SORGUSUZ ADAM
Tarih 9 Ekim
1955, günlerden Çarşamba. Şazi Mahallesi Hacımuratlar Aralığında tek
katlı toprak binanın ışıklarının hepsi yanıyor. Sabah ezanları
gecenin karanlığını yırtarcasına etrafı çınlatıyor. Ev içerisinde
koşturmaca, herkeste bir telaş…Sabaha karşı sıkıntılı bir doğumla
dünyaya geliyorum. İlk çocuk, ilk torun, evde mutluluk rüzgarları
esiyor. İsmim üzerinde ihtilaf oluyor. Sonra anlaşıyorlar.
Kimse bana,
"Dünyaya gelmek ister misin?" diye sormuyor.
İlkokula kayıt
olacağım güne kadar hiçbir şey hatırlamıyorum. Tek hatırladığım,
birgün babamın elimden tutup, daha önce hiç görmediğim büyük bir
binaya götürdüğü. Bir odaya girdik. Masada, esmer tenli, saçları
biraz ağarmış asık yüzlü bir adam oturuyor. Ben olayı çözmeye
çalışıyorum. Babam kayıt yaptıracağımızı söylüyor. Evraklar
veriliyor. Sonradan müdür olduğunu öğrendiğim kişi, yaşımın henüz 6
olduğunu, gelecek sene kayıt yapılmasında yarar olduğunu söylüyor.
Babam, bu sene okula gitmemi istiyor. Kayıt yapılıyor.
Okula
kaydoluyorum, kimse bana "Okula gidecek misin?" diye sormuyor.
Okula sevinçli
ve heyecanlı başlıyorum, yakalığım olmasa bile, önlüğüm var,
mutluyum. Bir hafta sonra adımı yazıp evdekilere gösteriyorum. Mutlu
oluyorlar. Öğretmen, fasulye ile yazı yazacağımızı söylüyor.
Kilerdeki bez kesenin içerisinden iki avuç alıp, çantama
dolduruyorum. Sınıfta, gezip yürüdüğümüz yere oturup, yere fasulye
ile yazılar yazıyoruz.
Kimse bana
"Fasulyeyi nereden aldın?" diye sormuyor.
İlkokul üçüncü
sınıfa geldiğimde, okuma aşkım daha da alevleniyor. Hikaye kitapları
alıp okumak istiyorum. Hergün kitapçı dükkanının vitrinindeki hikaye
kitaplarına bakıyorum, alamıyorum. Kimseye söylemeye cesaretim yok.
Çünkü birşey sormaya kalktığımda hep susturuldum. Büyüklerin yanında
küçüklerin konuşmayacağını öğrendim. Bir hikaye kitabı, gözümde
altın değerinde. Birgün elbise dolabında 1 lira gördüm. Almaya
korkuyorum. İzinsiz birşey almanın çok büyük günah olduğunu annem
öğretmişti. Fakat arzularıma gem vuramadım. Parayı aldım. Doğru
Aşkar Oteli'nin altındaki kitapçıya koştum. 25 kuruş olan hikaye
kitabını aldım. Paranın üzeri olan 75 kuruşu parayı aldığım yere
koydum. Kitabı, komşumuzun duvarının gölge olan yerine oturarak
okudum, bir solukta bitirdim. Ertesi gün suçum ortaya çıktı. Gereken
ceza verildi.
Kimse bana
"Kitabın, defterin, bir ihtiyacın var mı?" diye sormuyor.
İlkokulu
bitirdim, sıra ortaokula geldi. İmam Hatip Okulu’nun şehrimizde
açılacağı haberi ortalıkta dolaşıyor. Kitapçı Süreyya bunun için
uğraşıyormuş. Mahalledeki arkadaşlarım ortaokula kaydoluyorlar.
Benim kaydımı kimse yaptırmıyor. Çok sıkıntıdayım. "Seni İmam-
Hatip'e yollayacağız" diyorlar. Müftü olacakmışım. Bekliyorum.
Okullar açıldıktan bir hafta sonra İmam-Hatip Okulu'nun kadrosu
geldi. 150 kişi alınacak. Başvuru 300 kişi. İmtihan olduk. İlk 150
kişi kazandı. Ben de böylece İmam Hatipli oldum. Girenler ya hafız,
ya da Kur'an-ı Kerim'i çok iyi okuyanlardan oluşmuş. Ben gibi birkaç
kişi "Elif"i dahi bilmiyoruz. Çok sıkıntı çekiyorum.
Kimse bana "
Okuyacak mısın? Hangi okula gideceksin?" diye sormuyor.
Ortaokul
kısmını bitirdikten sonra liseye devam ediyorum. Okuldan “Velin
gelsin imza atacak.” diyorlar. Babama söylüyorum, gitmiyor. İlk yıl
mahallemizdeki Bakkal Hakkı Amca; ikinci yıl, Hafız İbrahim Hoca
velim oluyor. Yazları ise tuğla ocağında, inşaatlarda sıvacının
yanında çalışıyorum. Biriktirdiğim parayla üst-baş alırken; bir üst
sınıfta olan arkadaşlardan, eski kitaplarını düşük bir fiyatla
almayı da ihmal etmiyorum.
Kimse bana
"Okul ihtiyaçlarını alalım mı? Karnen nerede?" diye sormuyor.
Akşamları evde
durmuyorum, "Ülkü Ocağı" na gidiyorum. Milli ve manevi değerlerin
işlendiği bir terbiye yeri. İlim ve irfan yuvası. Seminerler oluyor,
marşlar, ilahiler söyleniyor. Burası olmasaydı, kahvehaneye
alışacak, kağıt oynayacak, belki de sigara tiryakisi olacaktım.
Burada kişiliğim gelişiyor, kendime güvenim artıyor. Geceleri bazen
eve geç geliyorum.
Kimse bana
"Nereye gidip geliyorsun?" diye sormuyor.
Hasbelkader
liseyi bitirdim. Üniversite imtihana gireceğim. Kimsenin haberi yok.
Arkadaşlarımın hepsi “İstanbul’u gezeriz.” diye, İstanbul’u
seçtiler. Ben Afyon’da gireceğim. Sınav günü erkenden kalktım,
Çınaraltından kalkacak olan Afyon otobüsüne yetiştim. Şoför Çoğlu
Memed’in arabası vardı. Araba kapıya kadar doluydu. Sıkışarak
bindim. Ayakta, sıkışık bir halde, kan-ter içerisinde Afyon’a
geldik. Sınava gireceğim okula birkaç kişiyle gidip, sınava girdim.
Sınav bitiminde Afyon’u gezip, tekrar Bolvadin’e döndüm.
Kimse bana
“Sınava girdin mi? Sınavın nasıl geçti?” diye sormuyor.
Üniversiteyi
kazanmıştım. Öğretmen olacaktım. Hem çalışıyor. Hem okuyordum.
Okulda boykotlar, çatışmalar, derken çok zaman okula gidemiyordum.
İkinci sınıfta iken ailem beni evlendirmeye karar vermiş. Ben
,“Okulu bitirmeden evlenmem” diye karşı çıkıyorum. Annem,
“Köklü yerin kızı, kaçırılmayacak kız” diyor. İkna oldum, kabul
ettim. Dört ay sonra düğün yaptık. Çok mutluyum.
Kimse bana
“Kimi alalım, istediğin bir kız var mı? diye sormuyor.
Üniversite
kavga-dövüş bitti. Tayin beklerken 12 Eylül İhtilali oldu. Bizim
tayinler 17 ay sonra gerçekleşti. Kura çekmek için Ankara’ya
gidilecek. Yol param yok. Kimseye bir şey diyemiyorum. Evlilik
yüzüğümü, Sarraf- Saatçi Mustafa’ya götürüp sattım. Kuralar çekildi.
Şanslıydım, tayinim Afyon’a çıktı.
Kimse bana
“Paran var mı, yok mu?” diye sormuyor.
Şu ana kadar,
ömür defterimden acısıyla – tatlısıyla 56 yıl geçti. Yarın Hakk emri
vâki olduğunda musalla taşına koyacaklar. Cemaat saf saf dizilecek.
İmam efendi “Merhumu nasıl bilirdiniz?” dediğinde, cemaat
usuleten: “İyi biliriz Allah rahmet eylesin.” diyecek.
Burada da bana gene bir şey soran olmayacak.
Herşeyin
yaratıcısı olan Hâluku Zülcelal Hazretleri… Alan da sensin, veren de
sensin. Emirlerine harfiyen uymaya çalıştım. Eksiklerim çok fazla.
Âciz bir kulum. Kullarının kusurlarını melâike ve ruhânilere karşı
örten “Gafur” ismi zülcelâlinle ört. Senden af diliyorum. Sen
affedicisin, affı seversin, beni de affeyle. Yarı n Rûz-ı Mahşerde,
o büyük gün, hesap günü geldiğinde, Mahkeme-i Kübra kurulunca,
dünyada bana sorulmadığı gibi, orada, Sen de sorma ya rab! Sen de
sorma!...
N. Sait EKİCİ
|