlar. Zamanla bu olay efsaneleşir.
Buraya ziyarete giden kişiler, kulaklarını kayaya dayadıklarında tef sesine benzer sesin geldiğini duyarlar. Şimdi hâlâ giden var mı bilmiyorum fakat eskiden şifa için çok kişi burayı ziyaret ederdi. Bolvadin’in kutsal mekanlarından birisiydi. Ateşli hastalığa tutulan çocuklar, sinir hastalığına tutulan yetişkinler, buradan medet umarlardı. İyi olamayan hasta çocuklar, bu kaya mezarının içine yatırılır, sonra da ölmesi veya iyileşmesi beklenirdi. Gelen hastanın mutlaka soyunup, giydiği iç çamaşırını orada bırakması gerekiyordu. Böylece, bütün sıkıntılar ve dertler orada kalmış olacaktı. Buz gibi kayanın içinde soyulan çocuk, ciğerlerini üşütür, kısa zamanda öbür dünyayı boylardı. Bazen hasta olup iyileşemeyen bebekler de, ‘iyi olsun veya ölsün’ düşüncesiyle, Bolvadin Kabristanındaki boş bir mezara 5-10 dakika yatırılır, çıkarılırdı.