MEVLÜT BABALIK
Gasteci Mevlit…Seksen iki yaşında…Gazete satıcılığı, kırtasiyecilik, aktarlık yaptı. Belli bir süre yurtdışında da çalıştı.
Mevlüt Babalık, yuvarlak yüzünü çevreleyen kısa sakalı olan; saçları dökülmüş, orta boy ve kiloda, yüzünden tebessümü hiç eksik etmeyen birisi…İyi niyetli ve hoşgörülüdür…Yardımseverdir; insanlara yardım etmeyi sever…Ayrıca, manevi yönü de kuvvetlidir. Uzun yıllardır Tahtalı Camii’nin bütün gider-gelir ve sorumluluklarını üstlenmiştir.
NEREDE DOĞDUNUZ?
1933 yılında Bolvadin’in Bekirağa Mahallesi’nde dünyaya gelmişim. Babamın adı Osman Hulusi…Ayakkabıcı, yemenici idi. Babamı beş yaşında kaybettim. Şeklini az-uz hatırlıyorum. O zamanlar, hanların hepsinde esnaf dükkanları vardı. Bizim dükkan da handaydı. Üç oğlan kardeşiz. Benim büyüğüm Ahmet, ayakkabı imalatçılığı yapıyor. Küçüğüm Hüseyin berberdi, vefat etti. Eskiden bir evin içerisinde yerine göre dört-beş kardeş aile, birlikte kalırdı. Her odada bir gelin olurdu. Bazen ev eşyaları bile dönüşümlü kullanılırdı. Biz de öyleydik. Nüfus çoğalınca herkes ayrı eve çıkmaya başladı. Biz de sonradan Kestemet Mahallesi’ne yerleştik.
HANGİ OKULA GİTTİNİZ?
Evimize en yakın olan Akçeşme Okulu’nda okudum. Hiç kalmadan okulumu bitirdim. Babamız yoktu; hayat şartları zordu. Bu yüzden okul olduğu günler ve diğer günler erkenden kalkar; Simitçi Abaza’nın dükkandan simit alır,satar; öyle okula giderdim. O günkü simit kazancıyla kalem alırdım, ertesi gün silgi alırdım. İkindiden sonra okuldan çıkınca Gönbelerin dükkandan çizi şeker alır; sepetin kenarından sarkıtır; mahalle aralarında parayla, yün kırığıyla, yumurtayla, çorap eskisiyle satardım. Okul tatillerinde ise kiremit ocağına giderdim. Vasıta olmadığı için yayan gider; yayan gelirdim. Ayrıca, ağabeyimle iskeleye, yâni tren istasyonuna gider; gelen yük trenlerinden yük indirirdik. Bazen orada yattığımız da olurdu. İlkokulu bitirince, o zamanlar ortaokul daha yeni açılmıştı. Okumak çok istediğim halde maddi imkansızlıklar dolayısıyla tahsilime devam edemedim.
UNUTAMADIĞINIZ BİR HATIRANIZ VAR MI?
Akçeşme İlkokulunda dördüncü sınıfa gidiyordum. Öğretmenimiz Niyazi Toros idİ. Kabri nur olsun çok değerli bir öğretmen idi. Beni çok severdi. O gün için kalem-silgi çok kıymetli idi. Kalemi falan parmağımız tutamayacak duruma gelinceye kadar kullanır; sonra kamışa takıp iyice bitesiye kadar onunla yazardık. Sınıfların altı bodrumdu. Bodrumlardan diğer sınıfların bodrumlarına geçiliyordu. Sınıfın zemininde ise direkler üstünde tahta çakılı idi. Tahtalar yıpranmış olup, araları açılmıştı. Öğrenci, silgisini veya kalemini yere düşürdüğü zaman; tahta aralığından bodruma düşüyordu. Ayrıca ödevini yapmayan ve kavga eden öğrenci, ceza olarak; 15 dakikalık teneffüste, karanlık olan bodruma indirilir; öbür ders başlayıncaya kadar orada kalırdı.
Bir gün yanımdaki arkadaşımın da, benim de kalemimiz bitti. Kalem alacak paramız falan yok...Bodruma düşen kalemler ve silgiler aklımıza geldi. Beraber bir plan yaptık. Ertesi gün okula gelirken evden mum ve kibrit getirecek; sonra sınıfta kavga edecek; öğretmen de bizi ceza için bodruma indirince, bütün kalem ve silgileri toplayacaktık. Ertesi gün planımızı uyguladık. Derste yalandan kavga edince, öğretmenimiz teneffüste bizi karanlık bodruma indirip kapağını kapattı ve nöbetçi öğrenciye öbür ders başlayıncaya kadar çıkarmaması için tembih etti. Biz bodruma inince mumları yaktık ve büyük bir sevinçle yerlerden kalem ve silgileri toplayıp cebimize doldurduk. Ders başlayınca öğretmen bizi yukarıya çıkarttı ve derse başladık. Okul bitiminde öğretmen bana: “Mevlüt sen kal!” dedi. Herkes dışarıya çıkınca: “Sen kavga edecek çocuk değilsin, bunu niye yaptın?” dedi. Ben de artık durumu açıkladım ve ağlayarak cebimdeki kalemleri, silgileri çıkarttım. O anda öğretmen de hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bir süre beraber ağlaştık…Şimdiki çocukların durumlarına bakıyorum, imreniyorum fakat, çok israf yapıldığını da görüyorum.
OKULU BİTİRİNCE NE YAPTINIZ?
Okulu bitirince, yazları kiremit ocağına; kışları ise, ayakkabı gönü yapan dericinin yanına girdim. Çoğunlukla göle çalışmaya gidenler bu deriden alır; deriden yapılmış ipiyle ayağına bağlar; öyle giyerlerdi. Orada üç sene çalıştıktan sonra, dayım Ethem Tabak’ın Çaldıratmaz’da tabakhanesi vardı, orada ham deriler işlenirdi. Orada çalışmaya başladım.
Tabakhaneye gelen deriler, üç aşamalı havuzlardan geçirilip tımar edilirdi. Birinci havuzda yumuşaması için üç gün bekletilen deri, çıkarılır ve üzerinin tüyleri temizlenip ikinci havuza atılır. Orada da iki gün bekledikten sonra, köpek pisliklerinin suyla karışımı olan üçüncü havuza atılır. Orada da bir müddet bekleyen deri, yumuşar ve işlenecek hale gelir… Köpek pisliği deriyi yumuşatır ve parlatır. Köpek pisliğini temin etmek için; elimde teneke ve maşayla, bilhassa Ağılönü’nde köpeği olan evlere gider, pislikleri toplardım. Burada da üç yıl çalıştıktan sonra ayrıldım.
On yedi yaşına gelmiştim. Sağlam bir meslek edinmek için Kunduracı Mahmut Kızıltoprak’ın yanına girdim. Askere kadar orada sanatı iyice öğrendim. Askerliğimi, Erzurum ve Diyarbakır’da çavuş olarak yaptım.
ASKERDEN GELİNCE NE YAPTINIZ?
Askerden gelince, Mahmut Kızıltoprak’ın ve Dahancı Rüştü Özsoy’un ortak işlettikleri Bozkurt Lastik Fabrikası’na girdim. Burada bir müddet çalıştıktan sonra, halkın ortak katkılarıyla yapılıp işletilen; Doğan Lastik Fabrikası’nda çalışmaya başladım. Askerden geldikten beş sene sonra evlendim. Bir oğlum, iki kızım var. Oğlum Fatih; aktariye, baharat işleriyle uğraşıyor.
Sonra serbest çalışmaya karar verdim. Bolvadin ve çevre ilçelerin pazarlarında ayakkabı satmaya başladım. Bolvadin’den çıkınca, ancak bir hafta sonra geri dönerdik. Bir gün Lebibin Ekrem’in arabayla Haymana’ya giderken yolda araba alev aldı ve yandı. Altı-yedi esnafın bütün malları yandı. Kimsenin bir şeyi kalmadı. Ondan sonra sermayem olmadığı için pazarcılığı bıraktım. Amcam, Aşkar Oteli’nin altındaki dükkanda gazete, kitap satardı. O: “Ben yaşlandım, gazete bayiliğini sana vereyim.” dedi. Ben kabul ettim ve Zafer Sineması’nın yanındaki küçük dükkanı kiralayıp orada gazete satmaya başladım. Ayrıca oraya bir küle koydum ve ayakkabı pençesi ve küçük ayakkabı tamiratları yaptım. O zamanlar ikinci gazeteci olarak Orhan Özkaldı vardı.
İŞİNİZİN ZORLUKLARI NELERDİ?
Gazeteler, gece 04’te gelirdi. 04’dükkanı açar; gazeteleri düzenlerdim. Gazeteler şimdiki gibi düzenli olmazdı; ilaveleri falan ayrı olurdu. Onları düzenler, abonelerin numarasını yazar ayırırdım. Sabah namazını kılıp eve gider; çorbamı içer; ondan sonra satışlara başlardım. O gün için on bir çeşit gazete vardı. Bugün için daha fazla gazete çeşidi var. Gece, Konya’dan İstanbul’a giden otobüsler çınarın altında mola verirdi. Yolculara gazete satardım. Şoförler, İmaret Cami Müezzini Tüssülü (Şemmet Hoca)’ nün yanık sesiyle okuduğu sabah ezanını dinlemeden yola çıkmazlardı.
AVRUPAYA İŞÇİ OLARAK GİTTİNİZ Mİ?
1969 yılında Almanya’ya işçi olarak gittim. MAN Firmasında yedi sene çalıştım. Pazar günleri de ameleliğe giderdim. Bu yedi yıl içerisinde dinimizin kurallarına ters hiçbir şey yapmadım. Oraların aile yaşantısını beğenmediğim için, çocuklar dininden, kültüründen uzaklaşır korkusuyla çocuğu-çoluğu götürmedim. Almanlar bana: “Doğru adamsın” derlerdi. Belli bir birikim yaptıktan sonra yurda döndüm. Burada kırtasiye dükkanı açtım ve uzun süre burayı işlettim. Ben çalışmadan duramam. Şimdi ise oğlum Fatih’in baharatçı dükkanına gidiyorum.
TAHTALI CAMİİ İLE DE İLGİLENİYORSUNUZ
Mahallemizde bulunan Tahtalı Camii’nin giderleri ve ihtiyaçlarıyla otuz üç senedir ilgileniyorum. Camimize halk ve esnafımız, Allah razı olsun gerekli yardımları yapıyorlar. Bu yardımlarla bütün ihtiyaçları gideriliyoruz. Bu sene doğalgaz döşettik, çok memnunuz. Ayrıca düğünlerimiz için otuz takım; kaşığıyla, sofrasıyla davet takımı kurdum. Ücretli olarak kişilere kiralayıp; camiye gelir temin ediyoruz. Tosunlar’ın Odayı tadilat yapıp düzenledim. Şimdi orayı, daveti olan; mevlid’i olan; düğünü olan kullanıyor. Bu hizmetleri hiçbir karşılık beklemeden rıza-i Lillah için yapıyorum. Takdir halkımızdan; Tevfik Allah’tan…